9 Mart 2012
Sayı: SYKB 2012/10

 Kızıl Bayrak'tan
Devrimci baharda “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını yükseltelim!.
Emperyalist saldırganlığa,
faşist baskı ve teröre karşı...
Baskıya, sömürüye ve köleliğe karşı isyan ateşlerini yakalım!..
4+4+4 modeli etrafında
AKP-TÜSİAD çatışması
Adıyaman’da Aleviler’e ait evlerin işaretlendiği ortaya çıktı
Son sözü her zaman
direnenler söyler!
Küçüğüm ama yaşadım dünyanın acısını, büyüdüm unutmadım hiçbirini!
MEPA’da direniş başladı
Hey Tekstil’de
eylemler sürüyor!.
Kayseri CEHA’da ayak oyunları...
Sağlık hakkı
mücadelesi büyüyecek!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Mart Ayı Toplantısı
“3 milyon taşeron
işçisinin sesiyiz!”
“Kadrolu işçiler taşeron işçilerine sahip çıkmalı!”
Almanya’da uyarı grevleri
Eylem ve direnişler
dört bir yanda
Emperyalist savaş ve kadın
BDSP’nin devrimci 8 Mart çalışmaları
Coşkulu emekçi
kadın etkinlikleri
İzmir’de 8 Mart eylemi
8 Mart çağrıları
Ekim Gençliği’nin kampanya çalışmalarından
Beytepe faşizme karşı yürüdü
Hüseyin Yoldaş’a devrim sözümüz var
Hüseyin Hocamız sınıf mücadelesinin barikatlarında yaşayacak
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 


Emperyalist savaş ve kadın

Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile, yönetimi elde tutan erkek oldu; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi. Kadının özellikle Yunanlıların kahramanlık çağında, sonra da klasik çağda görülen bu aşağılanmış durumu, giderek süslenip püslendi, aldatıcı görünüşlere sokuldu, bazen yumuşak biçimler altında saklandı; ama hiçbir zaman ortadan kaldırılmadı.” (Engels, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, sf: 69)

Özel mülkiyetin çıkış dönemine denk gelen bu ‘tarihsel yenilgi’ ile birlikte kadının ezilmişliği günümüze kadar farklı tarihsel dönemlerde farklı boyutlar kazansa da hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Kadın, her dönemin kendine özgü sorunlarıyla karşı karşıya kaldıysa ve bu sorunlar eski toplumsal düzenden devranılarak katmerleşse de, kökeni çok geçmişe dayanan sorunlar halen günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir. Kadının savaşlarda en ağır faturayı ödemek ile yüz yüze bırakılması bu sorunlardan sadece birisidir.

Savaşlarda kadınların ödediği ağır faturalar analık hukukunun egemen olduğu dönemden ataerkil döneme geçişle birlikte kabileler arası savaşlarda kendisini göstermeye başlar. Diğer kabilenin zenginliklerine el koymak, onu ortadan kaldırmak veya başka bir nedenden ötürü yaşanan bu savaşlarda kadınlar özel olarak hedef seçilmişlerdir. Analık hukukunun yıkılmasının ardından kadının doğurganlığından kaynaklı kazandığı özel değerin halen belli ölçülerde devam etmesi bunun nedenlerinden biridir. Çünkü doğurganlık simgesi olan kadını ele geçirmek karşı tarafın mülkünü ve zenginliğini ele geçirmekle aynı anlama gelmiş durumdadır.

13. Moğol istilasını yürüten Cengiz Han “bir erkeğin yaşamındaki en büyük işi, düşmanlarını yenmek, karşısındakini yok etmek, onların olan her şeyi ellerinden almak, onları yetiştirenlerin ağlamasını duymak, atlarını dizlerinin arasına almak, kadınlarının en istek uyandıranlarını kollarında sıkmaktır” (Susan Brovvnmiller, Cinsel Zorbalık, sf: 375) diyerek neyi amaçladığını açıkça ortaya koyar ve bununla birlikte egemenler zihniyetinin de küçük bir izdüşümünü sunar.

Günümüze kadar bu zihniyetin devam etmesi sonucu halen kadınlar emperyalist ve gerici savaşlarda özel olarak hedef seçiliyorlar. “Namus simgesi” olan kadının özel olarak hedef seçilmesindeki temel mantık, karşı tarafın “mülkiyetine” el koymak, düşmanı zayıf ve küçük düşürmek, aşağılamak ve köleleştirmektir.

Ancak günümüz burjuva toplumunda sorunun mahiyeti daha da katmerleşmiş durumdadır. Yaşanılanların sadece tecavüzle sınırlanmaması, bunun yanında toplumun “değerleri” adına tecavüze uğrayan kadının “ötekileştirilmesi” ile birlikte kadını fuhuşa ve intihara zorlama / sürükleme buna bir örnektir. Ayrıca savaş açılan ülke haricinde askerlerin konuşlandığı işbirlikçi ülkelerde de gerek farklı ülkelerden gerekse de o ülkedeki kadınların fuhuşa zorlanması / sürüklenmesi ile birlikte savaşlar zaten dünya halkları için bir yıkımken bu yıkımın kadın açısından faturası daha da ağırlaşmıştır.

Geçmişte yaşananları örnekleyerek anlatacak olursak sorunun hangi boyuta vardığı daha açık görülmüş olacaktır. 1990’ların başında Balkanlardaki soykırımda 20 bin kadına hamile kalıncaya kadar tecavüz etmeleri ve hamileliklerinin yedinci ayına kadar esir edildikleri kamplarda tutulmaları yakın tarihin olaylarından sadece birisini oluşturmaktadır. Somali’de 1991-1992 yılları arasında aralarında 4 ile 6 yaşındaki çocukların da bulunduğu 300 bin kadına mülteci kamplarında tecavüz edilmesi, Ruanda’da 15-65 yaşlarında 15 bin kadına, Bosna Hersek’te Sırp ırkçı faşist birliklerin 50 bin Boşnak kadınına, Pakistan’da Pakistan askerlerinin 200 bin Bangladeşli kadına tecavüz etmesi ve 25 bin kadının hamile kalması, ABD ordusunun işgal ettiği Vietnam’daki My la i köyünde 450 kadın ve çocuğa tecavüz ettikten sonra öldürmeleri tarihte yaşanmış başka örnekleridir. Ayrıca Japonya’da Japon ordusunun Kore işgalinde 300 bin kadına tecavüz etmesi ve bunlardan 200 binini zorla kaçırarak “askeri genelevlerde” zorla çalıştırması, sorunun günümüzde hangi boyutuyla yaşandığını çok açık göstermeye yeter niteliktedir.

Bunlar haricinde Filistin, Afganistan ve Irak’ta yaşananlar ise halen güncelliğini korumaktadır. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün elbette ve her ne kadar verilen bu sayılar o ülkede yaşananları göstermeye yetse de güncelin daha ağır olduğu bir gerçektir. Ayrıca emperyalist savaşlarda kadının yaşadığı sorun sadece bunlar da değildir. Açlık, yoksulluk, işsizlik gibi sorunları daha ağır yaşamaya zorlanmaları da eklenince ortaya çıkan tablo “insanlık ayıbı”dır.

Tabii bütün bu yaşanan sorunlar güncel yaşamda kadının yaşadığı sorunlardan bağımsız değildir. Kadını ikinci sınıf insan konumunda gören bu sistem, bu sorunları üretmek zorundadır. Savaşlarda yaşananlar sadece bu sorunun daha katmerli halinden başka birşey değildir. Bugün işkencenin devlet politikası olması ve gözaltılarda, işkencelerde gene aynı sorunların yaşanıyor olması yaşananların asıl kaynağını bir kez daha göstermektedir.

Çözüm üretmekten aciz hatta tam aksine sorunu yeniden üretmek isteyen bu sistem kadının ikinci sınıf insan konumundan her zaman yararlanmak ister. Bunun için de, sorunu çözmek yerine yaşananlara her zaman göz yummayı tercih eder. Uluslarası Af Örgütü’nün yayınladığı bir raporda dünyada her 3 kadından birinin fiziksel şiddete maruz kaldığı, her yıl 5 ile 15 yaşları arasında değişen 2 milyon kız çocuğunun fuhuşa zorlandığı ve bu ticaretin dünya üzerinde 7 milyar doları bulduğu gerçekliği bu sistemin bu sorunu sürekli yeniden üretmekten başka bir şey yapmadığının resmidir. Türkiye’de de durum çok farklı değildir. Türkiye’de kadınların %79’u fiziksel, %52’si sözel, %29’u duygusal, %18’i ise ekonomik şiddete maruz bırakılması, ayrıca her gün ortalama 4 kadının farklı farklı gerekçelerle öldürülüyor olması ve bunun yanında kadınların başvurdukları halde korunmuyor olmaları bu sistemin bu sorunu çözmek iradesinden yoksunluğunu göstermektedir.

Çünkü özel mülkiyet üzerine kurulu bu sistem sorunun temel kaynağını halen kendi içinde barındırmaktadır. Üretim araçlarının ve toplumsal zenginliklerin üzerindeki egemenlik ortadan kalkıp toplumun malı haline gelecek olan sosyalizmde emperyalist savaşlar ortadan kalkacaktır. Bunun için burjuvazinin sınıf egemenliğine karşı sınıfa karşı sınıf tutumu ile hareket etmek ve sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele etmek olmazsa olmaz olarak önümüzde durmaktadır.

İhsan Yiğit Demirel

Kandıra 2 No’lu T tipi D-3

19.02.12