28 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/41

 Kızıl Bayrak'tan
“Milli birlik-bütünlük” değil, mücadeleyi ve dayanışmayı
büyütme zamanı!
Özgürlük için direnen
halklar kazanacak!
Deprem değil devlet öldürüyor!
Deprem bir kez kapitalizm her gün öldürür!
Faşist kudurganlığa karşı devrimci direniş!
“Bir başka ulusu ezen her ulus,
kendisini zincire vurur”- H. Eylül
Kirli savaş için birleştiler
25 Sefer oldu zafer olmadı
Gençliğin 6 Kasım hazırlıklarından
Genç komünistler III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı’nda buluştu
Tarihsel dönem ve devrimci parti
İzmir’de kıdem tazminatı forumu
DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız: “Kıdem tazminatı cephe savaşıdır”
Bir Çel-Mer işçisinden Birleşik Metal Gebze Genel Kurulu üzerine
BEDAŞ işçilerinden yürüyüş
Grevsiz sendika yasası ve KESK’in tutumu üzerine
Tunus’ta seçimlerin galibi dinci parti oldu
“İşgal et” eylemlerinepolis terörü
Yunanistan’da eylemlere
‘sol içi çatışma’ gölgesi
Her şeye rağmen umut insanda!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız:

“Kıdem tazminatı cephe savaşıdır”

Sermaye örgütlerinin isteği doğrultusunda AKP hükümeti tarafından hazırlanan Ulusal İstihdam Stratejisi işçi sınıfı ve emekçiler açısından büyük tehlikeler barındırıyor. Esneklik ve güvencesizlik anlamına gelen bu saldırı dalgasının içeriği ve yaratacağı sonuçlar üzerine DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

- Kıdem konusu gündeme geldikten sonra AKP’li bakanlar, kıdemle ilgili bir düzenlemenin şimdilik gündemlerinde olmadığına dair açıklamalar yaptılar. Sizce böyle mi, saldırı güncel mi?

Bu konuda burjuva medyanın attığı manşetlerden etkileniyoruz. Çalışma Bakanı’nın, 27.07.11 tarihli gazetelerde yayınlanan açıklamaları var. O zaman çalışma bakanının, kıdem tazminatının ne zaman gündeme getirileceği sorusuna, “Şu anda gündemimizde değil ama çok geciktirmeden de getireceğiz” biçiminde bir yanıtı var. “Şu anda gündemimizde değil” söylemi üzerinden bakarsanız bu düzenleme hükümetin gündeminde değilmiş gibi algılarsınız. Hükümet çalışma yaşamına ilişkin düzenlemelerde bir öncelik sıralaması yapmış durumda. Gündemlerinde olmasa zaman zaman Avusturya modeli gibi projeler ortaya atmazlar. Bu konuda bir çalışma yapıldığını herkes biliyor. Sıralama itibariyle bakıldığında öncelikle sendika kanunlarında memurlar için zorunlu olarak 4688 sayılı yasanın değişmesi lazım. Çünkü anayasa değişikliği sonrası memurların toplu görüşme düzeninden toplu sözleşme düzenine geçmeleri gerekiyor. Toplu sözleşme sonuçlarının bütçeye yansıması gerekiyor. Arkasından ise 2821 ve 2822 geliyor. Onun ardından ise kıdem tazminatı başta olmak üzere diğer düzenlemeler geliyor. Hükümet bir ön takvim hazırlamış durumda. Bugün için gündemde değil fakat iki ay sonra gündemde olacak.

Kıdem tazminatı cephe savaşıdır”

- Kıdem tazminatı yıllardır gündemde ancak hükümetler, bir türlü bunu hayata geçirecek adımları atamadılar. Peki neden bugün AKP bu işe soyundu? Neden şimdi?

Rekabet ve maliyet kısmı açısından bakıldığında önemli tartışmalardan bir tanesi kıdem tazminatının işverenler üzerinde “yük” olduğudur. Bugünlerde gündeme gelmesinin bir başka boyutu yaşanan cari açıkla ilgidir. Fonda biriktirilecek paralar mali piyasalara aktarılmak isteniyor. Kıdem tazminatının işverenler açısından karşılığı yüzde 8.3’e denk gelen, yani 12 ay çalışıp 13 aylık bir para alma diye bakılırsa işverenler yüzde 8.3’ü aşağıya çekmek istiyorlar. Çok çarpıcı bir maliyet düşüklüğüne yol açacağı için önceliklerden biridir. Kıdem tazminatından işçilerin bir bölümünün yararlanması nedeniyle işçiler arasında meşruiyet sağlayacağını düşünüyor. Bir dizi çarpıtılmış bilgi nedeniyle bu hakkı kullanamayan işçiler de bunu kullanacaklarını sanıyorlar. Taşeron işçiler kıdem tazminatından yararlanamıyorlar ve yapılacak düzenlemeyle bu haktan yararlanacaklar deniyor. Bu doğru değil çünkü taşeron işçiler de 12 ayı doldururlarsa bu haktan yararlanıyorlar. Bu konuda çok sayıda yargı kararı var ve fiilen de alıyorlar. Kamuoyu algısı böyle olduğu için onu güçlendirmek açısından alamayanların alacağı söyleniyor. Bakanların açıklamalarında, kıdem tazminatı olan yüzde 7-8’lik oranın hakkını mı koruyacağız yoksa büyük çoğunluğun hakkını mı koruyacağız diyerek bu gerçeği çarpıtarak bu çoğunluğu arkasına dizmek istiyor. Ön sıralarda yer almasının nedeni, sermaye açısından bir maliyet unsuru olmasının yanısıra çıkarılması güç olan yasalardan biri olmasıdır. Hükümet elinin en güçlü olduğu dönemde en en köklü değişikliği en öne alıyor. Diğer düzenleme başlıklarına bakıldığında bunlar halen çalışanları kıdem tazminatıyla aynı düzeyde etkilemiyor. Onlar daha çok bir kısmı sonradan işe girecekler, bir kısmı da çalışanlar açısından daha dolaylı etkilenecekleri unsurları içeriyor. Kıdem tazminatı, çalışanları ve örgütleri doğrudan etkiliyor. Kıdem tazminatına yönelik tepkinin söylem düzeyinde de daha şiddetli olmasının nedeni budur. Konfederasyonlar niye kiralık işçilik grev nedenidir demiyor da kıdem tazminatı grev nedenidir diyorlar. Çünkü kıdem tazminatı halen çalışanların haklarını da geriye götürecek sonuçlar doğuracak. Kıdem tazminatı bir cephe savaşıdır. O cephe geriletirse sonrakilerin yapılması çok kolay olacak. Bu nedenle öncelikle kapıyı kıdem tazminatıyla açmayı hedefliyor.

- Hükümet kıdem tazminatı hakkının ortadan kaldırılmadığını, kaldırılmayacağını, hatta her şeyin işçi için daha iyi olacağını söylüyor. (Zamanında alacak, ödeme garantisi vs.) söylüyor?

İki köklü değişikliğe yol açacak. Birincisi, hükümet kıdem tazminatından yararlanma koşullarında değişiklik yapıyor. Kıdem tazminatıyla ilgili şu anda güncel bir tasarı yok. 2002 ve 2008’de hazırlanmış tasarılar var. Ulusal İstihdam Stratejisi’nde kıdem tazminatına ilişkin daha genişçe bir bölüm yer alıyor ve bu konuda yapılacak düzenlemenin ana çerçevesi ifade ediliyor. Elimizde yasa metni olmamasına rağmen kıdem tazminatı konusunda ne yapılmak istendiğini teknik detayları bir kenara bırakırsak biliyoruz. Bu düzenleme yararlanma koşullarını kısıtlıyor. Kıdem tazminatı, dar anlamda bakıldığında işçiler emekli olduklarında, işten çıkartıldıklarında 15 yılı dolduranlar 3600 işgününü tamamladığında ya da kadın işçiler evlendiğinde ve erkek askeri gittiğinde alıyor gibi gözüküyor. Bunun dışında da işçiler 25 farklı gerekçeyle kıdem tazminatını alma hakkına sahipler. Örneğin, işyerinde seni çalıştığın bölümden başka bir bölüme gönderebilir ama o bölüm senin iş koşullarında esastan bir değişikliğe yol açıyorsa işçinin bunu kabul etmeme ve kıdem tazminatını isteme hakkı var. İşveren kötü davranıyor, hakaret ediyorsa tazminatı alma hakkına sahip. Yeni düzenlemeyle sadece emeklilik ve ölümde kıdem tazminatı alacağı söyleniyor. Yararlanma koşulları açısından ciddi bir kısıtlama hali var. Kıdem tazminatının 10 yıl sonra alınacağı gibi bir tartışma var. Bu da şuradan kaynaklanıyor:  2002 tasarısında bir üçüncü koşul olarak da 10 yıl sonra da işçilere kıdem tazminatı verileceği söyleniyordu. Ancak 2008’de hazırlanan tasarıyla bu koşul tamamen ortadan kaldırıldı. Ulusal İstihdam Strateji belgesinde 10 yıl iki koşula bağlandı. Eğer 10 yıl sonra işçi işsiz kalır ise bir miktar para çekme hakkı vereceğiz diyor. Kıdem tazminatını vereceğiz demiyor ve bu miktar belli değil. Alınacak paranın azaltılması konusunda da birden fazla değişiklik sözkonusu olacak. Şu anda yüzde 8,3 diye ifade ettiğimiz karşılık otomatik olarak yüzde 3’e düşürülmek isteniyor. Azaltma sadece yüzde 8’lik payın yüzde 3’e düşürülmesi değil. Hükümet iki yöntemle daha azaltmayı düşünüyor. Kıdem tazminatı hesabında yasa gereği para ve parayla ölçülebilen bütün işçinin yararlandığı haklar dikkate alınıyor. Sadece çıplak ücret değil ikramiyeler, işçinin aldığı diğer sosyal ödemeler, işyerinde yemek yiyiyor ama kıdem tazminatı hesabında o yemeğin parasal karşılığı hesaplanıyor. Servise biniyor somut olarak para almıyor ama yararlandığı servisin maliyeti kıdem tazminatı hesabında dikkate alınıyor. Tüm bunlar kıdem tazminatı hesabında büyük kalemler oluşturuyor.

Bizim işkolumuza baktığımızda, çıplak ücret yüzde 55 civarında, geri kalanında da para ve parayla ölçülebilen sosyal hakların yer aldığını görüyoruz. Bir başka azaltma yöntemi olarak, UİS’te son bir yılın ortalaması esas alınacak diyor. Şu anda işçi kıdem tazminatından yararlanırken en son ücreti neyse onun karşılığı olan parayı alıyor. Dolayısıyla işçiler emekli olmak istediklerinde ücret artış dönemlerini bekliyorlar. Bunu engellemek açısından son bir yılın ortalamasını baz alacaklarını söylüyorlar. Fonu gerekçelendirirken de işçilerin büyük çoğunluğunun yararlanamadığı ve bundan sonra herkesin yararlanacağı söyleniyor. İşçilerin yüzde 7’sinin kıdem tazminatı hakkından yararlandığı söylemi doğru değil. Evet, büyük kısmı yararlanamıyor çünkü TÜİK’in son verilerine göre işçilerin yüzde 43,5’u kayıtdışı çalışıyor. Ne yaparsanız yapın kayıtdışı çalışan işçiler zaten kıdem tazminatından yararlanamayacaklar. Hükümet cephesinin, “herkes yararlanacak” söyleminin doğru olmadığı buradan ortaya çıkıyor. Kayıtdışı çalışmanın çok az olduğu Avusturya’da bile kıdem tazminatından yararlananların sayısı OECD’nin raporuna göre yüzde 44’ler civarında. Bu nereden kaynaklanıyor? Esnek ve mevsimlik çalışanlardan kaynaklanıyor. Bize döndüğümüzde ise, neredeyse yarısı kayıtdışı nedeniyle yararlanamayacak.

Peki esnek, güvencesiz ve kısa dönemli çalışanlar kıdem tazminatından yararlanacaklar mı? Asla yararlanamayacaklar. Sürekli iş değiştiren bir işçinin emekliliğini hak etmesi teorik olarak mümkün ama pratik olarak mümkün değil. Bu nedenle emekli olamayacak ve yararlanamayacak. Hükümet, “senin 3 ay, 6 ay veya 8 ay çalıştığını toplayacağım” diyor. Topla ama toplanan miktar emeklilik için yeterli olmayacak. SSGSS’nin çıkarıldığı dönemde mezarda emeklilik olarak ifade ediyorduk. Eğer o mezarda emeklilik ise bu da ‘mezarda tazminat’ anlamına geliyor. Bir başka yaygın söylem ise, şu anda kendi isteği ile işten ayrılanların yeni uygulamayla beraber kıdem tazminatından yararlanabilecekleri iddiası. İşçilerde böyle beklenti var. Bu da doğru değil. Avusturya’da böyle bir propaganda yapılmış ki onlar da yararlanamıyor. Avusturya modelinin konmasının nedeni yararlanma koşullarının kıdem tazminatının öncesi itibariyle bize benzer olması. Kıdem tazminatı konusunda TİSK Başkanı’nın “İşçilerin kazanılmış hakları varsa bizim de kazanılmış haklarımız var” yönünde bir açıklaması var. TİSK Başkanı, işçi kendisi işten ayrılırsa bu haktan yararlanamayacağını söylüyor. Bugüne kadar hazırlanan hiçbir tasarıda ve UİS’te de kendi isteğiyle işten ayrılanın yararlanacağına dair bir madde sözkonusu değil. Buradaki tek amaç kamuoyunu yanlış yönlendirmektir. Buna ilişkin hiçbir hukuki düzenleme yer almıyor. Bugün itibariyle kıdem tazminatından yararlanamayan kesimler fon olduğunda da asla tazminattan yararlanamayacak. Hükümet cephesinden cevaplanması gereken soru bu? Esnek ve güvencesiz çalışanlar, kayıt dışı olanlar nasıl yararlanacakmış diye sormak gerekiyor.

Kıdem tazminatı ayrıca esnekliği de sağlayacak bir unsurdur. Sadece gelirin azalması ya da işten çıkarmayı kolaylaştırıcı sonuçlarının ötesinde (çünkü kıdem tazminatının çok kritik olan gelir işlevi, dolaylı bir iş güvencesi işlevi var) kıdem tazminatı ödeme nedeniyle gerçekleştirilemeyen esneklik Fonla birlikte hayata geçecek. Şu anda patronlar işçinin işini istedikleri gibi değiştiremiyorlar. İş değişikliği esastan bir değişiklik ise işçinin tazminatını alıp ayrılma hakkı var. Fon olduğunda bu baskı ortadan kalkacak ve istediği zaman istediği kadar işçiyi istediği gibi çalıştırma rahatlığına kavuşacak. İşçi sağlığı ve güvenliği açısından da yine bu türden olumsuz sonuçları var.

Kritik olan 2822 sayılı yasa”

- Bu dönemde sendika konfederasyonları ile hükümet ve sermaye arasında yeni sendikalar, grev ve TİS yasaları başlıkları üzerine pazarlıklar sürüyor. Birtakım kazanımların olduğu söyleniyor. Sizce gerçekten böyle mi?

2821-2822 sayılı yasa değişikliklerinin bir kısmı hükümetin, çalışma ilişkilerinin esnekleştirilmesi stratejisiyle bağlantılı ama bir bölümü de bunun dışında kalıyor. Bunun dışında kalandan kastettiğim yıllardır belli yasaların değiştirilmesi konusunda ILO’nun bir baskısı var. Bu artık iki nedenle bir doygunluğa ulaşmış durumda. Hükümet artık ILO baskısından kurtulmak istiyor. İçeride de artık pratikte işlemeyen bazı durumlar sözkonusu olduğu için bunu hayata geçirmek istiyor. 2009’da yine TİSK Başkanı’nın bir açıklaması var. Sendika ve iş kanunu değişiklikleri birarada ele alınmalıdır diye söylüyor. Bu ne anlama geliyor? Biz 2821-2822’de bazı tavizler verebiliriz ama biz de sizden taviz isteriz anlamına geliyor. Kazanımlar var mı? sorusunu ise öncelikli olarak neye göre kazanım çerçevesinde yanıtlamak gerekiyor. 2821 sayılı kanunda önemli düzenlemeler var. Benim, son 8-10 yıllık süreçte gördüğüm en iyi tasarı ama bunun böyle olması bir şey ifade etmiyor. 2821-2822 bütünlüklü olarak ele alınmak durumunda. Kritik olan ise 2822 sayılı yasadır. Biz ikisini birlikte ele almalıyız. Bazı düzenlemelerin tüzüğe bırakılması veya işkollarının azaltılması açısından olumlu olarak ifade edilebilecek yanları var. Ayrıca işkolu konusunda başka bir fikre sahibim. İşkolu sayısının azaltılması olumlu gibi görünüyor ama sendikal özgürlükler açısından toplu sözleşmenin işkoluyla sınırlandırılmasına karşıyım. İşyeri ve meslek sendikacılığına da, ya da farklı düzeylerde de toplu sözleşme yapmaya olanak sağlanması gerekiyor. Sendikalar hangisini istiyorlarsa o düzeyde toplu sözleşme yapabilirler ama örgütlenme, toplu sözleşme hakkının yasayla sınırlandırılmaması gerekir. İşkolu kendiliğinden militan veya mücadeleci sendikacılığa yol açmaz. Bugün de işkolu sendikacılığı sözkonusu ama sarı olmayan kaç tane sendikadan söz edebileceğimize bakmak gerekiyor.

Bizim asıl olarak 2822’ye bakmamız gerekiyor. Yoksa 2821 Sayılı Yasa’da noter şartının kaldırılması açısından göreli iyileştirmeler var ama toplu sözleşme ve grev hakkına bakmamız lazım. Örneğin barajlar konusuna baktığımızda örgütlenmenin önündeki en temel engellerden bir tanesidir. Son tasarı itibariyle bakıldığında işkolu barajının binde 5’e düşürülmesinden bahsediliyor. İlk anda, yüzde 10’dan yüzde 5’e düşürülmesi çok büyük değişiklik hissiyatı veriyor. Bu değişikliği, işkollarındaki yetki tespitleri konusundaki başka bir yasal düzenleme izliyor. O yasal düzenlemede, artık Çalışma Bakanlığı’nın değil SGK’nın istatistiklerini ve gerçek üyeliklerin esas alınacağı yer alıyor. SGK istatistiklerinin artması işkolunda çalışan sayısının artması anlamına geliyor. Örneğin metal işkolunda bugün itibariyle Çalışma Bakanlığı istatistiklerine göre 675 bin kişi gözükürken SGK istatistiklerine göre 1 milyon 100 bin kişi gözükecek. Şu anda 67 bin 500 olan işkolu barajı, yüzde 10 açısından bakıldığında 110 bine çıkıyor. Büro işkoluna bakıldığında çalışan sayısında anormal bir artış var. Binde 5’in kendisi bile çok büyük bir rakama tekabül ediyor. Ancak işyerindeki 51 barajı ise halen korunuyor.

İşverenlerin ve sermaye cephesinin ve hükümetin yüzde 51 barajı konusunda esnemeleri sözkonusu değil. Konfederasyonlar cephesinde ise, barajların kaldırılmasına direnen örgütlerin başında ise Türk-İş bulunuyor. Barajlar kalkarsa örgütlü olduğu yerlere başka birileri girer diye korkuyor. Köklü değişikliklerden bahsederken bir de grev hakkına bakmak gerekiyor. Grev hakkı konusunda da hükümet yine anayasa değişikliği döneminde anayasada yer alan “işyeri işgali, siyasal amaçlı grev” gibi yasakların kaldırıldığını söylemişti ve o paragraf çıkartılmıştı. Ancak, yasa tasarısında grev hakkı yine toplu sözleşmedeki uyuşmazlıkla sınırlandırılmış durumda, onun dışındaki direniş biçimlerinin tümü yasaklanmış durumda. Grev hakkı konusunda ise küçük değişiklikler var. Grev yapan işyerlerinde  bekleme koşullarında küçük değişiklikler var. Çadır yasağının kalkması, grev yapılacak alanların bir miktar sınırlanması sözkonusu. Buradan bakıldığında, 12 Eylül yasalarıyla kökten hesaplaşan bir düzenlemeden söz edilmesi mümkün değil.

Sendikal hareket güven vermeli”

- UİS uygulandığında sendikal haklar bundan nasıl etkilenecek? Bu hakların başına neler gelecek?

Ulusal İstihdam Stratejisi’nin kendisi esnek ve güvencesiz çalışmayı arttıracaktır. Esnek ve güvencesiz çalışmanın egemen olduğu, işçinin sermayeye bağımlılığının arttığı bir dönemde işçilerin örgütlenme haklarını kullanmaları daha da zorlaşacak. Bu anlamıyla bir sonuç doğuruyor. Bunun kırılmasının tek yolu ise sendikal hareketin işçilere güven duygusu vermesidir. Sendikalara güvensizliğin derinleştiği bir süreçte sermayeye olan bağımlılık artacak. 2821 ve 2822 sayılı değişiklikler de bu anlamda örgütlülük açısından çok önemli bir sonuca yol açmayacak.

Bütünlüklü bir mücadeleye ihtiyaç var”

- Mücadelenin durumunu nasıl görüyorsunuz?

Genel saldırı dalgası açısından bakıldığında gelişmelerin, işçi sınıfı açısından stratejik önemde olduğunu düşünüyorum. 1980 sonrası en köklü değişikliklerin olduğu bir süreçle karşı karşıyayız. Hükümetin kıdem tazminatını öne alması açısından bakıldığında kıdem tazminatı konusu işçilerin duyarlılığının yüksek olduğu bir konu. Bunun harekete geçirilmesi kritik önemde. Şu an itibariyle baktığımızda, örneğin Türk-İş’in, Avusturya modelinin tartışıldığı günlerde yaptığı bir açıklama var. İlk bakışta çok soldan yapılan, kırmızı çizgilerin ifade edildiği “yapamazlar” türünden bir açıklama gibi görünüyor ama hareketi pasifize eden bir sonuç taşıyor. İşçilerin tepkisini yatıştıran bir rol üstleniyor. Buradaki kritik önemdeki konfederal yapı Türk-İş’tir. Diğer yapılara baktığımızda Hak-İş zaten kıdem tazminatı ve UİS’e karşı değil. DİSK her ikisine de karşı ama sendikal yapıdaki gücünün bir sınırı var. Köklü bir değişikliğe yol açacak nicelik ve örgütlülük durumuna sahip değil.

Türk-İş’in 2003 yılında kıdem tazminatıyla ilgili kararı var. Grev hakkının kullanılması açısından işçilerin Türk-İş üzerindeki baskısının arttırılması lazım. Sadece bir günlük bir greve gidilmesi gibi bir fetişten bahsetmiyorum. Kıdem tazminatı gibi bir saldırıyı bir günlük bir grev geriletmez. Son dönemde Avrupa ve dünyadaki  mücadelelere baktığımızda bazı ülkelerde neredeyse her gün genel grev oluyor. Saldırının şiddetiyle, gösterilecek tepkinin şiddetinin aynı düzeyde olması gerekiyor. Sermaye ve devlet bir günlük bir grevi tolere edebilir. Daha sistemli ve istikrarlı bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Taksim’in kazanılması devrimcilerin birkaç yıl süren inat ve ısrarının sonucudur. Şimdiki düzenlemelerin de stratejik önemde olduğu düşünüldüğünde buna da aynı şiddetle karşı durulması gerekir. Bu saldırı basın açıklamalarıyla geçiştirilecek bir süreç değildir.

Toplamda iki şeyin yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, hükümet cephesinden yapılan ve burjuva medya eliyle yayılan bir bilgi kirliliği var. Düzenlemeler konusunda toplum genelinde meşruiyet yaratılmaya çalışılıyor. Buna karşı yaygın bir aydınlatma faaliyeti yürütülmeli. İkinci olarak ise mücadeleye hazırlık anlamında sendikalar üzerindeki baskının arttırılması gerekiyor. Aşağıdan yukarıya herkese sorumluluk yükleyen bir faaliyetle ancak örgütler harekete geçirilebilir ve mücadele programı ortaya konabilir. Elbette sınıfın bütün siyasal örgütleri de bu konuda gerekli çabayı ortaya koymalıdır. Bu sadece birkaç siyasal çevrenin faaliyetiyle olacak şey değildir. Daha bütünlüklü bir mücadeleye ihtiyaç var.

Kızıl Bayrak / İstanbul