22 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/28

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük iradesini kırmak için ırkçı-şoven saldırganlık…
Uşak etkin taşeronluğa hazırlanıyor! ..
Kürt halkına karşı topyekün
saldırıya geçtiler
DTK’dan ‘Demokratik Özerklik’ ilanı
Faşist güruhlar sokaklara salındı!.
Sermayenin saldırı stratejisi
ortaya çıktı!
Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor
"Yalanlarla göz boyayıp dikensiz gül bahçesi yaratmayı hedefliyorlar”
Kamu TİS’leri ve
sendikal ihanet gerçeği!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Temmuz Ayı Toplantısı Sonuçları!
GEA’da kanunsuz lokavt
Mas-Daf’ta engeller aşıldı
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Mısır’da sınıfsal çizgiler netleşiyor, talepler farklılaşıyor
Yemen’de halk hareketinin
dinamikleri ve açmazları
Douwe Egberts’te direniş kazandı!
Şili’de öğrencilerden militan gösteri
Artık tek bir zayıf halka yok! - Volkan Yaraşır
Libya Temas Grubu İstanbul’da toplandı
Kıbrıs’tan kirli elinizi çekin!.
“Ben bölücü ve terörist
değilim, bir Kürdüm”
Parti değerlerini
özümsemenin önemi
“8. Mamak Kültür-Sanat
Festivali’nde buluşuyoruz!”.
Kapitalizm, yabancılaşma ve DÖNÜŞÜM
Cumartesi Anneleri’nden
sessiz protesto.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mısır’da sınıfsal çizgiler netleşiyor, talepler farklılaşıyor

Tahrir Meydanı’nı dolduran milyonlar Hüsnü Mübarek ve zorba rejimine karşı tek şiar altında birleşmişti; “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!” Bu görkemli kitlesellik, geçiciydi elbet. Nitekim Amerikancı Mübarek alaşağı edilince, kaçınılmaz olarak saflar da şiarlar da ayrışmaya başladı.

Diktatör kovulduktan sonra “birliğimizi koruyalım, parçalanmayalım, tek ses kalım…” söylemi, en iyi ihtimalle naifliğin eseri olabilir. Toplumun faklı kesimleri çıkarları kesişirse ortak şiar veya şiarlar etrafında birleşebilirler. Üstelik bu kapitalist toplumda sık görülen bir durum da değil. Çünkü sınıfsal ayrışmanın net olduğu yerde, farklı sınıfları ortak şiarlar etrafında birleştirmenin zemini ortadan kalkar. İşçi ve emekçilerin şu veya bu burjuva akımın peşinden sürüklenmeleri ise, politikleşmeye değil, tersi bir duruma işaret eder. Kendi davası için mücadele etme bilinci ve örgütlülüğünden yoksun olan emekçilerin, karşıt sınıfların peşinden sürüklenmesidir sözkonusu olan.

Kitlelerin hareketli olduğu durumlarda, yani sınıfların politize olup sokaklara çıktığı yerde, burjuvazinin farklı kesimleri genellikle işçi ve emekçilerden uzak dururlar. Geçici yol arkadaşlığı zorunlu hale geldiğinde ise, -Şu sıralar Arap dünyasında olduğu gibi- birlikte yürüme zorunluluğu ortadan kalktığı anda, burjuvazi yolları ayırır. Şu sıralar Tunus ve Mısır’da olduğu gibi…

Burjuvazinin şu veya bu kliği kendi yönünü çizdiği halde, demagojik söyleme başvurarak işçi ve emekçilerin en azından bir kısmını peşinden sürüklemeye ve bu kitle gücünü siyasi ranta tahvil etmeye çalışır. Ancak isyan anlarında işçi ve emekçiler kitlesel şekilde politikleştiği için bu tür manevraların başarıya ulaşma şansı sınırlıdır.

Bu geçiş süreçlerinde ortalığı bulandıran küçük burjuvazi ve orta sınıflar olur. Ara katmanların kritik anlarda siyasi irade ortaya koymaları çok zor olduğundan birlik için ağıt yakmaya başlarlar. Bu ara duruşlar işçi ve emekçilerin yeterince politize olamamış, diğer bir ifadeyle bağımsız sınıf tutumu geliştirme bilinç ve örgülülüğünden yoksun olan kesimlerini etkiler. İsyanlar vahşi bir şekilde bastırılıp geri çekilmezse eğer, ortalığı bulandıran ara katmanların etkisi de kısa ömürlü olmaya mahkûm olur. Zira hareket ilerlemeye devam ettiğinde, her sınıfın kendi programı ve bayrağı ile siyasi arenaya inmesi kaçınılmaz olur ki, bu sağlıklı ayrışma net olmayan duruşların bir kenara itilmesine yol açar.

Saflar netleştikçe, şiarlar berraklaşıyor

“İkinci devrim dalgası” kabarmaya başladıktan sonra Tahrir Meydanı’ndan yansıyanlar, Mısır’da sınıfsal ayrışmanın belirgin bir hal almaya başladığına dair güçlü işaretler taşıyor. İsyana katılanlar, karşı çıkanlar, yükseltilen şiarlar, Yüksek Askeri Konsey ve İsam Şeref liderliğindeki geçici hükümetin izlediği politikalar… Tüm bunlar artık belirgin bir sınıfsal duruşa tekabül ediyor.

Bazı kurumları işlemez hale gelen, bazılar da reforme edilen Mübarek döneminden kalan rejimin başında bulunan Yüksek Askeri Konsey, verili koşullarda Mısır büyük burjuvazisinin çıkarlarını temsil ediyor. Mübarek’in ardından yönetime geçen generaller, kurdukları hükümetle birlikte rejimi halk isyanının sarsıcı etkilerinden korumaya çalışıyorlar. Milyonlar alanlara çıkmadan hiçbir somut adım atmayan generaller, İsam Şeref başkanlığındaki hükümete, Mübarek’in suç ortaklarını doldurarak ilk günden beri saflarını belli etmişlerdi.

Grevleri ve militan gösterileri yasaklayarak, kimi zaman fiili saldırılarda bulunarak diş gösteren Askeri Konsey, “ikinci devrim dalgası”nı başlatan güçleri tehdit ederek de rejimin en temel dayanaklarından biri olduğunu gözler önüne seriyor.

İlk aşamada halk isyanına ihtiyatla yaklaşan Müslüman Kardeşler ise, milyonların harekete geçmesi üzerine eylemlere katılmış, ancak Hüsnü Mübarek’in devrileceği kesinleştiği anda, aleni bir şekilde gerici cephede yer almıştır.

Mübarek döneminde bile grevlere ve işçi eylemlerine düşmanca yaklaşan Müslüman Kardeşler, gelinen yerde genç kuşaklarla işçi ve emekçileri evlerine kapatıp, sömürü ve kölelik düzenini “istikrarlı” bir şekilde sürdürmeyi temel alan bir çizginin temsilcisidir. “İkinci devrim dalgası”nı kırmak için çok yönlü bir uğraş içinde oldukları gözleniyor.

Kökten dincilerin bir kesimini de peşinden sürükleyen bu hareket, dinci-gerici çizgisi, neo-liberalizmi savunması ve yakınlarda Washington’da görücüye çıkmasıyla -geçmiş tarihi yönünden olmasa bile-, güncel duruşu itibariyle AKP’ye benzetilebilir.

Burjuvazinin liberal, ulusalcı, solcu hareketlerde temsil edilen daha zayıf kesimleri ise, halen geçiş sürecine uygun bir şekilde davranıyorlar. Verili koşullarda güçleri sınırlı olan bu kesimlerin tutumu, emekçilerden yana gibi görünse de, özde farklıdır. “İkinci devrim dalgası”nı estiren emekçilerle birlikte Tahrir Meydanı’na çıkan bu güçler, Hüsnü Mübarek ve suç ortaklarının hızlı ve açık bir şekilde yargılanmasını, Mübarek rejiminin simalarından arındırılmış yeni bir hükümetin kurulmasını, sosyal alanda bazı adımların atılmasını, en azından söylemde destekliyorlar. Fakat bu aynı güçler, Süveyş Kanalı’nda grev yapılmasına karşı çıkıyor, hatta bunun “kırmızı çizgiler”i olduğu açıkça ilan ediyorlar. Yani sorun işçilerin bir sınıf olarak yaptırım gücünü ortaya koyabileceği bir eyleme geldiği anda, karşı cephede soluğu alıyorlar. Belirtmek gerekiyor ki, hem Askeri Konsey hem Müslüman Kardeşler’in grev ve meydan işgallerine karşı çıkış gerekçeleri ile liberal burjuva akımların Süveyş Kanalı’nda greve itiraz etme gerekçeleri çakışıyor; “üretim aksıyor, zaten mali sıkıntı içinde bulunan ülke ekonomisi daha da darboğaza giriyor, vb…”

İşçi sınıfıyla emekçilerin duruşu ise, “İkinci devrim dalgası” ile Tahrir Meydanı’nda yükselmeye başlayan şiarlarda simgeleniyor. İsyanın başını çeken sol/sosyalist hareketler, işçiler ve emekçiler, halen Kahire, İskenderiye ve Süveyş kentlerinde devam eden direnişin lokomotifi konumundadır.

“Devrim devam ediyor!” şiarını yükselten bu güçler de devrik diktatörle suç ortaklarının hızlı ve açık bir şekilde yargılanması, Mübarek rejimiyle suç ortaklığı olmayan şahsiyetlerden yeni bir hükümetin kurulması, yen bir anayasanın hazırlanması vb. talepleri yükseltiyorlar. Kendilerinin “reformcu” değil, “devrimci” olduğunu, Mısır’da yaşananların “reform” değil “devrim” olduğunu, dolayısıyla yönetimin de kendilerini bu şekilde muhatap alması gerektiğini vurgulayana bu güçler, “25 Ocak devrimi”nin talepleri gerçekleştirilinceye kadar mücadeleye devam edeceklerini ilan etmiş bulunuyorlar. Nitekim şimdiden Askeri Konsey ve İsam Şeref hükümeti bazı konularda geri adım atmışlardır.

Daha da önemlisi, sosyal adalet talep eden bu güçler, asgari ücretin arttırılmasını, işsizlik ve yoksullukla mücadele edilmesini, sendika ve grev hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, sağlık ve eğitim hizmetlerinin parasız hale getirilmesini, kurulacak hükümetin “25 Ocak Devrimi”ne önderlik eden güçlerin taleplerini yerine getirmeyi esas alması gerektiği vb. talepleri savunuyorlar.

Bu talepler, belirgin bir şekilde işçi sınıfı ve emekçilerin acil ihtiyaçlarıyla bağlantılıdır. Görünen o ki, bu haliyle üç büyük kentin meydanlarını işgal eden güçler içinde, bu talepleri öne çıkartan sol/sosyalist güçlerin belirgin bir yeri var. Elbette bu kadarı, henüz işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının karşılandığı anlamına gelmiyor. Ancak giderek güçlenen dinamikler ve artan birikimler, bu temelli sorunun çözümü için de uygun koşulları yaratacaktır.