10 Haziran 2011
Sayı: SİKB 2011/22

 Kızıl Bayrak'tan
Seçim sonrasının kapsamlı
mücadele gündemleri
Seçim oyununa gelme, safları sıklaştır
Yeni katliamlar İzmir’den
yönetilecek!
Hopa protestolarında polis terörü
Herkes için CHP(!): Kimin için demokrasi?
Kürt haraketine ‘seçim ablukası’
İstanbul’da “Seçimler, siyasal gelişmeler ve sol hareket” paneli...
Bursa’da “Seçimler ve sol hareket” paneli
llerde yaygın ve çok
yönlü çalışma.
Devrimci seçim kampanyası
etkinliklerle büyüdü!
Ontex’teki sendikal ihanet
gerçeğine tanıklık
Kampanya dönemi ışığında sınıf çalışmamız
Burger King Çağrı Merkezi
çalışanlarıyla konuştuk
Emekli-Sen üyesi Yalçın Vural ile sendikada yaşanan son gelişmeler üzerine konuştuk.
Kamu TİS’lerinde eylemler
Yunanistan’da iki dünya
karşı karşıya!
Yemen’de halk isyanı
yeni bir evrede!
Ortadoğu’daki isyan ruhu siyonistleri zorluyor
Stuttgart’ta antifaşist öfke
Kurs dayatmasına eylemli yanıt
Eğitim-Sen 8. Olağan Genel Kurulu’nun ardından.
Haziranda ölmek zor!
‘84 ölüm orucu şehitleri
kavgamızda yaşıyor!
Coca Cola cinayet
işlemeye devam ediyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim sonrasının kapsamlı
mücadele gündemleri

Seçime sayılı günler kaldı. Düzen partileri arasındaki kıyasıya yarış devam ederken, seçimlerin ardından izlenecek politikalara ilişkin tartışmalar da şimdiden başlamış durumda.

Seçimlerden AKP’nin galip çıkacağı, CHP’nin oylarını arttıracağı, MHP’nin barajı aşacağı, BDP’nin güçlü bir meclis grubu kuracağı konusunda genel bir mutabakat var. Tartışmalar asıl olarak, AKP’nin anayasayı değiştirebilecek bir milletvekili sayısına ulaşıp ulaşmayacağı ve CHP’nin AKP’yi dengeleyecek bir gelişme sağlayıp sağlayamayacağı üzerinde yoğunlaşıyor. Diğer bir tartışma ise, seçimlerin ardından Kürt sorununda hangi adımların atılacağı konusunda.

İlk tartışmanın önemi ortadadır. AKP’nin seçimlerden anayasa değişikliğini gerçekleştirebilecek bir sayısal çoğunlukla çıkması, onun devletin iktidar dümenini daha sıkı kavraması, dinci gerici sermayenin çıkarlarını korumak ve kollamakta o denli pervasız davranması demektir. Aynı zamanda TÜSİAD burjuvazisini rahatsız eden, dinsel değerleri ve yaşam biçimini topluma dayatma eğiliminin daha da güçlenmesi sonucunu verecektir. Bunun için, emperyalizm ile tekelci burjuvazinin TÜSİAD’da örgütlü kesimleri, kendilerine hizmette kusur etmeyen AKP’yi desteklemekle birlikte, aynı zamanda onu güçlü bir CHP ile dengelemek istiyorlar. Son günlerde de bu istek ve beklentilerini açıkça ortaya koyuyorlar.

Bu arada AKP emperyalizme hizmette sınır tanımıyor. Öyle ki, emperyalistler cephesinden burjuva siyasetine ilişkin tercihler ortaya konulurken, İzmir’in NATO’nun kara harekat üssü olacağı bilgisi ayyuka çıktı. Bu, bir süredir ciddi işaretleri görülen ABD-AKP yeni dönem işbirliğinin içeriği konusunda önemli açıklıklar sağladı. Ülke toprakları, emperyalistlerin savaş örgütü NATO’nun kara operasyonlarının harekat merkezi haline getirilmesi ölçüsünde, kanlı ve kirli operasyonların merkezi olacaktır. Bu konuda o denli pervasızlar ki, bu soysuz işbirliğini seçimlerin bitmesini dahi beklemeden açığa vurdular. Kuşkusuz bu aynı zamanda seçimler için gerekli emperyalist desteğin de koşuludur. Dikkat edilirse, AKP’ye rakip olmak iddiasındaki CHP ile faşist MHP de bu türden bir ağır işbirlikçiliğe ses çıkartmamakta, emperyalizmin istem ve ihtiyaçlarına yanıt verecek bir çizgide hareket etmektedirler.

Bu demektir ki, seçimlerin ardından emperyalizme uşaklık yeni boyutlar kazanacaktır. Libya’ya yönelik muhtemel bir kara harekatı bir yana, Türk devletinin de doğrudan içerisinde yeralacağı Suriye’ye yönelik bir operasyon ihtimali giderek ısıtılmaktadır. Böylece Türkiye, emperyalizmin bölgesel karakolu, saldırı ve savaş üssü haline getirilmiş olacaktır. Düzen partileri birbirleriyle keskin söylemlerle kavga eder görünürken, emperyalizme uşaklık çizgisini derinleştiren bu adımların arkasında birlikte durmaktadırlar. Dolayısıyla, seçimlerin sonucunda mecliste ortaya çıkacak dengelerden bağımsız olarak, emperyalizme kölece bağımlılığın daha da pekiştirileceği bir tablo ile yüzyüze kalınacaktır.

Bir diğer önemli tartışma konusu olan Kürt sorununa gelince, AKP şefleri inkarcı-şoven söylemlerini derinleştirmekte, son derece saldırgan bir dille Kürt sorununda çözüme yönelik bir beklenti yaratmamaya özen göstermektedirler. Seçim sürecine egemen olan baskı ve zorbalık çizgisinde de belirgin bir kararlılık içindedirler. Bunun düzen güçlerinin ortaklaştığı bir tutum olduğu açıktır. Her ne kadar düzen içi iktidar mücadelesindeki hesaplar uğruna bugün AKP’nin Kürt bölgesinde güç kaybetmesinden belli bir memnuniyet duyuluyor olsa da, Kürt hareketinin geldiği düzey tüm düzen güçlerinin başını ağrıtmaktadır. 12 Haziran’dan sonra Kürt halkının mücadele gücü ve enerjisini kırmak ve hareket üzerinde kontrol sağlamak, emperyalizmin de destek verdiği ortak yönelim durumundadır.

Fakat kendine güvenen ve moral olarak güçlü bir Kürt hareketini kırıntılarla tasfiye etmenin mümkün olmadığı açıktır. Bu koşullarda ne yapıp edip onu moral olarak çökertmeye, sonuca gitme azmini ve umutlarını kırmaya yöneleceklerdir. Bu amaçla kullanılacak silahlardan birisi, bugünlerde dillendirilen kapsamlı bir askeri tasfiye operasyonu olabilir. Fakat bu operasyonun başarılı olma ihtimali azdır. 2009’daki “açılım” süreci öncesinde de bu politikayı hayata geçirmeye kalkmışlardı. Fakat sonuç tam bir fiyasko olmuş, tersinden Kürt hareketini moral ve siyasal olarak güçlendirmişti.

Diğer taraftan, bugün kapsamlı bir askeri operasyon seçeneği üzerinde durulsa da, seçimlerden sonra başlatılacak yeni anayasa tartışmaları vesilesiyle “yeni bir toplumsal konsensüs oluşturmak” adı altında bazı sembolik adımlarla bir rüzgar estirilmeye çalışılması da muhtemeldir. Göründüğü kadarıyla Abdullah Öcalan da bu tür bir beklentiyle 12 Haziran’ın ardından AKP’den böylesi bir yeşil ışık beklemektedir. Fakat egemenlerin Kürt halkının mücadelesini bu tür yöntemlerle bastırma ve denetim altına alma olanakları zayıftır. Bu nedenle, seçimlerden sonra kendi yolunu çizmek yönünde ortaya bir iddia koyan Kürt hareketi ile birlikte Kürt sorununu, bir kriz yönetimi stratejisiyle kontrol etmeye çalışmak düzen güçlerinin tercihi olacaktır. Bu, bir yandan baskı ve terörün dozunu arttırmak, diğer yandan düzen içi kanallar açmak, işbirlikçi Kürt siyasetini teşvik etmek anlamına gelmektedir.

Bu demektir ki, seçimlerin ardından düzen güçleri, emperyalistlerle derinleştirilen kölelik ilişkilerinin gereği olarak dışarıda aktif roller üstlenirken, içerde Kürt halkına ve emekçilere yönelik baskı ve terörün dozunu arttıracaklardır. Buna “yeni anayasa” başlığı altında toplumun “demokratikleşme” aldatmacasıyla sersemletilmeye çalışılması eşlik edecektir. Elbette bunlarla birlikte işçi sınıfı ve emekçilere yönelik kapsamlı bir sosyal yıkım planı uygulamaya sokulacaktır.

Tüm bunlar birarada, önümüzdeki dönemin mücadele görevlerinin neler olduğu konusunda net bir tablo ortaya koymaktadır. Bu bir yandan anti-emperyalist mücadeleyi yükseltmek demektir. Diğer yandan Kürt halkıyla tam bir dayanışma içerisinde olmak ve daha da pekiştirilecek olan polis rejiimine karşı hak ve özgürlükler mücadelesini büyütmek demektir. Ve nihayetinde, sosyal yıkım politikalarının büyüttüğü sosyal öfkeyi açığa çıkarmak ve sınıf mücadelesini örgütlemek demektir.

Hepsi birbiriyle içiçe olan, birbirini tamamlayan bu görevlerin üstesinden ancak güçlü ve örgütlü bir sınıf mücadelesinin geliştirilmesiyle gelinebilir. Komünistler ile ilerici-devrimci güçler bu bilinç ve sorumlulukla dönemi ve dönemin ortaya çıkardığı kapsamlı görevleri kavramalı ve omuzlamalıdırlar.