27 Mayıs 2011
Sayı: SİKB 2011/20

 Kızıl Bayrak'tan
Karşı koymak için safları sıklaştıralım!
Kürt halkının mücadele kararlılığı ve düzenin açmazları
Kılıçdaroğlu Dersim’de
Kürt sorununu hatırladı
Ankara’da seçimler ve devrimci tutum paneli
İstanbul’da seçim çalışmaları
İzmir’de seçim çalışması
İllerde seçim çalışması
Telat Çelik ile Düzce’deki
sınıf hareketi üzerine
Balcalı ve Akdeniz’de
grev kazanımları
Direnişçi işçilerin boykot çağrısına
polis saldırısı..
Fabrika çalışmalarımızın mevcut durumu üzerine
Tahrir’den Puerto de Sol’a isyan büyüyor!
Arap halklarının direnişi karşı-devrim planlarını bozacaktır!
Avrupa işçi sınıfı ve Yunanistan’da
kitle grevleri - Volkan Yaraşır
Suriye’de siyasi gelişmeler ve olasılıklar
Salih ve diktatörlüğü yıkılana kadar direniş!
Schengen tartışmaları ve
emperyalist ikiyüzlülük
25. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği üzerine
Devrime koşmak veya onun suretiyle yetinmek - S. Kurtuluş
Simav depremi ve yeniden kanıtlanan gerçekler
ÜMMP ve İşsizlik İstanbul Yerel Kurultayı yapıldı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Arap halklarının direnişi
karşı-devrim planlarını bozacaktır!

+Kuzey Afrika’da başlayıp Ortadoğu’ya yayılan halk isyanlarının Arap dünyasında başlattığı yeni dönem, emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki işbirlikçilerini gafil avlamış, bu güçleri, olayları bir süre şaşkınlıkla izlemek zorunda bırakmıştı. Ancak bu dönemi kısa sürede atlatan gerici güç odakları, ilk fırsatta karşı-devrimci saldırıyı başlattılar.

İsyan ateşlerini tutuşturan kapitalizmin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklarla işçi ve emekçiler, uzun süredir neo-liberal politikalar uygulayan Amerikancı zorba rejimleri kısa sürede sarsmış, on yıllardan beri işbaşında bulunan diktatörleri alaşağı etmiştir.

İsyanların yarattığı yeni durum, emperyalist/siyonist güçlerin, somutta ABD-İsrail ikilisinin bölgedeki etkisini zayıflatmış, Arap dünyasındaki gericiliğin kalesi olan şeriatçı Suudi Arabistan rejimine ise ecel terleri döktürmüştür. İsyanlar, dünya genelinde işçi ve emekçilerin sempatisini kazanırken, gerici güçleri ise endişelendirip telaşlandırmıştır. İspanya’da alanları işgal eden gençlerin Tahrir Meydanı işgalini örnek aldıklarını açıklamaları, gerici güçlerin endişesinin yersiz olmadığını gösterdi. 

Karşı-devrimin şefi Obama’dır

Obama yönetiminin isyanlar karşısındaki tutumu, ABD’nin sefil emperyalist çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsemediğini bir kez daha kanıtlamıştır. Hal böyleyken, hafta ortasında Washington’dan Arap halklarına seslenen Obama, halk isyanlarının “militan destekçisi” edasıyla konuştu. İsyanlar yıllardır desteklediği diktatörleri hedef almışken, dahası Obama yönetimi Bin Ali ve Mübarek zorbalarını son ana kadar desteklemişken, ABD başkanının kendini “diktatörlük karşıtı” ilan etmesi, Arap halklarını etkilemek için nasıl da riyakârlığın sınırlarını zorladığını gözler önüne seriyor.  

Belirtmek gerekiyor ki, iki yüzlülük, halk hareketinin devam ettiği ülkelere karşı izlenen çifte standarda dayalı tutumda da kendini göstermektedir. Beşar Esad ile Kaddafi’yi cepheden hedef alan Obama, Yemen diktatörü Abdullah Salih’e bazı hatırlatmalarda bulunmakla yetindi. Bahreyn despotu El Halife’ye ise açıkça destek verdi.

Obama’nın sergilediği kaba riyakârlık ve tutarsızlıklar gözlerden kaçmadığı gibi, ABD emperyalizminin, sefil çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsemediği gerçeği, Arap halkları nezdinde daha aleni bir hal almıştır. 

Konuşmasında, Tunus’la Mısır’a mali destek vaat eden Obama, bunu IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla yapacağını söyledi. Oysa isyanlara yol açan temel nedenlerden biri, tam da emperyalistlerin güdümündeki bu iki küresel sermaye örgütünün Arap yönetimlerine neo-liberal politikalar uygulatmasıdır.

“Şarta dayalı kredi” veren küresel sermayenin tetikçisi IMF-DB, isyanlara zemin hazırlayan neo-liberal politikaların mimarlarıdır. Küresel sermayenin mali örgütlerinden “yardım” almak, emperyalist güçlere hem mali hem siyasi açıdan teslim olmanın kapılarını açmak anlamına geliyor. Obama’nın da esas amacı budur zaten…

İsyanların yarattığı kazanımlara ket vurmak, zamana yayılan icraatlarla emekçilerin iradesini saf dışı bırakmak, böylece işbirlikçi yönetimlerin eskisi gibi egemen olmasını sağlamak… Bunlar da Obama’nın vaat ettiği “yardımlar”ın öncelikli hedefleri arasındadır.

ABD’nin kaderini Ortadoğu’ya bağlayan Obama, konuşmasında Filistin sorununun çözülmesinin önemine de vurgu yaptı. Buna karşın Filistin halkının temel sorunlarını hiçe sayan bir “çözüm” öneren Obama, -Filistin’in değil- siyonist rejimin güvenliğini garantileyecek bir yol bulunması gerektiğini vurguladı. Kitle imha silahları deposu bulunan İsrail’in yanında “silahtan arındırılmış” bir Filistin devleti öneren Obama, mültecilerin geri dönüş hakkı, Doğu Kudüs sorunu, Yahudi yerleşimlerinin ortadan kaldırılması gibi temel sorunlara ise değinmedi.

İsrail Başbakanı’nın Washington’a gidişinden bir gün önce gerçekleşen Obama’nın konuşmasına siyonist rejimin verdiği yanıt, Doğu Kudüs’te bin 500 yeni konutun inşa edilmesi kararının alındığını ilan etmek oldu.

Siyonist işgal devam ettiği sürece, Arap halklarının bu işgalin arkasındaki temel güç olan ABD’den nefret etmelerini önlemenin mümkün olmadığını bilen Obama, Filistin sorunu konusunda tam bir acz içinde olduğunu göstermiştir. 

Obama’nın, “ABD diktatörlere karşı Arap devrimini destekliyor, Ortadoğu’da demokratik yönetimlerin işbaşına gelmesini istiyor, yıkılan diktatörler var, sıra diğerlerine de gelecek…” türünden laflar etmesini, Arap dünyasında pek ciddiye alan olmadı; zira bu zırvalara inanacak pek az kişi kaldı.

Tüm bunlara karşın Obama’nın konuşması önem taşıyor. Zira Arap halklarının isyanına destek anlamında değil de, halk isyanlarının yozlaştırılıp hedeflerinden saptırılması için ABD’nin sürece daha etkin bir şekilde müdahale edeceğinin işaretlerini verdi Obama. Başka bir ifadeyle ABD emperyalizmi, Arap halklarını hedef alan karşı-devrimci saldırıyı farklı araçlar kullanarak daha da yaygınlaştıracağını, Obama’nın konuşması ile dışa vurmuş oldu.

Gericiliğin kalesi Suudi Arabistan’la taşeronları işbaşında…

Türk devleti/AKP hükümeti ile siyonist rejimin desteğini alan karşı-devrim saldırısının bölgesel üssü ise, Suudi Arabistan’dır. Riyad’daki bu kokuşmuş Amerikancı/şeriatçı rejim, taşeronlarını da kullanarak Mısır’a, Tunus’a, Bahreyn’e, Libya’ya, Yemen’e, Suriye’ye, Lübnan’a müdahale ediyor. Bu alana bol miktarda petro-dolar akıtan şeriatçı rejim, hem “Selefiler” veya “Vahabiler” diye adlandırılan kökten dinci örgütleri tetikçi olarak kullanıyor hem Washington-Tel Aviv merkezleriyle işbirliği yapıyor. Dinci akımların desteklenmesi ve mezhep çatışmalarını kışkırtan faaliyetlere girişen Suudi rejimiyle tetikçileri, isyanların yozlaştırılıp yolunda saptırılması için çalışıyorlar.

İsyanların Suudi Arabistan’la çevresindeki körfez ülkelerine sıçramasını önlemek için faşizan önlemler alan şeriatçı rejim, içine yuvarlandığı korkunun da etkisiyle Bahreyn halkına karşı vahşi saldırılarda bulunmaktadır. Bahreyn’de kalıcı askeri üs kurmaya da hazırlanan Suudi rejimi, verili koşullarda emperyalist/siyonist güçlerin hizmetindeki en etkili araç konumundadır.  

Arap ülkelerinde dinci örgüt veya partilerin bulunması, elinin altında bol miktarda petrol bulunması, Suudi rejiminin elindeki etkili silahlar durumundadır. Bu uğursuz silahlar, halk isyanları patlayana kadar çok etkiliydi. Ancak son aylardaki olayların seyri, durumu değiştirdi. Suudi taşeronlarının hareket alanları belli ölçüde genişlemiş olsa da, genç kuşaklarla emekçilerin isyanlardan süzdüğü deneyim ve eylem içinde yaşadığı bilinç sıçraması, şeriatçı rejimin işini zorlaştırıyor. Zira artık Suudi rejiminin adını anarak, Arap dünyasında karşı-devrimin örgütlendiği açıkça ifade edilmekte, bu gerici saldırıya karşı direnme kararlılığının önemine vurgu yapılmaktadır. 

ABD-İsrail-Türkiye destekli şeriatçı rejimin pervasız saldırganlığı, esas olarak Suudi despotunun tacının sokaklarda yuvarlanmasını önleme telaşından kaynaklanıyor. Vurgulamak gerekiyor ki, ne emperyalist/siyonist güçlerin desteği ne dinci taşeronlar ne de petro-dolarlar… Bunların hiçbiri Ortaçağ kalıntısı şeriatçı rejimi kurtarmaya yetmeyecektir.

ABD merkezli karşı-devrimci saldırıyı püskürtmek ise, kolay olmayacak elbet. Zira Arap dünyasında Amerikancı güçler henüz saf dışı edilebilmiş değil. Dahası halk isyanlarına rağmen, yönetimler içinde belli bir alanı da denetleyebiliyorlar.

Egemenler cephesinde durum bu iken, işçi sınıfı, emekçiler ve genç kuşaklar ise, devrimci örgüt silahını etkili kullanabilme noktasında halen yetersiz görünüyorlar. Öte yandan halk isyanlarının yarattığı birikim ve deneyimler, bu eksikliği hızla giderebilmek için muazzam olanaklar da sunuyor.

Görünen o ki, süreç karmaşık, dalgalı ve çatışmalı bir seyir izleyecek. Genç kuşaklarla emekçiler pek çok tuzakla karşılaşacak, saldırılara maruz kalacak, siyasal süreç üzerindeki etkileri kırılmaya çalışılacaktır. Buna karşın isyanlarla birlikte yaratılan mücadele deneyimi ve gözü pek direnme kararlılığından güç alan emekçiler, emperyalist/siyonist güçlerle bölgesel gericiliğin uğursuz planlarını bozmasını da bilecektir.