7 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda inkarcı politikada ısrar sürüyor!
2011 Kürt sorununda
çetin bir mücadele yılı olacak!
Türk-İş’in “torba”sından ihanet çıktı!
Kılıçdaroğlu’nun
yeni yıl ikiyüzlülüğü
Petro-kimya işçileri direniyor.
MESS Grup Tis sürecinde
greve doğru
“Birleşmek ve
örgütlenmek gerek!”
“Kendi sınıfımızın
mücadelesini verelim!”
Teklif reddedildi
eylemler sürüyor..
PTT’de işçi kıyımına karşı direniş!
Patronların saldırılarına karşı tek yol direniş!
Büyük madenci
yürüyüşü 20. yılında...
Kampanya çalışması
üzerine notlar.
Öğrenci gençliğe yine polis terörü
OMÜ’de soruşturma-ceza terörü
Öğrenci forumlarında
mücadele tartışıldı..
Mutlu gözdağı verdi
Ulucanlar’dan müze
yapma kepazeliği
Bolivyalı işçi ve emekçilerin mücadele geleneği sürüyor
Katledilişlerinin 92. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i saygıyla
2010 yılında emekçi kadınlar.
Kadın emekçilerin
hakları da ‘torba yasa’da!..
4 Ocak ‘96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Katledilişlerinin 92. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i saygıyla anıyoruz...

Devrim için çarpan iki yürek...

“Siz, zalim yöneticiler, askeri caniler, yağmacılar; siz, dalkavuk uşaklar, uzlaşmacılar; Belçika’yı ayaklar altına alıyor, Fransa’yı yıldırıyor, tüm dünyayı ezmek istiyorsunuz ve kimsenin sizden hesap soramayacağını sanıyorsunuz. Fakat açıkça söylüyorum: biz, bir avuç insan, sizden korkmuyoruz, size savaş ilan ediyoruz ve kitleleri ayaklandırarak bu savaşı sonuna kadar götüreceğiz!”

Karl Liebknecht


1918-1923 yılları arası dönem, Almanya için grev dalgalarıyla başarısız devrim deneyimlerinin yoğun olarak yaşandığı bir zaman dilimi olmuştur. Bu zaman diliminde, işçi sınıfının tarihine ise, Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin (SPD) ihaneti damgasını vurmuştur.

SPD, 1891’deki Erfurt Kongresi’nde sistemle uzlaşı içinde parlamenterist bir çizgiye oturmuş, varlığını ve gücünü oluşturan işçi sınıfının önüne reformist bir program koyarak daha o zamanlardan proletarya diktatörlüğü çizgisine sırt çevirmiştir. Bu parlamenterist çizgi birinci paylaşım savaşında SPD’yi ihanete sürükledi. İkinci Enternasyonal’in 1907’de emperyalist savaş karşıtı kararına rağmen savaş kredisi lehinde oy kullanarak dünya proletaryasına en büyük ihaneti yapmış oldu.

Avrupa’da devrim beklentisi yıllar boyu Alman proletaryası üzerinden şekillenmiş, umutlar hep ona bağlanmıştı. Fakat Avrupa’nın en güçlü işçi sınıfı partisi aynı zamanda Avrupa’nın en yumuşak karınlı işçi sınıfı partisiydi.

Fakat Alman proletaryasının yetiştirdiği yiğit komünist önderler SPD’nin ihanetine teslim olmadılar. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg SPD içinde emperyalist savaşa karşı tutum alanların başını çektiler.

Yine de son yıllarda burjuva parlamenterist eğilimi belirginleşmiş olmasına karşın SPD’nin işçi sınıfı içinde etkili olmasından dolayı Karl ve Rosa SPD’den ayrılmayı işçi sınıfından uzaklaşmak olarak gördükleri için kopmayı bir türlü göze alamıyorlardı. Ancak SPD’nin, paylaşım savaşını Alman burjuvazisi cephesinden desteklemesinden sonra ayrılmak onlar için zorunluluk haline geldi.

Rosa ve Karl Liebknecht 5 Ağustos 1914’te SPD içerisinde Enternasyonal grubunu kurdular, sonradan bu grup Spartakistler Birliği adını aldı. Bu birlik Rosa ve Karl’ın katledilmesinden kısa bir süre önce Alman Komünist Partisi’ne (KPD) evrildi.

Rosa ve Karl, 2.Wilhelm’in tahttan indirilmesi ve Weimar Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açan Kasım Devrimi’nde etkin bir rol oynamışlardır.

Ancak Weimar Cumhuriyeti’yle birlikte aynı anda Karl Liebknecht sosyalist cumhuriyetin kuruluşunu ilan ediyordu. Ama bu devrimci atılım süreci daha ileriye gidememiş ve karşı-devrimci dalga ile yenilgiye uğratılmıştır. SPD’nin işçi sınıfına ihaneti burada da devam etmiş ve karşı-devrimci güruh içindeki yerini sağlamlaştırmıştır. İşçi sınıfı konsey örgütlenmesiyle iktidara yürürken aynı SPD, burjuvazinin yönlendirmesiyle ve işçi sınıfı içindeki etkisinin hala sürüyor olmasının avantajıyla yükselen devrime bir kez daha ihanet etmiştir.

Bu tutum devrimin yenilgisini kesinleştirirken, insanlık tarihinin en utanç verici döneminin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu Hitler faşizminin Almanya topraklarında doğmasının yolunun açılmasından başka bir şey değildir.

Kasım devriminin bu yenilgisi Sovyet devriminin geleceğini de etkilemiştir. Tüm dünya proletaryasının beklediği Alman devrimi gerçekleşememiş ve tetikleyici güç olarak diğer Avrupa ülkelerinin de umudunu kırmıştır. Ekim devrimini de yalnızlaştırarak, devrimin ulusal sınırları aşamamasına yol açmıştır.

4 Ocak 1919 günü USPD’li (USPD; SPD’den 1917’de ayrılan emperyalist savaş karşısında nispeten solda duran grubun kurduğu parti) Berlin polis şefinin görevden alınması yeni bir ayaklanmanın alevlenmesine neden oldu. Hükümetin polis şefini görevden almasını protesto eden binlerce insan sokaklara dökülerek genel greve gitti. Bunu fırsat bilen SPD ise karşı-devrimci güçleri işin içine sokarak birçok devrimcinin katledilmesine yol açtı. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht da katillerin ilk hedefleriydi.

Her ikisi de 15 Ocak 1919’da kaldıkları otelde yakalanarak önce sorguya çekildiler. Sonra da Rosa’yı dipçik darbeleriyle, Karl’i ise başından silahla vurup alçakça katlettiler. Burjuva gazetelerinde bu infaz “Karl Liebknecht kaçarken vuruldu”, “Rosa Lüksemburg öfkeli kitle tarafından öldürüldü” manşetleriyle verildi. Bu iki büyük devrimcinin öldürülmesi Alman ve dünya işçi sınıfını ayağa kaldırdı.

Rosa ve Karl paylaşım savaşına ve burjuva demokrasisine karşı devrimci bir duruş sergileyebilen ender kişilerdendir. Daha 1900’lerin başlarında, SDP’nin “görkemli” bir yapı olarak görüldüğü, Kautsky ve Bernstein gibi saygın ve teorik düzeyi gelişkin kimliklerin var olduğu şartlarda, partinin niteliğini ilk tespit eden Rosa Luxemburg’tur. Daha bu ilk dönemde SPD’yi kokuşmuş düzen partisi olarak nitelendiren de odur. Liebknecht ise, Bebel’in tartışmasız otoritesi karşısında kendi düşüncelerini savunmayı gençlik yıllarında başarmıştı. Savaşçı kimliğiyle Karl Liebknecht hiç tereddüt etmeden eleştiri silahını doğrultmaktan kaçınmıyordu. Her iki önder de reformizme karşı sosyal devrimi savunarak birbirlerini tamamlayan, iki ayrı zihin, tek beden gibi davranıyorlardı.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht hayatları boyunca birçok kez tutuklanmış, ancak yıldırılamamış iki devrimci önderdir. Marksizmi kavramış ve onun temelinde kendi teorik birikimini geliştirebilmişlerdir. Dogmatizmden uzak ve eleştirel aklın önemini bilerek her daim yaratıcı ve militan bir tutum alabilmişlerdir. Rosa Luxemburg’un proletarya diktatörlüğünden korkanlara verdiği cevap dünyayı nasıl anlamlandırdığının en açık anlatımıdır: “Evet, evet: Diktatörlük! Ama bu diktatörlük bir demokrasi uygulama biçiminden ibarettir, onun kaldırılması değil, burjuva toplumunun ekonomik koşulları ve kazanılmış hakları üzerine enerjik ve kararlı elkoymadır ki bu elkoyma olmadan sosyalist değişim gerçekleşemez. Bu diktatorya, sınıfın diktatoryası olmalıdır, sınıf adına yöneten küçük bir azınlığın değil…”

Rosa Luxemburg arkadaşı Sonia’ya (Karl Liebknecht’in eşine) yazmış olduğu mektupta “her şeye rağmen görev başında, bir sokak çatışmasında ya da darağacında can vermek isterim” diyordu. Verdikleri onurlu mücadele sonucunda her ikisi de dimdik aramızdan ayrıldılar ama bıraktıkları ateş dünden bugüne yanmaya devam edecektir.

Rosa’nın yakın arkadaşı C. Zetkin’in onun katledilmesi üzerine söyledikleri hala çok anlamlıdır: “Rosa Luxemburg’ta sosyalist fikir, hem kalbin, hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü ve egemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyük amacı sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi.”

Katledilişlerinin 92. yılında işçi sınıfının bu devrimci önderlerini saygıyla anıyoruz.

B. M. Aksakal