05 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/18

 Kızıl Bayrak'tan
Taksim’i kazanmanın
coşkusu ve gururuyla!
Burjuvazinin ikiyüzlülüğüne inat Taksim zaferi direnen emekçilerindir!
Yüzbinlerce işçi ve emekçi Taksim Meydanı’nı doldurdu..
Adana’da 1 Mayıs
Bursa’da 1 Mayıs
Kayseri’de 1 Mayıs
Her yerde 1 Mayıs coşkusu
Kürdistan illerinde 1 Mayıs
Taksim’in kazanımları ile 26 Mayıs’a hazırlanıyoruz!
DİSK, Türk-İş ve KESK’e bağlı sendikaların yöneticileriyle 1 Mayıs ve 26 Mayıs üzerine konuştuk...
2010: Kitlesel ama ruhunu arayan 1 Mayıs-Volkan Yaraşır
Taksim Meydanı zorbalığa karşı devrimci direnişle kazanıldı!
Çelebi’den Erdoğan’ın Taksim 1 Mayısı
değerlendirmesine yanıt..
Avrupa’da 1 Mayıs kutlamaları
Almanya’da’da 1 Mayıs
kutlamaları
Dünyadan 1 Mayıs gösterileri
Denizler devrime aittirler..
Nazizmi ezen Kızıl Ordu ve direnen komünistlerdir!
Sermayenin meclisinde
hoyrat tepişmeler
İktidar savaşı ve demokrasi üzerine…
M. Can Yüce
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin meclisinde
hoyrat tepişmeler…

Gerici düzen partilerinin tepişme arenası olan meclis, günlerdir anayasa değişikliği tartışmalarına odaklanmış durumda. Birbiriyle tepişirken, demagoji yarışına da giren AKP-CHP-MHP üçlüsü, “ülkenin/milletin çıkarları/bütünlüğü” veya “demokratikleşme” söylemini, kendi üsluplarıyla öne çıkarıyorlar. 12 Eylül darbesinin emekçilere, ilerici-devrimci güçlere ve Kürt halkına karşı işlediği ağır suçları, yarattıkları toz dumanla örten AKP, CHP, MHP şeflerinin cunta anayasasının özünü değiştirmek gibi bir dertleri bulunmuyor elbet.
Hal böyleyken, işçi ve emekçi düşmanı bu partilerin bir kaşık suda fırtına koparmaları şaşırtıcı değil, zira kendilerine özgü tonlar taşısalar da, özü itibariyle onlar, aynı zihniyeti temsil ediyorlar. Aralarında öze dair fark olmadığı için ayrıntıları abartarak ortalığı bulandırmakla iştigal ediyorlar.
Emperyalizme uşaklık, sömürü ve kölelik düzeninin bekçiliği, işçi sınıfına, emekçilere, ezilen Kürt halkına düşmanlık konularında tam bir uyum içinde olmaları, elbette adı geçen partiler arasındaki çatışmanın yapay olduğu anlamına gelmiyor.
Amerikancı düzenin halihazırda etkili olan her üç partisinin, emekçiler veya ezilenler lehine yasal düzenlemeler yapmak veya talep etmek gibi dertleri yok; olamaz da. Tersine, bu partiler temsil ettikleri şu veya bu sermaye grubunun çıkarlarını korumak için birbiriyle tepişirken, işçi ve emekçilerin tüm kazanımlarını gasp eden neoliberal politikalara tam destek veriyorlar.
Asalak kapitalistlere hizmet için işbaşına getirilen AKP hükümeti, işçi ve emekçileri hedef alan pervasız saldırıları uygularken, buna ne CHP ne MHP’nin itirazı oluyor. Emekçilerin zaten sınırlı olan kazanımlarının gasp edilmesine destek sunanların yasal zeminde emekçiler lehine herhangi bir talep ileri sürmeleri mümkün mü?

Dinci gericilik ele geçirdiği iktidar mevkilerini koruma derdinde

Belirtmek gerekiyor ki, demagoji konusunda kimse AKP ile yarışamıyor. Bu Amerikancı gericilik odağı, “cunta anayasasını değiştiriyor” kisvesine bürünerek “ilericilik” taslıyor. Oysa polis devletini tahkim etme konusunda kendinden önceki hükümetleri yaya bırakan AKP, faşist cunta zihniyetinin en has temsilcilerinden biridir.
Ölen veya bir ayağı çukurda olan cunta şeflerinin yargılanmasını yasaklayan “geçici” maddenin iptali, kendi başına bir şey ifade etmiyor. Zira 30 yıl sonra gelen bu değişikliğin cuntanın kabarık suç dosyasının açılmasıyla bir ilgisi yok. Yasa değişikliği bu haliyle ne cunta şeflerinin ne işkenceci katillerin yargılanmasını sağlıyor. Yani göstermelik bir manevradan öte bir değer taşımıyor.
Kamu emekçilerine grevsiz toplu-iş sözleşmesi hakkı tanıma ise, kimsenin yutmayacağı ucuz bir manevradır. Zira grev yapma hakkı olmadıktan sonra toplu görüşme ile toplu sözleşme arasında öze dair bir fark olmayacaktır.
Görüldüğü üzere AKP hükümetinin “demokratikleşme” söylemine dayanak yaptığı iki maddenin de bir kıymet-i harbiyesi bulunmuyor. Fiilen kazanılmış bazı hakların yasallaşması ise, bir şey değiştirmeyecek. Zaten AKP’nin bu veya benzer maddeleri öne çıkarmasının nedeni, “değişiklik paketi”ni makyajlama ihtiyacından kaynaklanıyor.
Toplumsal basıncın belirgin olmadığı bir dönemde anayasa değişikliğinin gündeme getirilmesi ya rejimin dönemsel ihtiyaçlarından ya da egemen güç odaklarından birinin genişleyen iktidar alanını yasal güvenceye kavuşturma çabasından kaynaklanır. Görünen o ki, AKP hükümetinin anayasa değişikliğini gündeme getirmesinde ağır basan ikinci nedendir.
Bariz olan bir durum var; dinci gericilik ve arkasındaki sermaye kesimlerinin, son yıllarda iktidardaki payları belirgin bir şekilde genişledi. Sermaye birikimini de arttıran bu kesim, ekonomik ve siyasi alandaki gücünü diğer iktidar araçlarıyla da pekiştirmeye çalışıyor.
Tabii bir de olayın “dış faktör” boyutu var. ABD güdümünde daha aktif taşeronluk rolü oynayabilmek için, yasal zeminin daha uygun hale getirilmesi, “ayak bağı” olabilecek maddelerin anayasadan temizlenmesi gerekiyor.
Demek ki, anayasa değişikliği, sermaye kodamanları ve ABD emperyalizminin çıkarları böyle gerektirdiği için gündeme getirildi. Bunun dışındaki etkenler esasa ilişkin değildir.

CHP-MHP ikilisi gerici zeminden muhalefet yürütüyor

Düzen partilerinin şefleri, AKP’nin anayasa değişikliğini gündeme getirmesinin esas nedenini muhakkak ki, biliyorlar. Nitekim muhalefet ederken, gerici zemini bir an bile terk etmiyorlar. Rejimin bekası için çaba harcadıklarını saklamayan bu iki gericilik odağı, dinci gericilik ile arkasındaki sermayenin iktidar alanını genişletmesinden rahatsız oluyorlar. Zira bir burjuva odağın iktidar alanını genişletip sömürü ve yağmadan aldığı payı arttırması, ancak diğer odakların alanlarının daralmasıyla mümkündür.
Verili koşullarda AKP ile arkasındaki sermayenin alanı genişlerken, CHP-MHP ikilisi ile arkalarındaki sermaye odaklarının alanı ise daralıyor. Kopan kavganın, meclisteki hoyrat tepişmenin esas nedeni budur.
Düzenin güç odakları arasında süren bu kavganın “demokratikleşme” ile yakından uzaktan bir alakası yoktur. CHP, “kuvvetler ayrılığı ortadan kalkıyor, yargı AKP’nin denetimine giriyor” diye yas tutarken, MHP ise, “Türkiye’yi bölmeye çalışıyorlar” zırvasını öne sürerek ırkçı-şoven zehrini yaymaya çalışıyor.
İşçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının ve toplumun ezilen diğer kesimlerinin sorun veya talepleri AKP hükümetinin umurunda olmadığı gibi, CHP-MHP ikilisinin de ilgi alanına girmiyor, giremez de.

Emekçiler meşru/militan mücadeleye bel bağlamalıdırlar

Anayasa değişikliği etrafında dönen tartışmalar “demokratikleşme” sosuyla sıvansa da, sermaye iktidarının gündeminde esnek istihdam, kıdem tazminatının gaspı, bölgesel asgari ücret, dolaylı vergilerin arttırılması gibi kapsamlı bir saldırı programı var.
Uygulanabilirse eğer, bu saldırı, işçi sınıfıyla emekçilerin yaşamını daha da çekilmez hale getirmekten başka sonuç yaratmayacaktır. Ancak TEKEL Direnişi’nden de güç ve moral alan işçi sınıfının bu saldırılara karşı mücadele edeceğini tahmin etmek güç değil. Dolayısıyla sermaye iktidarı ve onun icra kolu AKP hükümetinin direnen emekçilere karşı tek silahı polis terörü olacak; son aylardaki tüm işçi eylemlerine kolluk kuvvetlerinin azgınca saldırması bunun göstergesidir.
Polis terörü ve cinayetlerindeki artışı da bunlara eklersek, sermaye iktidarının gündeminin “demokratikleşme” değil, “polis devletini tahkim etme” olduğu kolaylıkla görülebilir.
Hal böyleyken işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının, demokratik Alevi hareketinin anayasa değişikliği etrafında dönen tepişmelerden medet ummaları abesle iştigal olacaktır. Haklar ve talepler ancak birleşik, meşru/militan bir mücadele ile kazanılabilir; düzen anayasasında “demokratikleşme” olacaksa, o da bu sayede mümkün olacaktır. Cunta anayasasını çöpe atmanın da işkenceci katillerden hesap sormanın da yolu buradan geçiyor.