05 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/18

 Kızıl Bayrak'tan
Taksim’i kazanmanın
coşkusu ve gururuyla!
Burjuvazinin ikiyüzlülüğüne inat Taksim zaferi direnen emekçilerindir!
Yüzbinlerce işçi ve emekçi Taksim Meydanı’nı doldurdu..
Adana’da 1 Mayıs
Bursa’da 1 Mayıs
Kayseri’de 1 Mayıs
Her yerde 1 Mayıs coşkusu
Kürdistan illerinde 1 Mayıs
Taksim’in kazanımları ile 26 Mayıs’a hazırlanıyoruz!
DİSK, Türk-İş ve KESK’e bağlı sendikaların yöneticileriyle 1 Mayıs ve 26 Mayıs üzerine konuştuk...
2010: Kitlesel ama ruhunu arayan 1 Mayıs-Volkan Yaraşır
Taksim Meydanı zorbalığa karşı devrimci direnişle kazanıldı!
Çelebi’den Erdoğan’ın Taksim 1 Mayısı
değerlendirmesine yanıt..
Avrupa’da 1 Mayıs kutlamaları
Almanya’da’da 1 Mayıs
kutlamaları
Dünyadan 1 Mayıs gösterileri
Denizler devrime aittirler..
Nazizmi ezen Kızıl Ordu ve direnen komünistlerdir!
Sermayenin meclisinde
hoyrat tepişmeler
İktidar savaşı ve demokrasi üzerine…
M. Can Yüce
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Denizler devrime aittirler...

Denizler’in devrimci mirasını devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşatacağız!

18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır’da polis işkencesi altında hayatını yitirdiği günün yıldönümü. 6 Mayıs 1972, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 12 Mart askeri faşist diktatörlüğü tarafından asıldığı tarih. Bu tarihten sadece otuz beş gün önce, 30 Mart 1972’de, Denizler’i kurtarmak için emperyalist bir üsten asker kaçıran Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de katledilmişlerdi. Bu olaylardan bir süre önce ise Sinan Cemgil ve yoldaşları Nurhak’ta bir kuşatma sonucunda katledilmişlerdi. Kısacası 12 Mart faşist askeri darbesinden sonra devrimcilere yönelik kıyım ayyuka çıkmıştı.

6 Mayıs 1972… Bundan tam 38 yıl önce, 12 Mart faşist darbecilerinin kararı ve düzen partilerinin parlamentodaki temsilcilerinin onayıyla üç kızıl karanfil idam edildi. Denizler sehpaya çıkarken Ali Elverdi ve diğer faşist sermaye devletinin cellatları oradaydı. Denizler’in gözlerinde korkuyu aradılar. Yüzlerinde bir korku izi belirsin diye baktılar Denizler’e. Zannettiler ki, her şey bitecekti. Sermaye devleti tüm hesaplarını bunun üzerine yapmıştı. Oysa bu üç yiğit devrimci 6 Mayıs sabahı idam sehpasına çıktıklarında sermayenin faşist devletini rezil rüsva eden bir tutum sergilediler.

İdam sehpasında sendelemediler. İdam kararı veren cellatlar küçümsemeyle baktılar. Son nefeslerini verecekleri ana kadar devrimci inançlarını haykırmaktan geri durmadılar. Karşılarında gördükleri çelik gibi bükülmez devrimci irade sermayenin faşist devletinin yüreğindeki korkuyu büyütürken, üç yiğit devrimci gösterdikleri kararlılıkla on yıllarca sürecek bir başkaldırı geleneğini başlattılar.

Bu üç yiğit militan, Türkiye devrimine giden yolda işçi ve emekçilere büyük bir devrimci miras, onur ve mücadele geleneği bıraktılar. Onlar, özelde devrimcilere genelde işçi ve emekçilere nasıl yaşanacağını, ne için yaşanacağını göstermekle kalmadılar, nasıl ölüneceğini de gösterdiler. Bu ülkenin devrimci ve komünistleri ölüme gülerek gitmeyi onlardan öğrendiler, onlardan devraldıkları bayrağa asla leke sürmediler.

6 Mayıs 1972, Türkiye devrimci hareketinin tarihinin dönüm noktalarından biridir. Bu tarih, inançları uğruna ölümü göze almış devrimcilerin yarattıkları bir direniş destanıdır. Bu tarih, ne “haksız yere verilmiş bir ceza” ne de “iyi gençlerin yanlışlıkla öldürülmesi” olarak asla ele alınamaz. Böyle ele almaya çalışan sol maskeli bezirganlar, üç yiğit devrimcinin yarattıkları büyük mirası ehlileştirip düzenin içine sığdırmaya çalışıyorlar.

‘68 baharında esen devrimci rüzgar dünya ölçeğinde egemen sınıfları ve onların sömürü ve yıkım düzeniyle uyum içinde olan, yaşanabilir kapitalizm peşinde koşan reformist akımları fena halde sarsmıştı. Aynı yıllarda Türkiye’de de altüst oluş yaşanıyordu. Toprak ve fabrika işgalleri başlamıştı. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi sermayenin faşist devletinin yüreğindeki korkuyu büyütürken, antiemperyalist mücadele veren ve üniversiteden çıkıp dağlara çıkmayı göze alabilen genç devrimcilere umut aşılamıştı.

15-16 Haziran Direnişi’nin öznesi olan işçiler de, ‘68’de yükselişe geçen devrimci gençlerin coşkulu mücadeleleri ile sarsılmış ve daha önceleri hiç yaşamadığı bir atmosfer içinde kendilerini bulmuşlardı. Çürüyen bir düzenin yıkılıp, yerine yeni bir dünya kurulabileceği inancı bu dönemi yaşayan işçi ve emekçilerin hissettikleri güçlü bir duyguya dönüşmüştü. Bu coşkulu ruh haline eşlik eden toplumsal uyanış sınırları zorluyordu.

Yaşanan gelişmeler, egemen sınıfların şiddeti ve baskıyı yoğunlaştırmalarını da beraberinde getirdi. Bu dönemde “Denizler’in idamı” ve sermaye devletinin devrimcilere dönük acımasızlığı toplumsal hafızaya kalıcı bir biçimde kazınmıştı. Devrimci oldukları için katledilen Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan’ın yanısıra, giriştikleri devrimci mücadelede ölümsüzleşen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan, Ulaş Bardakçı, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve daha nice büyük devrimcinin direngenliği işçi ve emekçilerde büyük bir sempatiye yol açmıştı. ‘68 kuşağının yiğit devrimcilerinin anısını yaşatmak için türküler yakılmış ve doğan binlerce çocuğa onların isimleri verilmişti.

Denizler’in devrimci mirasını, reformizmin safına geçenler taşıyamazlar!

Denizler’in devrimci mirasını tahrifat geleneği sürmektedir. “Ulusalcı” kanadın ve sözde ‘68’lileri temsil eden vakıfların Deniz’i bir “ulusalcı” gibi sunma çabaları devam ediyor. Oysa Deniz’in idama giderken “Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!” demesi ulusalcılığın içine Deniz’in sığmayacağının en açık kanıtıdır. Deniz Gezmiş’in ‘68 sonunda katılmış olduğu Samsun-Ankara Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü pişirip pişirip öne sürenler, bu eylemin Deniz’in erken bir gelişme aşamasında yaptığı bir eylem olduğunu unutuyorlar. Tarihi o noktada dondurup, sonradan bu yönelişi aştığı gerçeğini karartmaya çalışıyorlar.

Kemalistlerin önderleri Ankara sokaklarında “Kahrolsun Amerika!” sloganının atılmasını kabul etmeyen, 27 Mayıs 1960 sabahı darbeyi gerçekleştirdikten sonra yaptıkları ilk açıklamada telaşla “NATO ve CENTO’ya bağlıyız” dediler. Oysa Deniz Gezmiş ve yoldaşları bu açıklamadan daha üç ay önce, 27 Temmuz’da 6. Filo’nun askerlerini İstanbul Dolmabahçe’de denize dökmüşlerdi.

Denizler’in yolunu parlamentoya çıkaranlar, Taksim’de 1 Mayıs ısrarını anlamsız bularak, Evrensel gazetesindeki köşelerinden sermaye devletine soldan destek verenler, hiç kuşku yok ki, Denizler’in önüne Dolmabahçe’de barikat kurarak kesmeye çalışan TİP ile benzer bir politik duruş sergiliyorlar. Bu nedenle dünün ve bugünün reformistlerinin zerrece Denizler’in mirasına sahip çıkmaya hakları yoktur.

Reformistlerin bu üç yiğit devrimcinin mirasına sahip çıkması, düzenin geçmişin devrimci birikiminin ve mücadele içinde yaratılmış değerlerinin içini boşaltma çabasına soldan verilmiş bir destektir. Reformistler, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının hayatlarını ortaya koyarak gelecek kuşaklara bıraktıkları devrimci mirası siyasal içeriğinden soyutlayıp duygusal bir anıya dönüştürmek istiyorlar. Reformistler bununla da yetinmiyorlar, ‘71’in devrimci direnişçi geleneğini ehlileştirme operasyonuna soldan destek veriyorlar.

Ama tüm bu çabalar boşunadır. Onlar dün olduğu gibi bugün de ölümüne direnişin, davaya adanmışlığın simgesi olarak anılmakta, bu özellikleriyle yeni kuşak devrimcilere yol göstermektedirler. İnsanlık tarihi hep onlar gibi, davaları uğruna ölümü tereddütsüzce göğüsleyenler tarafından yazılmış, devrim ve sosyalizm davası sınırsız bir fedakârlıkla direniş bayrağını yere düşürmeyenlerin omuzlarında büyütülmüştür.

Denizler’in mirasını komünistler ve devrimciler taşıyorlar!

Denizler sahip çıktıkları devrimci değerlerle mücadelenin simgesi olmuşlardır. Onlar ‘60’lı yılların kitle hareketi içinde gençlik hareketinin militanları olarak yetiştiler. Düzenin icazet alanında mücadelenin reddi olarak ortaya çıktılar, devrim yolunu seçtiler. Sosyal reformizminden kopuşun, düzene karşı militan ve ödünsüz bir başkaldırının temsilcisi oldular. Bu özellikleriyle, kendi kuşağının devrimcileriyle birlikte bir döneme damgalarını vurdular.

Bugün işçi sınıfı, emekçiler ve devrimcilerin Taksim’i kazanmış olması ve son zamanlarda kendini hissettiren sınıf cephesindeki hareketlilik, onların fedakârlıklarının boşa gitmediğinin en somut kanıtıdır. Denizler, kendilerinden sonraki kuşaklara umutsuzluğu, teslimiyeti ve ihaneti değil, emekçilerin davası uğruna ölümüne direnmeyi miras bırakmışlardır.

Başeğmez kardelenler, Denizler, devrime ve sosyalizme aittirler; bıraktıkları direniş mirasıyla bugünkü mücadeleyi beslemekte, bu mücadele içinde yaşamaktadırlar. Onların izlediği mücadele çizgisinin ideolojik-politik açıdan kusurlu olan yönleri büyük ölçüde geride kalmıştır. Onlardan bugüne kalıcı olarak yaşayan ve geleceğe aktarılacak olan, devrim davasına ölümüne bağlılıktır. Her yeni devrimci kuşak onları bu yanıyla tanıdı, bu yanıyla örnek aldı.

Denizler’i bugün de yaşatanlar, komünistler ve devrimcilerdir. Onlara layık olanlar hayatlarını işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelesine, devrim ve sosyalizm davasına adayanlardır. Hiç kuşkusuz bundan sonra da Denizler, devrimciler ve devrimci işçi sınıfının neferleri tarafından devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşatılacaklardır.