09 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/15

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs’a etkin hazırlık
Direnen işçilerin yolundan
1 Mayıs’a!
Saldırılar meşru/militan bir direnişle karşılanmalıdır!
Polis “yakaladı”
boyalı basın yargıladı...
Devrimci sınıf mücadeledesini yükseltelim!
BDSP’ye yönelik
tutuklama terörü protesto edildi
Sermaye devleti 5 sınıf devrimcisini tutukladı...
Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan açıklama..
Taksim 1 Mayısları’nda
4. yıla doğru.
18 Nisan’da
Kayseri İşçi Kurultayı’na!
İşçi ve emekçi hareketinden
1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a greve, direnişe yürümek için! / EKİM
1 Nisan eylemi ve gösterdikleri
Bir bürokratın ağzından
dökülen inciler
İTO YK Üyesi Dr. Nazmi Algan’la konuştuk..
Sınav (sömürü) sistemi can alıyor
Avrupa’nın en zayıf halkası:
Yunanistan - Volkan Yaraşır
Venezüella-Rusya ilişkilerinde
yeni dönem
Amerikan demokrasisi ile
katledilen siviller..
Anayasa değişiklik paketi ve demokratikleşme… - M. Can Yüce
Rakamlarla polis devleti
uygulamaları
Azadiya Welat gazetesi çalışanı katledildi!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis “yakaladı” boyalı basın yargıladı...

Rotatifler ve antenler
düzene hizmet ediyor!

Bundan 4 ay kadar önce devrimci işçi Alaattin Karadağ polis tarafından yaralı halde yakalanmış ve bulunduğu yerde yakın mesafeden ateş edilerek infaz edilmişti. Karadağ’ın katledilmesiyle polisin işlediği cinayetlere bir yenisi daha eklenmişti.

Cinayetin ardından basına demeç veren polis şefleri ve vali ise yaşanan katliamı meşrulaştırmak için bildik “terörist” edebiyatına sığındı. Yüzlerce kez oynanan senaryolar bir kez daha devreye sokuldu ve işlenen polis cinayeti, polis için kahramanlık destanına dönüştürülmeye çalışıldı. Bu senaryonun hayata geçirilmesinde en önemli rol ise sermayenin boyalı basınına aitti. Liberal islamcısından ulusalcısına medyanın tüm satılmış gazeteleri ağız birliği yaparak polisi aklama ve infazı onaylama yarışına girdiler.

Karadağ cinayetinin ardından basına servis edilen haberler sorgusuz-sualsiz, hatta daha da trajik hale getirilerek sayfalara ve ekrana taşındı. Bugüne kadar sıradan polis cinayetlerine karşı duyarlılık gösteren liberal çizgideki yayınlar dahi katledilen kişi komünist olduğunda birden çark ederek sayfalarını polisin bilgilerine dayanarak oluşturulan safsatalar ile doldurdular. Süreç boyunca Karadağ’ın Ölüm Orucu Gazisi olması, “aranıyor olması”, “yasa dışı örgüt” mensubu olması ve hatta geçmişte Sezer affı ile serbest kalması türlü biçimlerde ısıtılıp ısıtılıp okura sunuldu. Özgün yanlarına rağmen tüm haberlerin hizmet ettiği ortak amaç polisin bir “suçluyu” ya da onların jargonuyla “terörist”i haklı biçimde öldürmesiydi.

Karadağ’ı katledenler, onu sahiplenenlerin peşinde!

Karadağ’ın sokak ortasında infazının ardından 4 ay geçti. 4 ay zarfında ilerici ve devrimci güçler Alaattin Karadağ’ın katledilmesini protesto etmek için çeşitli kampanyalar ve eylemler örgütlediler. Kkonuya dair basın açıklamaları yapıldı, imzalar toplandı. Ancak cinayete ve polis terörüne karşı çıkmanın yine polis terörüne maruz kalmak anlamına geldiği çok geçmeden görüldü. Karadağ’ı katleden devlet belli ki kendisinden hesap sorulmasına ve Karadağ’a sahip çıkılmasına tahammül gösteremiyordu.

Ankara, İzmir, Bursa ve Samsun’da eşzamanlı yapılan ev baskınlarında 18 devrimci gözaltına alındı. Yapılan operasyonlarda öne çıkan gerekçe ise Alaattin Karadağ’ı anmak ve polis cinayetini protesto eden basın açıklamalarına katılmaktı. Basın açıklaması yapmayı suç kabul eden ve bunu operasyona dayanak yapan sermaye devleti tıpkı katliamda olduğu gibi yine burjuva basını bir numaralı müttefiği olarak yanından ayırmadı. Basına servis edilen haberler henüz dava bile açılmamışken kararın çoktan verildiğini gösteriyordu.

31 Mart sabahı polis operasyonu henüz yeni tamamlanmış ve İzmir’de gözaltına alınanlar Bozyaka’da bulunan emniyet müdürlüğüne götürülmüşken TMŞ polisleri ajanslara ve özellikle yerel basına operasyona dair bilgi verdiler. Basına servis edilen haber bir grup “terörist”in eylem hazırlığındayken yakalandığı yönündeydi. Ortada basın açıklamasına katılmak dışında bir “delil” bulunmayan operasyonun haberi böylece basında TMŞ’nin verdiği bilgiler doğrultusunda, gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan biçimde yer aldı.

Polis “yakaladı” boyalı basın yargıladı!

Polisin verdiği bilgileri kendilerine göre yorumlayan ajanslar ve özellikle İzmir yerelinde yayın yapan Yeni Asır üç gün boyunca gerek gazetelerinde, gerekse televizyon kanallarında konuyu ele aldı. Haberlerin ortak özelliği gözaltına alınan herkesin peşinen “suçlu” ilan edilmesi oldu. Terör histerisini körüklemek amacıyla “terörist” yaftası yapıştırılan 10 kişinin adliye görüntülerinin de eklendiği haberler, henüz açılmamış mahkemenin sonucunu polisin verdiği tek yanlı bilgiler ile kolayca ilan ederek hem basın etiğini, hem de yargı sürecini etkilememe ilkesini bir kez daha yıktı.

Örneğin Hürriyet gazetesinde Taylan Yıldırım-Mustafa Oğuz imzalarıyla yayınlanan ve DHA’yı kaynak gösteren haber “İzmir’de TKİP üyeleri adliyede” başlığı ile yayınlandı. NTVMSNBC ise Anadolu Ajansı’nı kaynak gösteren haberinde “örgütün İzmir sorumlusu M.K’nin (40) de aralarında bulunduğu 10 kişi gözaltına alındı, ev ve buluşma yerlerinde çok sayıda örgütsel doküman ile eylem faaliyetlerinde kullanılmak üzere toplandığı iddia edilen güvenlik güçlerine ve kamu kuruluşlarına ait istihbarat bilgilerinin yer aldığı kayıtlar ele geçirildi” ifadelerine yer vererek adeta mahkemeye gerek olmaksızın “suç”u ve “suçlu”ları ilan etti. İhlas Haber Ajansı da polisin verdiği bilgilere dayanarak yansıttığı tek yanlı haberlerinde “silahlı eylem hazırlığı” yapan ve “istihbarat toplayan” “örgüt üyeleri”nin yakalandığını duyurdu.

En ilginçlerinden biri ise İzmir’in yerel gazetesi Ege’de Son Söz’ün başlığıydı. Gazete “Faciadan dönülmüş!” başlığı ile duyurduğu haberde yine örgüt sorumlusunu ilan etti ve istihbarat toplayan örgüt üyelerinin sansasyonal eylemler yapacağını söyledi.

Paspas gazete Zaman ise Karadağ’ın katledilmesinin ardından attığı başlığın bir benzerini sözde operasyonun haberini yansıtmak için kullandı. Zaman, Karadağ’ın katlini duyururken onun ölüm oruçları sırasında Sezer tarafından affedildiğini özellikle vurgulamış ve böylece polis cinayetini dahi düzen içi it dalaşına alet etme hesabı yapmıştı. Aynı gazete bu kez de, gözaltına alınan Muharrem Kurşun’un ölüm orucu gazisi olmasını ve sağlık durumu nedeni ile infazının ertelenmesini kullanmaya çalıştı. Gazete haberi “Eski Cumhurbaşkanı Sezer’in affettiği terör zanlısı operasyonda yakalandı” başlığı ile duyurarak fazla söze gerek olmayacak şekilde aşağılık çizgisini ilan etti.

Burjuva medya TMŞ’yi aratmayacak biçimde dizdiği haberler ile hem kendine “sansasyonel” haberler yaratmaya çalışırken hem de devrimcileri karalamaya ve düzene hizmet rolünü oynamaya çalıştı. Polis komplosuna doğrudan alet olan basın İzmir’de “terörist” olarak yaftaladığı ve fotoğrafları yayınlayarak teşhir etmeye çalıştığı devrimcilerin tamamının serbest bırakılmasını ise görmezden gelmek zorunda kaldı. Zira o çoktan “suçlu”ları bulmuş ve yargıyı sonuçlandırmıştı.

Burjuva hukuku da basını da aynı yoldadır!

Kuşkusuz ki hem hukuk hem de basın bugün burjuvazinin elindedir, hatta denilebilir ki bu biçimleriyle kapitalist toplumun temel taşlarındandır. Asalaklar sınıfının istediği gibi biçimlenen hukuk yine asalaklar sınıfının elindeki medyanın propagandaları eşliğinde sömürü düzeninin sürmesine hizmet eder. Ancak tüm bunlara rağmen burjuva yasaları dahi yargıya ve haberciliğe dair belli ilkeler ve hatta kurallar ortaya koymuştur. Burjuva sınırlardaki bir bakış dahi polisin ortaya attığı iddiaların sorgusuzca yayınlanmasını ve açılmamış mahkeme adına karar verilmesini onaylamaz. Oysa kapitalizm her şeyi çürüttüğü gibi kendi yasalarını dahi çürütmüş ve yerine çoktan faşizan uygulamaları devreye sokmuştur.

Faşizmin korkulardan beslendiği bilinir. Burjuva basın da bu korkuların topluma yayılmasının bugün en önemli araçlarındandır. Bu görev ona her konuda yalan söyleme, çarpıtma, “yoktan var, vardan yok etme” yetkisini de vermektedir. Basının yaptığı da kaba bir terör paranoyasını körüklemek için polis ile işbirliği altında devrimcileri hedef göstermek ve toplumsal korkuyu büyütmektir. En küçük bir hak kırıntısı için dahi mücadele etmeyi “suç” saymak ve bir yandan polis terörü, bir yandan ise karşı devrimci propaganda ile toplum nezdinde karalamaktır.

Nazım’ın fotoğrafını “yüzüne tükürün” dipnotuyla basan Cumhuriyet gazetesinden bugüne burjuva basın aynı kudurgan çizgisini hep muhafaza etmiştir. Ancak tüm bu çabaya rağmen devrimciler bu ülkede var olmayı sürdürmüş, tüm zehirli propagandaya rağmen işçi ve emekçiler ne Nazım’ı ne de hakkında türlü karalamalar ortaya konan devrimcileri bağrına basmaktan vazgeçmiştir.

Bugün gerek Alaattin Karadağ, gerekse komplo sonucu gözaltına alınan ve tutuklanan devrimciler için de aynı kirli tezgah devreye sokulmaya çalışılmaktadır. Ancak bu oyun da bozulacak ve devrimci faaliyet dosta-düşmana karşı sürdürülecektir.