19 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/12

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL Direnişi’nin ateşini 1 Mayıs’a ve 26 Mayıs’a taşıyalım
Güçlü bir grev-direniş süreci için taban örgütlülükleri oluşturulmalıdır!
Newroz’un isyan ateşi kızıllaştırılarak saldırılar yanıtlanmalıdır!
Metal İşçileri Birliği MYK’sının
Mart ayı toplantısı sonuçları
İzmir’de öncü TEKEL işçileri buluşması
Direnişçi TARİŞ işçileriyle
konuştuk..
İşçi ve emekçi hareketinden
Liseli gençlik çalışmasının
sorunları
Geleceksiz yaşamaya, güvencesiz çalışmaya karşı genel greve-direnişe
Devrimci kanı akıtanlar
akıttıkları kanda boğulacaklar!
Mart ayı katliamları lanetlendi!
Hüseyin Temiz sosyalizmin
günışığında yaşıyor!
Gençlik, 16 Mart’ta alanlardaydı..
Gençlik hareketinden
ABD Ortadoğu’da barışın değil, hegemonyanın peşindedir…
Afrika’daki açlığın kaynağı kapitalist barbarlık düzenidir!
Newroz ve Kürt halkının
trajedisi! - M. Can Yüce
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarının ardından
Tarihin gördüğü ilk işçi iktidarı Paris Komünü 139 yaşında
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Afrika’daki açlığın kaynağı kapitalist barbarlık düzenidir!

Her dört kişiden birinin acilen yiyecek yardımına ihtiyaç duyduğu Afrika ülkesi Zimbabve’de ölen bir filin etrafını çeviren köylüler, palalar, baltalar ve tenekelerden imal edilmiş ilkel bıçaklarla altı tonluk fili birkaç saat içinde paramparça etti. Hayvanın derisini ve etlerini ayırdılar. Hemen oracıkta yediler.

Olay basına yansıdı. Televizyon ve birçok kitle iletişim aracı yaşanan olayı konu alan haberler yaptı. Dünyada ve Türkiye’de emperyalist-kapitalist sistemin hizmetkârı olan basın, filin öldürülmesi olayını Afrikalılar’ın vahşiliğine bağladı. Oysa bu tablo, kapitalizmin barbarlık yolunda katettiği mesafenin yeni bir göstergesiydi.

Kapitalist sistem dünya halklarına açlık, yıkım ve sefaletten başka birşey veremez

Her dört insandan birinin aç olduğu bir kıtadır Afrika. Açlık sadece Afrika’yı değil, tüm dünyayı kasıp kavurmaktadır. Dünyada 1,3 milyar insan açlığın pençesinde bir yaşam sürdürüyor. Her yıl 15 milyon çocuk açlıktan, yeterli besin alamamaktan hayatını kaybediyor. Her gün 24 bin kişi açlık nedeniyle ölüyor.

İleri kapitalist ülkelerde bile yeterli gıdaya sahip olamayan açların sayısı her yıl giderek artıyor. ABD’de 40 milyon insan açlığın pençesinde bir hayat sürdürüyor. Almanya’da, devletin resmi rakamları 2 milyon çocuğun yetersiz beslendiğini gösteriyor. Afrika’da her yıl yaklaşık 7 milyon insan açlıktan ölüyor. Türkiye’de 14 milyon insan açlık sınırında, 28 milyon insanın ise yoksulluk koşullarında yaşadığını devletin resmi kurumları itiraf ediyor. Bu rakamlar dünyada yaşanan açlık fotoğrafının en açık göstergesidir.

Her yıl Dünya Gıda Günü’nde açıklanan rakamlar, dünyadaki açlık oranının katlanarak arttığını göstermektedir. Açlık her geçen gün daha da yaygınlaşmakta, dünyayı kasıp kavurmaktadır. Kapitalizm koşullarında ezilenler her geçen gün daha az besin tüketmek zorunda bırakılmaktadır.

Her yıl 16 Ekim’de Dünya Gıda Günü kutlanır. Dünya Gıda Günü’nün en temel tartışma konusu insanlığı tehdit eden kitlesel açlıktır. Yükselen gıda fiyatlarının özellikle yoksul ülkelerde tabloyu daha da korkunç hale getirdiğinden, açlığı derinleştirdiğinden bolca bahsedilir. Emperyalist-kapitalist sistemin sözde yardım kuruluşları çözüm önerilerini raporlar halinde yayınlarlar. Konuşulan çözüm önerileri ise, bir yıl sonraki Dünya Gıda Günü’ne kadar tozlu raflarda kalmaya mahkum olur.

Kapitalizmin egemen olduğu dünyada bir avuç tekelin elindeki sermaye her gün artıyor. Nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha fazla sokuyor. Bu üretim kapasitesi tekellerin değil de tüm insanlığın hizmetinde olsaydı, insanlar hem daha az çalışıp, hem de insani ihtiyaçlarının tümüne sahip olabilirdi. Oysa kapitalizm koşullarında, toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü şaşırtıcı bir hızla dolaşırken, bir bölümü ise burjuvaların hesaplarında depolanır. İşçilerin bir bölümü günde 12 saat çalışırken diğer bölümü işsizdir ve açlıktan ölür.

Yoksulluk ve açlık, ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından, ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanıyor. Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın biricik sorumlusu emperyalist-kapitalist dünya sistemidir.

Gıda ürünlerinin üretimini sınırlayanlar kapitalistler ve denetimlerindeki devletlerdir. Kapitalist tarım tekelleri ellerindeki fazla üretimi sürebilecekleri pazarları yaratabilmek için geri kalmış ülkelerin tarımını yıkıma uğratmaktadırlar.

Uluslararası kapitalizmin en önemli kurumlarından biri olan İMF, dayattığı programlarla ülke ekonomilerini çökertmekle kalmıyor, bir yandan da emperyalist tarım tekellerine yeni pazar alanları açmak için tarımda yıkım programlarını tüm bağımlı ülkelere dayatıyor. Bu nedenle tarıma verilen destekler kaldırılıyor, köylülüğün ucuz kredi alma olanakları ortadan kaldırılıyor.

Tarım yıkıma uğratılarak, bu alanda da dışa bağımlılık derinleştiriliyor. Emperyalist tarım tekelleriyle yarışamayan köylülük tarımı terk etme yolunu seçiyor ya da bazıları zorla topraklarından sürülüyor. Köylüler ürettiklerini satamıyor ya da çok ucuza satmak zorunda kalıyorlar. Birçok ülke kendisine fazlasıyla yetecek tahıl ve gıda ürünleri üretme olanaklarına sahip olmasına karşın, tahıl ve gıda maddeleri ithal etmek zorunda kalıyor. Öte yandan, tırmanan işsizlik ve her geçen gün daha da düşürülen ücretler, açlık sınırında yaşayanların sayısını hızla artıyor.

Bolluk arttıkça, yani daha fazla gıda maddesi üretildikçe açlık çeken insanların sayısı çoğalmaktadır. Milyarlarca insanın varlık içinde yokluk çekmesine sebep olan kapitalist sistemin ta kendisidir. Kısacası 1 milyar insanın aç olduğu, servetleri 40-50 milyar dolarlarla ifade edilen sermayedarların varolduğu bu dünya, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin eseridir. Dünya ölçüsündeki üretim insanların gıda ihtiyacını karşılamaya yeter de artar bile. Buna rağmen milyonlarca insan yetersiz besleniyor, milyonlarcası ise açlıktan ölüyor.

Açlık yoksulluğun ve vahşetin olmadığıdünyanın adıdır sosyalizm!

Emek sömürüsü, açlık ve yoksulluğun temelidir. Emek sömürüsüne dayalı kapitalist sistem ayakta kaldıkça, kitlesel açlık ve yoksulluk kaçınılmaz hale gelir. En genel tanımıyla, milyarlarca insan emeğinin ürettiğine bir avuç tekelin el koyması, insanlar ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar üretirlerse üretsinler, açlık ve yoksulluğu büyütmekten başka bir işe yaramaz. Büyüyen zenginlik yoksulluğun da büyümesini getirir. Bu, kapitalizmin temel bir yasasıdır.

 “Kâr, daha çok kar” üzerinden işleyen kapitalizm, açlık ve yoksulluğun temel kaynağıdır. Kapitalizm insanlığın ihtiyaçlarını değil, kapitalistlerin kârlarını temel alan bir sistemdir. Bunun içindir ki, bir yandan devasa bir zenginlik birikirken, öte yandan açlık ve yoksulluk derinleşir. Üretim tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak bir kapasiteye ulaşırken, bu zenginlikleri üretenler bunun sonuçlarından yararlanamazlar. Sosyalizm, kapitalist sistemin bu dengesizliğine son veren sistemin adıdır. Sosyalizm, emek sömürüsüne son verir. Sosyalist sistemde üretim kâr için değil, işçi ve emekçilerin gereksinimleri için planlanır. Sosyalizm, üretim araçlarını bir avuç kapitalist sermaye sahibinin özel mülkiyeti olmaktan çıkarır, tüm toplumun ortak mülkiyeti haline getirir.

Kapitalizm daha fazla üretimin daha çok insanı doyurduğu bir sistem değildir. Sermayenin, diğer tekellerle rekabet edebilmek için daha fazla ve daha ucuza üretmek zorunda olduğu, bunu için de işçilerin ve emekçilerin ücretlerini düşürerek, onları yoksullaştıran bir sistemdir. Sosyalizm, pazar için, rekabet için plansız bir üretim ve tüketim faaliyeti içinde, ülke kaynaklarının yok edilmesine izin vermez. İşçi ve emekçilerin ihtiyaçları temel alınarak üretim planlandığı için, tüketilemeyen üretim fazlalarının yarattığı krizler, sosyalist planlı ekonomide yaşanmaz. İşçi ve emekçiler için açlığın olmadığı bir yaşamın ancak emperyalist-kapitalist dünya sisteminin yıkılmasıyla, sosyalizmin kazanılmasıyla mümkün olabileceğinin açık ifadesidir.