16 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/28

 Kızıl Bayrak'tan
Anayasa değişikliği referandumu tartışmaları
Referandum oyununa karşı devrimci tutum!
Sendika ağalarının referanduma ilişkin tutumları ve devrimci sorumluluk!
Kürt halkına saldırganlık sermayenin ‘ortak aklı’
ABD-Türkiye ilişkilerinde son perde
Ankara'da iki BDSP'li serbest bırakıldı
DİSK’in sermaye ile
uzlaşma arayışı...
İşçiler, burjuvaziye mezar hazırlamaktadır!
Meslek örgütlerinden’iş cinayeti’ açıklamaları
Kontra sendikaların “başarı” kaynağı sınıf sendikacılığı çizgisinin silikleşmesidir!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Taleplerimiz, mücadele ve örgütlenme hattımız…
ÇEL-MER işçileri kazandı!
MİB’ten Yunus Dönmez’le dayanışma çağrısı!
Zafer direnen UPS işçisinin olacak!
ABD emperyalizmi her koşulda ırkçı-siyonist canilerin hamisidir!...
Katil İsrail kendi soruşturup kendi aklıyor!
Dünyada işçi ve emekçi hareketi...
İran’da kadınlar üzerindeki baskılar sürüyor…
Samandağ Geleneksel Evvel Temmuz Festivali gerçekleştirildi...
Topyekûn bastırma ve teslim alma kampanyası - M.Can Yüce.
İnternette sansür ve denetim yeni düzenlemeler ile tırmandırılıyor.
Direnişçi bir Çel-Mer işçisinden mektup…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Burjuvazinin kazdığı mezara giren işçiler, burjuvaziye mezar hazırlamaktadır!

“Nasıl ki, emeğin birleşik hale gelmesi ve elbirliği, makinelerin geniş ölçüde kullanılmalarına, üretim araçlarının yoğunlaşmasına ve ekonomik olarak kullanılmalarına yol açıyorsa, aynı şekilde, kitleler halinde, kapalı yerlerde ve sağlık gereksinmelerinden çok, üretimin işine gelen koşullar altında bu birarada çalışmadır ki; işte bu kitle halinde bir ve aynı işyerinde yoğunlaşmadır ki, bir yandan kapitalist için büyük bir kâr kaynağının, öte yandan da daha kısa çalışma saatleri ve özel önlemlerle karşılanmadığı takdirde, işçilerin yaşam ve sağlıklarının hovardaca harcanmasının nedenini oluşturur.” (Kapital, Cilt 3)

1860’lı yılların İngilteresi’nde madenlerdeki çalışma koşulları son derece vahşidir. “Kömür madenleri; en zorunlu harcamaların ihmali” ara başlığı altında K. Marks süreci şöyle özetler: “1860’larda İngiltere’de kömür ocaklarında haftada ortalama 15 kişi hayatını kaybetmiştir. Kömür madenlerindeki kazalar (6 Şubat 1862) konusundaki rapora göre, 1852-61 yıllarını kapsayan on yıl içerisinde 8.466 insan ölmüştür...

...Bu can kayıpları çoğu kez maden sahiplerinin doymak bilmez açgözlülüklerinden ileri gelmiştir. Çoğunlukla bunlar tek bir kuyu açtırırlardı, öyle ki, yeterli havalandırma eksikliği bir yana, bu deliğin kapanması halinde başka bir çıkış yoktu.” (K. Marks Kapital, Cilt 3)

Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu yapıtında İngiliz maden proletaryasının son derece vahşi çalışma şartlarını şu şekilde ortaya koyuyor: “Tüm Britanya İmparatorluğu’nda, bir insanın, ölümle bu kadar değişik biçimlerde yüzyüze bulunduğu başka hiçbir uğraş yoktur. Kömür ocağı, birçok dehşet verici felaketin sahnesidir ve o felaketler de doğrudan doğruya burjuvazinin bencilliğinden ileri gelir. Bu maden ocaklarında ortaya çıkan hidrokarbon gazı, havayla birleştiği zaman patlamaya hazır hale gelir ve bir alevle temas ettiği anda patlar, çevresindeki herkesi öldürür. Bu patlamalar, neredeyse hemen her gün olageliyor.”

Türkiye’deki maden ocaklarında durum farklı değildir. Geçmişi de bugünü de kanlıdır. Toros Dağları’ndaki Cevher Madeni’ndeki çalışma koşullarına ilişkin 31Ocak 1910 tarihli bir gazete şöyle bahseder: “Madenciler, kazma ve kürekleriyle mağaralara girerler, içerde don yağı yakarlar. Sarı bir toprak halinde olan cevheri çuvallara koyarak katırlarla kasabaya naklederler. Cevher oradan izabe fırınına gider. Fırın pek adi ve basittir. Arkasından iki işçi tarafından hareket ettirilen körükle işler... Madenin durumu pek üzüntü vericidir. Gerek cevherin hazırlanış şekli, gerek işlemlerin yapılışı iki bin yıl öncekinin aynıdır... Madenciler de sefalet içerisinde bulunuyorlar, bir madencinin günlük ücreti 5 kuruşu geçmez. Halbuki o, mağaralarda çalışacak, geçilmez yerlerde yürüyecek ve bütün gün ateş karşısında körük çekecektir. Mağaralara inip çıkarken düşmek ve çığ düşmesine uğramak gibi tehlikeler ise devamlı olmaktadır. Maden’de son derece pislik ve yoksulluk hüküm sürüyor. Halk çok defa bakla ve patates yer. Her evin önünde abdesthaneler vardır ki pislikler meydandadır, dereye akar, sulara karışır.”

Zonguldak’taki madenlerin de tablosu farklı değildir. Binlerce maden işçisinin çalıştığı Zonguldak’ta o dönem bir hastane bile yoktur. 1900’lere doğru bir hastane açılmış. Fakat onun masrafları da işçilerden kesilmiştir. Tüm bu şartlar karşısında işçilerin başkaldırmaması için şer’i hükümlere dayalı oldukça katı kurallar konulmuştur. Ancak işçiler bütün bu kuralları aşarak isyan eder.

1865 yılında Dilaverpaşa Nizamnamesi yayınlanır. Bu nizamnamede madenlerde çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi esas alınır. Bu anlamıyla Dilaverpaşa Nizamnamesi “ilerici” olarak sunulur. Oysa bu nizamnamenin yayınlanmasının nedeni işçi azlığından kaynaklı maden işçiliğini cazip kılmaktı. Buna rağmen bu yasalarda geçen maddeler uygulanmaz. Bu nedenle işçiler grev ve işgali silah olarak kullanır. Ağustos 1908’de 8 saatlik işgünü, işçi sağlığı ve güvenliği, ücretlerin arttırılması talebiyle 3 bin madenci greve gider. Eylül 1908’de Zonguldak maden işçileri hastane gideri olarak kesilen paranın kaldırılması talebiyle madeni işgal eder. 1914 yılına kadar bu grev dalgası sürekliliğini korur. Sonuçta madenlerdeki bu mücadele içerisinde bir dizi hak kazanılır. Bugüne gelindiğinde durum işçi sağlığı ve güvenliği açısından hiç de iç açıcı değildir. Zira madenler seri cinayetlerin merkezi haline gelmiş durumdadır. Yıllar yılı maden ocakları işçilere mezar olagelmiştir.

2010 yılında 23 Şubat günü Balıkesir’in Dursunbey ilçesinde 17 maden işçisi iş cinayetine kurban gitti. 17 Mayıs günü Zonguldak Karadon Maden Ocağı’nda 30 işçi iş cinayetine kurban gitti. Keza Edirne Keşan’da bir maden ocağında meydana gelen yangında 3 işçi yaşamını yitirdi. Sonrasında da yine Zonguldak’ta bir maden ocağında 1 işçi iş cinayetine kurban gitti. Madenler, işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin yok sayıldığı alanlardan sadece biridir. Oysa yapı itibariyle insan hayatına kasteden çalışma şartlarını da içermektedir. Maden ocaklarında alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri her geçen gün kitlesel işçi ölümlerine yol açmaktadır.

Kapitalizmin işçi ve emekçilere dayattığı çalışma ve yaşam koşulları en özlü ifadeyle kâr hırsının izdüşümüdür. Sermaye, daha fazla kâr elde edebilmek amacıyla işçilik için yapması gereken harcamalardan pervasız şekilde kısmaktadır. Doğal olarak, iş cinayetleri ve meslek hastalıkları her geçen gün artmaktadır.

“Burjuvazinin bencilliği”, “insan kanı ve etinin israf edilmesinin” doğal bir sonucudur. Bu anlamıyla iş cinayetleri kapitalizmin varlığının bir sonucudur. Dolayısıyla madenlerde, tersanelerde, fabrikalarda her gün her yerde işçi kanı akmaktadır. Dünyada, her gün ortalama 5 bin kişi iş cinayetlerine kurban gitmektedir. İşçileri işyerlerinde koruyucu önlemlerle korumaya çalışan tek ülke SSCB idi. Sağlık Bakanı Aleksandr Semashko öncülüğünde işyerlerinde koruyucu önlemler konusunda tarihin en ileri önlemleri alınmıştır. Zira burada aretimin piyasaya değil de Sovyet toplumuna dönük gerçekleşmiş olması belirleyicidir. Kapitalist toplumlarda devlet toplumun zenginliğini kontrol altında bulunduran egemen sınıf tarafından kullanılan bir araçtır. Egemen sınıf, bu araç ya da aygıtı, kitleleri sömürmek amacıyla kullanır. Devletin tüm öğe ve birimleri, statükoyu korumak için düzenlenmiş, yani egemen sınıfın iktidarını sürdürebilmesi için ayarlanmıştır. Mahkemeler, polis ve hatta hükümet, yönetici sınıfın çıkarlarını korumak için vardır. Bu anlamıyla burjuva yasaları işçi ölümlerini önlemek ve katil sermayedarları yargılamak için değil, işçi katillerini korumak ve palazlandırmak için vardır.

Neoliberal politikaların bir sonucu olarak son dönemlerde değişik sektörlerde yaygınlaşan taşeronlaştırma uygulamaları her türlü güvencesizliğin kaynağını oluşturuyor. Üretimin parçalanarak alt yüklenicilere devredilmesi, patron için yaşam kaynağıdır. Zira sermaye sahibi işçilik harcamalarını sıfıra indirgemiş ve bu giderleri taşeron firmaların sırtına yüklemiş anlamına gelmektedir. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda da durum farklı değildir. Her türlü sosyal güvenceden yoksunluk, iş cinayetleri, çalışma şartlarındaki esneklik taşeronluk eksenlidir. Dolayısıyla iş cinayetlerinin de ağırlık merkezi taşeronluk sisteminin varlığıdır. Taşeronluk sistemi sermayenin kâr hırsının en uç biçimidir. Zonguldak Karadon Madencilik’te 30 işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesinin ardından sermayenin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, sermayenin taşeronlaştırma uygulamalarını savunan bir tutum aldı. Daha farklı bir tutum da beklenemezdi. Zira yukarıda da belirtildiği gibi kapitalizm şartlarında devlet sermayeye hizmet eder. Hatırlanacağı üzere Çalışma Bakanı Ömer Dinçer şunları söylemişti: “Kamu ya da özel, böyle bir ayrım yapamayız. Zaten Karadon’da kömürü çıkaran gene TTK. Kuyu açmak, galeri yapmak gibi ‘yan hizmetler’in, yeni değil, -uzmanlık icap ettirdiği için- 20-25 yıldır taşerona verildiğini görüyoruz. Ayrıca, 500’den fazla maden çıkaran özel işletme var. Taşeron değil, madenin sahibi onlar. Özel sektör kazaya yol açar düşüncesine katılmam. Kaldı ki,1992’de de aynı yerde, büyük bir patlama meydana gelmiş ve 262 kişi ölmüştü. Bir hafta önce Rusya’nın kamuya ait bir maden ocağı işletmesinde, 200 kişi hayatını kaybetti. Sorunun, taşeron firmaların faaliyetinden kaynaklandığı doğru bir iddia değil.”  Oysa ki, Zonguldak’ta TTK Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında 17 Mayıs 2010 günü yaşanan grizu patlamasında 30 madencinin katledilmesinin ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca hazırlanan raporda, asıl işveren konumundaki TTK Genel Müdürlüğü’nün %30, alt işveren Yapı-Tek İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin %70 oranında kusurlu bulunduğu tespit edildi. Madenlerdeki kuralsız ve güvencesiz çalışma koşullarının devlet eliyle desteklenerek yaygınlaştırıldığı, taşeronlaştırma sisteminin ise işçi katliamlarının yaşanmasındaki temel etkenlerden biri olduğu 30 madencinin katledildiği grizu patlamasının ardından hazırlanan raporla belgelendi. Taşeronluk sisteminin yarattığı yıkım devletin kendi raporunda bir kez daha açığa çıktı. Tuzla tersanelerinde eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik’te taşeronluk sistemini kaldırmanın mümkün olmadığını, ancak denetim altına alınabileceğini belirtmişti. Ve bu tutumun sonucu olarak iş cinayetleri Tuzla tersanelerinde de sürgit sürmektedir.

Kuralsızlık, güvencesizlik, sendikasızlık, esnek çalışma biçimleri yeni işçi mezarları açmaya devam ediyor. İş cinayetlerine maruz kalan maden işçileri, maden havzasında grev ateşini yakarak, çalışma şartlarını bir nebze hafifletebilir. Havza grevlerinin yaygınlaşması ve tüm sınıfı ateşlemesiyle insanca yaşam ve çalışma koşulları bir nebze hafifleyebilir. Ama gerçekte insanca yaşam ve çalışma koşulları ancak ve ancak sosyalizm ile mümkündür. Madenlerde, tersanelerde, fabrikalarda işçi ve emekçiler sosyalizm bayrağını taşıyarak insanca bir yaşam ve çalışma koşullarına doğru adım atabilir.

Bugün burjuvazinin tersanelerde, madenlerde, fabrikalarda kazdığı mezara giren işçiler, burjuvaziye mezar hazırlamaktadır. Proletarya ergeç burjuvaziyi mezara gömecek, kendi sınıf iktidarını kuracaktır.