16 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/28

 Kızıl Bayrak'tan
Anayasa değişikliği referandumu tartışmaları
Referandum oyununa karşı devrimci tutum!
Sendika ağalarının referanduma ilişkin tutumları ve devrimci sorumluluk!
Kürt halkına saldırganlık sermayenin ‘ortak aklı’
ABD-Türkiye ilişkilerinde son perde
Ankara'da iki BDSP'li serbest bırakıldı
DİSK’in sermaye ile
uzlaşma arayışı...
İşçiler, burjuvaziye mezar hazırlamaktadır!
Meslek örgütlerinden’iş cinayeti’ açıklamaları
Kontra sendikaların “başarı” kaynağı sınıf sendikacılığı çizgisinin silikleşmesidir!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Taleplerimiz, mücadele ve örgütlenme hattımız…
ÇEL-MER işçileri kazandı!
MİB’ten Yunus Dönmez’le dayanışma çağrısı!
Zafer direnen UPS işçisinin olacak!
ABD emperyalizmi her koşulda ırkçı-siyonist canilerin hamisidir!...
Katil İsrail kendi soruşturup kendi aklıyor!
Dünyada işçi ve emekçi hareketi...
İran’da kadınlar üzerindeki baskılar sürüyor…
Samandağ Geleneksel Evvel Temmuz Festivali gerçekleştirildi...
Topyekûn bastırma ve teslim alma kampanyası - M.Can Yüce.
İnternette sansür ve denetim yeni düzenlemeler ile tırmandırılıyor.
Direnişçi bir Çel-Mer işçisinden mektup…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD-Türkiye ilişkilerinde son perde

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile 13 Temmuz günü bir telefon görüşmesi yaptı. İki bakanın telefon görüşmesinde, İran konusundaki durum da dahil olmak üzere bir dizi konuyu gözden geçirdiği belirtiliyor.

Davutoğlu’nun, Clinton ile yaptığı görüşme, İran’ın nükleer programından kaynaklanan sorunun çözümünde Brezilya ile birlikte arabulucu olarak ortaya çıkan Türkiye’nin rolünün devam edip etmeyeceğine dair soru işaretlerini de doğurdu. Söz konusu görüşmeden sonra, ABD yetkililerinin “Davutoğlu, Türkiye’nin İran’la ilgili nükleer meselenin ‘dışında kalması’na dair talebi kabul etti” dediği, Türk Dışişleri kaynaklarına göre ise, “İran’la komşuluk vazifemizin tüm gereklerini yerine getireceğiz. BM kararlarına da bağlıyız” mesajı verdiği ifade ediliyor.

Clinton’ın Davutoğlu’na, ABD’nin “PKK ile mücadele”de yardımcı olma taahhüdüne yeniden vurgu yaptığı da belirtiliyor. Öte yandan benzer bir açıklama da ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi James Jeffrey’den geldi.

James Jeffrey, “Biz PKK’yı El Kaide gibi ortak bir düşman olarak görüyoruz. İkincisi, 2007’den beri Türkiye’nin PKK’ya karşı askeri harekâtlarını kolaylaştırma çabası içindeyiz. Bu yalnızca istihbarat paylaşımı değil predatörler gibi doğrudan istihbarat toplanmasını da içeriyor. Ek olarak, hava sahasının kullanımında işbirliği yapıyoruz, Irak’ta hava sahasını boşaltıyoruz. (Türk uçaklarının operasyonları için) Bu çok karmaşık bir süreç. Son haftalarda bunu daha süratli bir şekilde yapabilmek için yoğun bir mesai içinde olduk. Aynı zamanda operasyonların daha sık yapılmasını mümkün kılacak bir çalışma içindeyiz.” dedi.

Görüşme, uşağın uşak olduğu gerçeğini değiştirmedi!

Clinton-Davutoğlu telefon görüşmesinin asıl önemli yanı, işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı ne tür saldırı hazırlıkları yapıldığıdır ki bunlar da görüşmelerin hep gizli bırakılan yanını oluşturur. Bunlar bir yanıyla ancak pratikte yaşandıkça anlaşılır. Her ne kadar Clinton-Davutoğlu telefon görüşmesinde belirli konular yansıtılsa da, bu pazarlıkların ancak bir yönüdür. Türk sermaye devletinin gündemi böyle yansıtması, esas olarak Ortadoğu çapındaki ABD işbirlikçiliğini gizleme amaçlıdır.

ABD-Türkiye pazarlıklarında, ABD’nin birçok isteği ve işbirlikçi Türk sermaye devletinin de çok yönlü çıkarları vardır. ABD, Türk sermaye devletine açıkça göstermiştir ki, Ortadoğu’da işbirlikçiliğin gerekleri yerine getirilmezse, yağma ve sömürüden pay da yoktur. Bu anlamda da Clinton-Davutoğlu telefon görüşmesinin gündemi de bunlarla belirlenmektedir.

Görüşmenin odağında, Türkiye’nin ABD emperyalizminin politikalarına ne kadar ve nasıl tabi kılınacağı vardır. ABD, hizmetleri karşılığında Türkiye’ye bir şeyler verecektir elbette. Bu anlamda, hiç şüphe yok ki, görüşmede aldıkları da, verdikleri de işçi sınıfı, emekçi kitleler ve başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halklara yönelik düşmanlıktır.

Türkiye-ABD ilişkilerinde, gerçek pazarlıklar ve işbirlikleri, örtülü olarak sürdürülürken, bu ilişkinin Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yansıyan yüzünde, Türk sermaye devleti her zaman adeta tiyatro oynamıştır. Bu tiyatroda sergilenen oyunla, Türk sermaye devleti gibi, dünya siyasetindeki yeri, emperyalizme bağımlı bir ülkenin işbirlikçi politikacıları, kendilerini, kendi halklarına “dünyayı yöneten, dünya liderleriyle görüş alışverişinde bulunan büyük bir güç” olarak pazarlıyorlar. Ama hangi rolde sunulurlarsa sunulsunlar, hiç bir dekor ve kostüm, uşağın uşak olduğu gerçeğini değiştirmez.

 

 

 

Dink davasının 14. duruşması görüldü

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de katledilmesinin ardından İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın 14. duruşması 12 Temmuz günü görüldü.

3’ü tutuklu 20 sanık hakkında açılan davanın 14. duruşmasına tutuklu sanıklar Ogün Samast, Erhan Tuncel ve Yasin Hayal “yoğun güvenlik önlemleri” altında getirildi.

“Hrant için, Hrant için”

Duruşma öncesinde Beşiktaş Barbaros Meydanı’nda toplanan ‘Hrant’ın Arkadaşları’ dava sürecine ilişkin basın açıklaması gerçekleştirdi.

“Hrant için, Hrant için” yazılı pankartın açıldığı eylemde açıklamayı okuyan Bülent Aydın, Dink için adalet istemeye devam edeceklerini ancak duruşmadan ve mahkemeden adalet beklentilerinin zayıfladığını söyledi. Dink’in arkadaşlarından Hayko Bağdat ise Hrant Dink’in katledilmeden önce “Türklüğü aşağılamak” iddiasıyla yargılandığı son yazısını okudu.

Sloganlar eşliğinde Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne yürüyen kitle, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ve beraberindekileri mahkemeye uğurladı.

Tanıklar dinlendi

Davada tanık olarak dinlenen Cavit Kılıç, “Olay günü Ogün Samast bizim işlettiğimiz internet kafeye geldi. Yaklaşık 2,5 saat birileriyle yazıştı. Yazışırken heyecanlı olduğunu gördüm. Olaydan sonra ilk eşkal veren benim’’ dedi.

Davanın 14. duruşmasında müdahil avukatlar, Dink’in basın özgürlüğü davası çerçevesinde hedef haline getirilmesi ve İstanbul Valiliği’nde tehdit edilmesi olaylarıyla ilgili savcıları göreve çağırdı.

Dink ailesinin avukatları, her iki olayda adı geçen eski İstanbul Vali Muavini Erhan Güngör, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul eski Bölge Başkan Yardımcısı Özer Yılmaz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz ile Ergenekon davası sanıkları Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun davaya dahil edilmesini istedi. Duruşmada, Dink’in hedef gösterildiği süreçle ilgili bir projeksiyon sunumu yapıldı. Dink davası avukatlarından Fethiye Çetin, Hrant Dink’in öldürülmeden önce kaleme aldığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” ve “Neden Hedef Gösterildim” başlıklı yazılarını da okudu.

Duruşmada savunma yapan Erhan Tuncel, Aralık 2006’ya kadar Mehmet Ayhan isimli polisle dört önemli telefon görüşmesi yaptığını ve bunların dosyada yer almadığını söyledi.

Tuncel, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve diğer makamların raporlarında “Yardımcı haber elemanıyla irtibatın kesilmesi, olayların akışı konusunda bilgi akışında aksama meydana getirmiştir” tespitinin yerinde olduğunu söyledi.

Mahkeme heyeti açıkladığı ara kararda, tutuklu sanıklar Erhan Tuncel, Ogün Samast ve Yasin Hayal’in tutukluluk hallerinin devamını kararlaştırdı.

Heyet, Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun’un tanık olarak dinlenilmesi konusundaki talebi yeniden reddederek duruşmayı 25 Ekim’e erteledi.