<

18 Haziran 2010
Sayı: SİKB 2010/24

 Kızıl Bayrak'tan
“Eksen kayması” tartışmaları safsatadan ibarettir
Zorlu mücadele gündemleri ve
görevler
Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılar sürüyor
Sivas’ın hesabını soracağızi
Madenlerde ölümlerin
sorumlusu kapitalizmdir!
30 madencinin kanı kurumadan bir madenci daha katledildi
15-16 Haziran Direnişi selamlandı.
ÜNSA Çuval’da sendikal ihanet ve sınırsız sömürü.
HABAŞ Demir-Çelik’te iş bırakma eylemi
Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül ile MESS Grup TİS süreci üzerine konuştuk
KESK üyeleri tasarıya
karşı eylemdeydi.
İşçi ve emekçi hareketinden..
Karadağ cinayeti davası avukatlarıyla dava üzerine konuştuk!
Karadağ cinayeti davasının ilk duruşması yapıldı 
Karadağ davası duruşması eylemlerle karşılandı
Gençlik işçi sınıfının çelik disiplini ile kavga alanlarında,
fabrika havzalarında sınanmalıdır!
Gençlik eleme sınavlarına karşı alanlardaydı
BM Güvenlik Konseyi, İran’a yeni yaptırım tasarısını kabul etti...
Çin’den Avrupa’ya kölece çalışma
can alıyor!..
Dünya’dan işçi ve emekçi eylemleri
Kırgızistan’da çatışmalar sürüyor!
Kadına yönelik cinsel taciz ve
tecavüz gün geçtikçe artıyor!
Yeni-Osmanlıcılık ve Kürdistan sorunu…
- M.Can Yüce
Kayıp yakınlarının
Ankara yürüyüşü başladı..
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Karadağ cinayeti davası avukatlarıyla dava üzerine konuştuk...

“Hukuki mücadele, sokakta örülecek fiili-meşru mücadele ile birlikte ele alınmalıdır!”

(17.06.10) – Alaattin Karadağ’ın sokak ortasında katledilmesinin ardından Karadağ ailesinin suçduyurusu sonucu açılan davanın ilk duruşması dün Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Yer yer gerginliklerin de yaşandığı duruşmada dava 9 Kasım 2010 tarihine ertelendi.

Duruşmanın ardından, duruşmaya katılan avukatlardan bazılarıyla dava süreci, ilk duruşma ve devlet/polis terörü karşısında yürütülecek mücadele üzerine konuştuk.

- Devrimci işçi Alaattin Karadağ’ın 19 Kasım 2009 akşamı Esenyurt-Avcılar polisi tarafından kurşunlanarak katledilmesinin ardından açılan davanın ilk duruşması 16 Haziran günü Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Devletin, cinayeti örtbas etme çabasının açık yansıması bir dizi ihmali barındıran dava süreci ile katiller yine aklanmaya çalışılıyor.

Bunların yanısıra, duruşmada 50 avukat hazır bulunurken çeşitli illerden ÇHD üyesi 215 avukat dava için yetki belgesi gönderdi.

İlk duruşmada ortaya çıkanlarla birlikte, Karadağ cinayeti davasının toplam tablosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

“Yargı cinayetleri ne etkili bir soruşturma ne de etkili bir kovuşturma ile ele alıyor”

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Av. Taylan Tanay: Kolluk güçlerinin işledikleri cinayetleri özellikle ikiye ayırırlar. Biri infazın kendisi, kolluk tarafından, özellikle ‘90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de kolluk cinayetleri sokak ortasında, dağlarda gerçekleşir hale geldi. Bugünkü tabloya baktığınız zaman kitlesel rakamlar var önümüzde, polis tarafından katledilmiş. Diğer bir gerçek ise yargı ayağı. Polis cinayetlerinin yargı ayağı da önemli. Aslında bu cinayetlerin bu kadar çoğalmasının nedeni de o. Yargı bir nevi bu cinayetleri teşvik etmiştir. Teşvik etmesinin nedeni de aklamasıdır. Bu cinayetlerin çoğu, birkaç istisna dışında tamamına yakını, cezasızlık güvencesine alınmıştır. Ya kolluk veya memurlar “nefsi müdafaa” denilerek ya da görevlerini yerine getirdikleri gerekçesiyle beraat ettirilmiştir. Ya zaman aşımıyla ya da ertelemelerle ceza almaktan kurtulmuşlardır. Aslında Alaattin Karadağ ile ilgili yaşadığımız hukuksal süreç de buna işaret etmektedir. Bu tip davalarda özellikle soruşturma safhası çok önemli. Bu davaya konu soruşturmada da, ceza sisteminin içine alınmış bir kısım girişimin olduğunu anlıyoruz. Soruşturma öncelikle bu cinayeti işleyen kolluk birimlerine aktarılmıştır. Bu aynı zamanda gerekli olan delillerin toplanmaması, toplanmış olan delillerin de iğfal edilmesi sonucunu doğurmuştur. Dosya bu yüzden başından itibaren akamete uğratılmıştır. Bugün dosyanın sonunda, bu cinayetin açıklığa kavuşturulmasının önü tıkanmıştır. Otopsi sırasında yaşananlar gibi, soruşturma evresindeki işlemlerin birçoğu hukuka aykırı yapılmıştır. Bu yüzden Karadağ dosyası diğer dosya örneklerine benziyor. Onlarla aynı hukuksal kadere doğru sürükleniyor. Türkiye’de ne yazık ki yargı, hep bunları akladı. Bugünkü dava sırasında yaşadıklarımız da bunun göstergelerinden birisi. Yani yargı, cinayetleri ne etkili bir soruşturma ne de etkili bir kovuşturma ile ele alıyor. Davalar böylesi bir ciddiyetle ele alınmayınca böylesi kitlesel rakamlar karşımıza çıkmış oluyor.

 

“Adli Tıp raporu çok önemli”

Av. Güray Dağ: Karadağ cinayeti davasının soruşturma aşaması ciddi eksiklikler ve yanlışlıklar barındırıyor. Olay polisin fail olduğu bir olay. Dolayısıyla soruşturma sürecinin o birimin dışında başka bir birim tarafından yürütülmesi gerekiyor. Avcılar polisi olmazdı da Bakırköy polisi olurdu, Büyükçekmec polisi olurdu, jandarma olurdu. Ancak bu soruşturma bizzat suçu işleyen polisin, sanığın görev yaptığı polis merkezince yürütülmüş durumda. Dolayısıyla süreç buradan sakat. Delillerin karartılması söz konusu. Kuzuyu kurda emanet etmek durumu tam da, böyle şey olmaz. Zaten bunun yansımaları da var. Dosyada savcı soruşturma aşamasının amiri teorik olarak ancak pratikte her şeyi polis merkezinin yaptığı anlaşılıyor. Savcı sadece imza atmakla yetinmiş. Bunu duruşmada dile getirdik. Birtakım görüntüler var ancak görüntüler savcının elinde olması gerekirken polisin elinde. Normal koşullarda el konulan hiçbir şeyi -bu belge olur, görüntü olur farketmez- inceleme yetkisi kolluğun değildir. Bunu kural olarak hakim yapar, hakimin görevlendireceği bilirkişi yapar, hakime ulaşılamıyorsa savcı yapar. Ama asla polis yapamaz. Burada polis yapmış. Polise “al sana delilleri veriyorum. Delilleri karart, kalanını bize ver” diyerek bir imkan yaratılmış. Açıkça bu görülüyor. Şu an görüntüler hala Terörle Mücadele Şubesi’nde. Savcılığa sorduğumuzda bunu söylüyor. Olay yeri görüntüleri var ancak bunlar da dosyada yok. Yine de tüm bunlara rağmen ortaya çıkan iddianame güzel bir iddianame. Şimdiye kadar bu tür davalar polisin cezasızlık güvencesi altında yargılandığı davalar oluyor. Ceza verilmemesini bırakalım, dava açılmamış olan dosyalar oluyordu. Bu davada ilk defa sanık polis hakkında “kasten adam öldürmeden” dava açılmış durumda. Bu anlamda bir ilk. Davanın tüm eksik ve aksak yanlarına rağmen bu önemli bir gelişme. Ama sonuç alabilmek için soruşturma sürecinin çok etkin örülebilmesi gerekiyordu ama yapılmadı. Onun için, iddianame böyle açılmış olmasına rağmen eğer şimdiye kadar karartılmamış delilleri elde edemezsek davanın sonucunda çok iyi bir sonuç alma şansımız olmaz. Dolayısıyla polis yine aklanır. Onun için en azından bundan sonraki süreçte elde kalabilen, polisin yok etmeyi unuttuğu, karartmayı ihmal ettiği deliller varsa bunlar gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bu anlamda Adli Tıp raporu çok önemli. Adli Tıp raporunda önce ayağa sonra göğüse ateş edildiği ortaya çıkarsa, bu olayın infaz olduğunu çok net ortaya koyacak. O zaman bütün delillerin karartılmış olması bir yana yine de kasten adam öldürmeden ceza verilebileceği kanısındayım. Onun için Adli Tıp raporu çok önemli ancak henüz dosyaya girmiş bir rapor yok. Soruşturma sürecinin nasıl yürüdüğüne ilişkin bu da bir ipucu veriyor. Otopsi raporu 25 Mart’ta Büyükçekmece Savcılığı’na gitmiş, çünkü olay yeri Büyükçekmece’nin görev alanında. Ancak ağır ceza suçu olduğu için davaya burası bakıyor. 25 Mart’ta dosya Büyükçekmece’ye gönderilmiş ancak Büyükçekmece Savcısı zahmet edip dosyayı daha göndermemiş.

 

“Yargısız infaz yeni bir olgu değil”

Av. Şerife Ceren Uysal: Yargısız infaz Türkiye’de yeni bir olgu değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin mahkum olduğu davalara bakıldığında “yargısız infazların” ne kadar geniş bir gerçekliği ifade ettiği görülebilir. PVSK’da yapılan değişikliklerle polisin yetkisinin arttırılmasından sonra bu tür infaz olaylarının arttığını görüyoruz. Alaattin Karadağ son iki-üç yılın uzun listesi içinde yer almaktadır. Sorun şu ki bu tür infazlar, yargıya intikal ettiğinde de maalesef bir şekilde aklanıyor. Genelde ya cezasız bırakılıyor ya da etkisiz cezalarla üstü örtülüyor. Bu da genel bir kanıksamayı besliyor. Geniş bir kesim bu tür olaylar karşısında gerçeği görüyor ama yapılacak bir şey olmadığını düşünüyor.

Bugün gerçekleşen duruşmanın öncelikli başarısının bu nokta olduğu düşüncesindeyim. Kısa bir sürede 200’ü aşkın avukat bu dosyaya katılmak istediğini açıkladı. Bugün 50 avukat bizzat duruşmada hazır bulundu ve yargısız infaz gerçeğinin ortaya çıkartılması için emek harcadı. ÇHD, TİHV, İHD gibi demokratik kitle örgütleri duruşmada taraf oldular. Bütün bu tablo, kanıksamaya karşı güçlü bir tepkiyi ifade etmektedir. Dediğim gibi, duruşmanın öncelikle bu yanının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu duruşmaya katılan avukatların yalnızca Alaattin Karadağ cinayetinin aydınlatılması değil, ama Türkiye’deki yargısız infaz olgusunun açığa çıkartılması bilinciyle hareket ediyor olması önemlidir.

İlk duruşmada soruşturmayı genişletmeye yönelik taleplerimizin kabulü açısından bir yol katedildiği ifade edilebilir. Ama ileriye dönük söz söylemek için henüz erken. Elimizde “kasten adam öldürme” suçunu esas alan bir iddianame var. Ancak soruşturma aşamasında eksik bırakılan onlarca nokta, özellikle delillerin toplanması boyutuyla mahkemenin üzerine kalmış durumda. Bu açıdan şu ana kadar ne kadar delilin karartıldığını, ne kadarının mahkemeye taşınabileceğini kestirebilmek güç. Otopsi raporu, kamera, telsiz ve ambulans kayıtları ve atış mesafesine ilişkin raporlar elimizde yok. Bunlar geldiğinde daha derli toplu değerlendirebiliriz.

Ancak özensizlikler aşılmış değil. Örneğin bugün tanıkların mahkeme kaleminde, hatta mahkeme kalemi ile duruşmayı birbirine bağlayan koridorda tutuldukları bir tablo ile karşılaştık. Mahkeme heyetinin haberinin olup olmamasından bağımsız, bu çok tehlikeli bir durumdur. Ama aynı zamanda bir sıkıntının da ifadesidir. Hukuki olmayan, ifadeleri topyekûn geçersizleştiren bu durum, aynı zamanda Alaattin Karadağ cinayeti ile ilgili bugün dinlenen tanıkların tamamının bir kurguyu tekrarladıklarına da yorulmalıdır. Bu durumun ilk duruşmada yalın bir biçimde açığa çıkmasının da önemli olduğunu düşünüyorum.

 

“Karadağ’ın öldürülmesi açık bir yargısız infaz”

Av. Seyit Nusret Öztürk: Olayı öğrenmemiz ve soruşturma sürecine vekil olarak müdahale etmemiz talep edildiği andan itibaren olayla ilgili verileri toplayınca Alaattin Karadağ’ın öldürülmesinin açık bir yargısız infaz olduğu düşüncesi uyanmıştı. Daha sonra cenaze işlemleri aşamasında yaptığımız incelemeleri, tanıkların ilk andaki ifadelerini dikkate alınca, bu düşüncemiz pekişti. Bu olayın yargısız infaz olduğuna ilişkin en önemli delillerden biri Alaattin Karadağ’ın vücudundaki kurşun izleridir. Bunu da mahkemeye sunacağız. Karadağ’ın bacaklarında ve göğsünde kurşun yarası izleri var. İki olasılık sözkonusu, ya ilk önce bacaklarından yara aldı arkasından göğsündeki kurşun yarası meydana geldi. Ya da göğsündeki kurşun yarasını ilk önce aldı, bacağındaki kurşun yarası sonra meydana geldi. Bu iki olasılık da olabilir ama ilk kurşun yarasını göğsünden alma olasılığı bana daha uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Çünkü vücuduna kurşun bir taraftan diğer tarafa girip çıkmış. Uzaktan atış sonucunda meydana gelmiş olsaydı vücudunun içinde kalmış olma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum.

Yine duruşmanın birlik ve dayanışmayı yansıtma açısından da anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bugün burada onlarca avukat arkadaş duruşma sırasında çaba harcadık. Bunu sürekli kılmamız gerekiyor.

Dosyada büyük eksiklikler var. Bu eksikliklerin giderilmesi için bugün burada anlamlı bir mesafe kat ettik. Aynı zamanda tanıkların ifadelerinde bir dizi çelişki yakaladık. Birinin söylediği ötekini tutmuyor. Bu da zaten yargısız infazın şüphe götürmez bir olgu olduğunu anlamamızı sağlıyor.

 

“Mahkumiyet verilip verilmeyeceği kamuoyunun ilgisine ve tepkisine bağlı”

Av. İbrahim Ergün: Bugünkü duruşma sürpriz geçmedi. Diğer dosyalarda olduğu gibi “çatışmada öldü” senaryosuna uygun ifadeler verildi. Zaten gelenler öldüren polislerdi. Dolayısıyla farklı bir şey söylemediler. Bugünkü duruşmada ortaya çıkan en önemli şey; Alaattin’in bir yerde yaralanıp yere düştüğü ve kalktığının ortaya çıkmasıydı. Bugünkü ifadelerden çıkarabildiğim en önemli sonuç budur. Onun dışında standart işlemler yapıldı. Bazı delillerin toplanmasıyla ilgili taleplerimiz vardı. Onlar önemli ölçüde kabul edildi. Ama sorun şu ki o delillerin çoğu (telsiz kayıtları vs.) yok edilmiş olabilir. Diğer tanıklar dinlenecek ve bu duruşmada tutuklama talep edildi ancak bu talep reddedildi. Önümüzdeki duruşmalarda diğer tanıklar da dinlendikten sonra bir keşif yapılmasını umuyoruz. Adli Tıp raporu da gelmemiş. Onlar geldikten sonra olayın bizim dediğimiz gibi ortaya çıkacağını umuyoruz. Mahkumiyet verilip verilmeyeceği ise biraz da kamuoyunun ilgisine ve tepkisine bağlı.

 

“Alaattin Karadağ’ın sağ yakalanıp infaz edilmiş…”

Av. Cemal Yücel: Meslek hayatımın başından itibaren yargısız infaz davalarına giriyorum. Mahkemelerin ve Yargıtay’ın yargısız infaz olaylarındaki uygulaması polisi koruma, kollama ve beraat ettirme şeklinde olmuştur. Çoğu olayda da dava açılmamıştır. Bu olayda davanın açılmasını bir şans olarak görüyorum. Ancak bizim bu dosyadan edindiğimiz izlenim ve olaydan hemen sonra basına ifade veren tanıklardan anladığımız kadarıyla bu olay Alaattin Karadağ’ın sağ yakalanıp infaz edildiği şeklinde görünmektedir. Tabii ki yargılamayı mahkeme yapıyor. Umarız ki delil karartma çabalarına rağmen bizim tespitimiz doğrultusunda bir karar verilir ve ceza çıkar. Ancak daha evvelki uygulamalar, mahkeme ve Yargıtay kararları gözetildiğinde beraat kararı çıkacak gibi muhtemel gözüküyor. Ama beraat kararı çıkarsa bizze yanlış olur ve ceza-mahkumiyet kararı verilmesi doğru olur. Bugün avukat arkadaşlarımızın bu davaya ilgisi son derece iyi olmuştur. Umarım bu ilgi devam eder.

 

“Dava etkin bir şekilde takip edilirse sonuca yönelik etki edilebilir”

Av. Rahim Çoksusamış: Bu yargılamada çok basit, hakimin kendiliğinden uygulaması gereken, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılması gereken, sorgulama hakkımız, doğrudanlık ilkesi, duruşmaya katılma hakkımız gibi noktaları bile kalabalık katıldığımız ve bastırarak yaptığımız için nispeten düzgün işledi. Onun için katılım hem nicelik hem nitelik açısından önemli. Bu tip davalarda amaç yargılayıp gerçeği bulmaktan çıkmış, sanıkları aklamaya yönelik bir faaliyet olarak devam ediyor yıllardır. Bu dosyanın da aynı akibetle karşılaşmaması için toplumsal duyarlılığın arttırabilmesi lazım. Bugün polis tanıklar kalemden çıkıp duruşmaya girdi. Duruşmayı dinleyerek giriyor! Bunu mahkemede tutanaklara geçirttik. Normalde tanıkların kalemde bir işi olmaz. Dışarıdan çağrılır. Duruşmayı dinlemez, duruşma salonundaysa çıkartılır. Bu tanıklar duruşmayı dinleyerek giriyor. Basit bir usul hükmünün uygulatılması için bile büyük bir çaba sarfedilmesi gerekiyor. Dava etkin bir şekilde takip edilirse sonuca yönelik etki edilebilir. Sonuçta soruşturmanın yürütülüş aşamasına da baktığımız zaman amacın yargılamak değil polisi aklamak gibi bir yola girdiği yönünde ciddi kuşkularım var. Bu noktada ciddi bir mücadele gerekiyor.

 

“Müdahalenin güçlü olmasından kaynaklı da mahkeme ilk duruşmada bir geri adım attı”

Av. Keleş Öztürk: Bence bu olayda temel sorun şuradan kaynaklanıyor. Aslında yasalarda polise yargısız infaz yapma yetkisinin verilmiş olmasının yarattığı rahatlığın polis tarafından kullanılması ortaya çıktı. En baştan belki de fırsatını bulmuş olsalardı her ikisini de vuracaklardı. Bütün planları ona yönelik oldu. Olayın akışında da anlaşıldı. Bunu da kahramanca yapma yetkisini kendilerinde görmüşler, çünkü PVSK’da böyle bir yetki verilmiş. Bu yetkiyi sonuna kadar zorluyorlar. Dolayısıyla kendileri için suçsuzluk durumu yaratıyorlar. Mahkeme heyetinde aslında böyle bir hazırlık olduğu anlaşıldı. Müdahalenin güçlü olmasından kaynaklı da mahkeme ilk duruşmada bir geri adım atmış görünüyor. Buradan katilin cezalandırılması sonucu çıkar mı? Bunun çok şüpheli olduğunu düşünüyorum.

 

- Özellikle TMY ve PVSK’daki değişikliklerle birlikte süregelen polis terörü ve cinayetleri uygulamaları daha da artmış durumda. Polis terörüne ve cinayetlerine Engin Çeber, Alaattin Karadağ gibi siyasi-devrimci kimliğe sahip insanların yanısıra böylesi bir konumda olmayanlar da karşı karşıya kalıyor. Bu tabloyla birlikte değerlendirildiğinde, polis terörü ve cinayetlerine karşı yürütülecek mücadele nasıl bir eksende örülmelidir? İlerici ve devrimci güçler, emek-meslek örgütleri ve duyarlı kurumlar bu süreçte nasıl konumlanmalı ve neler yapmalıdırlar?

 

“Herkesin bu davaya katılması gerekiyor!”

Av. Taylan Tanay: Polis terörüne karşı mücadele sadece hukusal bir mücadele değil. Elbitte ki bunun bir duruşma ayağı, bir dava ayağı var ve bu bir şekilde takip edilebilmeli. Ama polis terörüne karşı mücadele bir siyasal mücadeledir her şeyden önce, bir demokrasi mücadelesidir. Bu durumu böyle ele almak gerekir. 1991 yılında Terörle Mücadele Yasası’na kolluğa durmaksızın ateş etme yetkisi getirilmek istendi, daha sonra bu Anayasa Mahkemesi tarafından ortadan kaldırıldı. Ama 2006 yılında, özellikle TMY’deki değişikliklerden sonra, PVSK’daki değişikliklerle birlikte, AKP iktidarında herkesin yaşama hakkının açık şekilde ihlal edildiğini görüyoruz. Bu durum önemli rakamlara, inanılmaz rakamlara ulaşmış durumda. Yani, bu aynı zamanda bir iktidar mücadelesidir, bu açıdan da bakmak gerekir. AKP’ye karşı yükseltilecek mücadelenin bir argümanı olarak bakmak lazım. Böyle bakınca da, bu ülkedeki toplumsal-siyasal-sendikal muhalefetin bu işin parçası haline gelmesi lazım. Yani, Alaattin Karadağ davası sadece onun siyasal olarak sahip olduğu hareketin yahut ailesinin işi değil, bu ülkede demokrasi mücadelesi veren herkesin görevidir. Sendikaların görevidir, onlarla da bağlantılıdır. Dolayısıyla bu tip davalarda, toplumsal, siyasal ve sendikal muhalefet, birleşik bir şekilde mücadeleyi yürütmek zorundadır. Bizim bu davada yaşadığımız en önemli sorun bu gibi gözüküyor. Tabii, Engin Çeber davası ve başka davalarda bu durumun kısmen kırıldığını görüyoruz. Hem avukat sayısı hem de katılan örgüt açısından kısmen kırıldığını görüyoruz. Ama umarım bunlar devam eder. Bu tip davalarda, başlangıçta avukat sayısı, demokratik kitle örgütü sayısı yoğun oluyor. Ama bu mücadele çok zor ve uzun soluklu bir mücadele. Öyle olunca da insanlar bir süre sonra yalnız kalıyor, aileler yalnız kalıyor.

Sizin de belirttiğiniz gibi, yalnızca politik cinayetler yaşanmıyor bu ülkede. Yaşam hakkı, herkesin, sıradan yurttaşların da ihlal ediliyor. Baran Tursun bir mütahitin oğluydu, öldürüldü. Çağdaş Gemlik, gencecik, başında jöle bulunan bir mokorsiklet sürücüsüydü, genç bir çocuktu. Yasin Kırbaç, sakat kaldı. O bir tinerciydi, sokakta kaldı. Alaattin Karadağ bir devrimciydi. Bu ülkede yaşayan herkesin, yoksulların, bu anlamıyla, iktidar dışında duran herkesin- iktidardan yararlananlar dışında herkesin yaşam hakkının açık bir tehdit içerisinde olduğunu gösteriyor. Yaşam hakkı için mücadele etmek bu davalarda yer almakla mümkün. Genel olarak bu tip yasal değişikliklerin ortadan kaldırılması, özellikle yaşam hakkını ve temel hak ve hak hürriyetleri ortadan kaldıran bu düzenlemelerin ortadan kaldırılması, hem de polis cinayetlerinin pratik olarak ortadan kaldırılması etkili, sürekli ve güçlü bir mücadeleyle mümkün. Bu da ancak birleşik mücadeleyle örülebilecek bir iş. Herkesin bu davaya katılması gerekiyor.

Davayı sadece hukuk mücadelesi olarak ele alırsak yanılırız. Davayı, toplumsal mücadelenin, adalet mücadelesinin ve ekmek mücadelesinin bir parçası olarak algılamak gerekir.

Bizler ÇHD olarak, bu davayı ve benzer davaları devamlı olarak takip ediyoruz. Bu davada da hukusal, siyasal olarak ailenin, hareketin yanındayız.

Herkesi de bu davayı sahiplenmeye, buradan demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.

 

“Eğer biz bu salona sıkışıp kalırsak polis aklanıp çıkar”

Av. Güray Dağ: Bu noktada kamuoyu baskısı, siyasi takip çok önemli. İyi takip edildiğinde sonuç alınabildiğini yavaş yavaş görmeye başladık. Engin Çeber olayı birebir örtüşmüyor belki ama Antalya’da Çağdaş Gemik vardı. Orada polis, “dur ihtarı”na uymadığı gerekçesiyle motosikletiyle giden 17 yaşında bir genci öldürmüştü. Kamuoyu baskısıyla dava açılda ve ilk defa polise 16 yıl 8 ay hapis cezası verildi. “Kasten adam öldürmeden” ceza verilmedi ama Yargıtay savcısı “Hayır burada kasten adam öldürme var, kasten adam öldürmeden ceza verilmeliydi” diyerek mahkeme kararının ve cezanın o anlamda eksik olduğunu beyan etti. Oradan da tarihi bir karar çıkacak. Bu tamamen kamuoyu baskısı ile ilgili, tamamen takiple ilgili. Takip ederseniz sonuç alırsınız. Bugün iyi bir takip vardı. 50’ye yakın avukatın bulunması 215 vekalet olması çok iyi oldu. Mahkeme de beklemiyordu. Hakim “Bu kadar kalabalık olduğunu bilmiyordum” diyerek başladı. Bunu böyle devam ettirmemiz lazım.

Bu tür davalarda yargılanan aslında devlet, çünkü sanık kolluk. Kendini devlet güvencesinde hisseden kişiler. Zaten bu suçu devletten aldıkları bu güçle işliyorlar. Dolayısıyla muhatabımız devlet. Böyle siyasi bir muhatapla yürütülecek mücadelenin de hukuki mücadeleden ibaret kalmaması gerekiyor. Bu tür davalarda mücadele adli savunmayla sınırlı tutulamaz. Mutlaka bunun adliye dışında toplumsal desteğinin olması gerekiyor. Engin Çeber, Çağdaş Gemik olayları, bunlar hep dışarıdan, adli savunmayla sınırlı kalmayan bir mücadeleyle yürütüldüğü için olumlu sonuçlandı. Burada da aynı şeyi yapmamız gerekiyor. Eğer biz bu salona sıkışıp kalırsak polis aklanıp çıkar. Çıkmasını engelleyemeyiz. Bunun için de dışarı ayağının iyi örülmesi gerekiyor. Bütün demokratik kitle örgütlerine çok önemli bir iş düşüyor.

Bir de, gözden kaçırılan bir şey daha oluyor genelde. Anasayada yaşam hakkı temel bir hak olarak düzenleniyor ama arkasından da hangi hallerde yaşam hakkı ortadan kaldırıldığında bunun meşru kabul edileceği, suç olmayabileceği düzenleniyor. Bunlar anayasada, ceza yasasında değil. Hakkında yakalama emri olan birisinin yakalanması sırasında öldürülmesi halinde bunun suç olmayabileceği anayasa hükmü. Sadece burada değil, o liberallerin çok bel bağladığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de aynı cümle var. Dolayısıyla oradan da bakmak gerekiyor. Yakalama emri herhangi bir insan hakkında verilebilir. Çok basit bir suçtan dolayı verilebilir. Bir kişi duruşmaya çağırılmıştır, gitmemiştir, yakalama çıkmıştır hakkında. Onu yakalarken polis öldürürse suç olmayabiliyor. Bunun da sorgulanması gerekiyor. Bu tip davalar belki bunun da tartışılmasını sağlar. Bu aslında ‘82 Anayasası’nın nasıl faşizan bir anayasa olduğunu da ortaya koyuyor.

 

“Mücadele toplumun duyarlı kesimlerinin bütününü kapsamalıdır”

Av. Ş. Ceren Uysal: Son dönemde “demokratikleşmeye” ilişkin bir dizi söylem var. Ancak bu söylemlerin hepsinin altının boş olduğu her gün yeni örneklerle ortaya çıkıyor. Bir güvenlik ikilemi ortaya atılarak yasalarla ve fiili uygulamalarla toplumsal yaşam bir hapishane ortamına dönüşüyor. Hedef bir korku toplumu yaratmak.

İşkence, yargısız infazlar söz konusu olduğunda örülecek mücadele bu tür hukuk dışı, daha da önemlisi insanlık dışı uygulamaları önlemek için verilmesi gerektiği kadar, bu korku atmosferini de dağıtmaya yönelik olmalı. Mücadelenin açık ki iki yönü var. Hem nitelikli yürütülen bir hukuksal mücadele, hem de esasında hukuki ayağı da belirleyebilecek güce sahip bir sokak ayağı örülmek zorunda. Aksi halde birinin güdük kalışı, diğerini de sakatlıyor. Burada belki özellikle eklenmesi gereken nokta bu mücadelenin toplumun duyarlı kesimlerinin bütününü kapsar bir biçimde yürütülebilmesi. Demokratik kitle örgütlerinden, siyasal örgütlere, ailelerden, avukatlara kadar herkesin birleşik bir tarzla yürüteceği bir mücadele, toplumun geniş kesimlerinin soruna karşı duyarlılığını artırabileceği gibi, bugüne egemen olan bu korku-kaygı atmosferini de kıracağını ve en önemlisi önleyici etki yaratabileceğini de düşünüyorum. Son birkaç yıl içerisinde özellikle Güler Zere’nin serbest bırakılması ve Engin Çeber’in katillerinin yargılanması süreçleri hukuksal mücadelenin sokak ayağının önemini gözler önüne serdi. Gerçekten de sokakta birleşik tarzda yürütülen fiili-meşru bir mücadele olmadığında, hukuki alanda yapılanların etkisinin sınırını görmek gerekiyor. Sokaktaki mücadele olmadığında yapılan her başvuru bürokrasi cenderesinde sıkışmaya mahkum oluyor, yapılan en iyi savunma bir beraat kararı ile duymazlıktan geliniyor.

 

“Engin Çeber davası bir dönüm noktasıdır”

Av. Cemal Yücel: Engin Çeber davası bir dönüm noktasıdır. Hakikaten “Türkiye’de de hakimler var. Bazen adil kararlar verilebiliyor” diyebileceğimiz bir karardır. Çünkü Engin Çeber de tıpkı Alaattin Karadağ gibi, adım adım gelişen polis, jandarma ve gardiyan şiddeti sonucunda kaybettiğimiz bir kişidir. Bu anlamda özellikle PVSK’nın polise silah kullanırken bana göre çok geniş bir şekilde verilen yetkisinin daraltılması gerekir. PVSK’nın 16. maddesinin yeniden düzenlenmesi gerekir.

 

“Sınıf çatışmasının doğurduğu bir olayla karşı karşıyayız”

Av. S. Nusret Öztürk: Aslında bu mücadelenin üç boyutu var. Meydana gelen yargısız infaz olaylarıyla ilgili hukuksal sürece aktif katılımla bu olayların gerçekleştiricisi olan yani tetiği çeken kişilerin yargılanıp cezalandırılması için bu süreçlere katılmak gerekir. Bu sürecin birinci ayağı budur. Bu sürece insanların sağlıklı biçimde katılmasını sağlamak çok daha geniş bir çabadan geçiyor. Bu konuda toplum içerisinde varolan duyarlılığı geliştirmek gerekiyor. O yüzden politik, hukuksal aktörin, demokratik kurumların bu sürecin aktif öznesi haline getirilmesi gerekir. Bir başka ayağı ise, bu konuda yaşadığımız toplumun gerçekliğinden hareketle bunun nerelerden kaynaklandığını ve toplumsal-siyasal ve sosyal sebeplerinin neler olduğu konusunda ciddi politik-sosyal çalışmaların yürütülmesidir. Bu infazlar gökten zembille inmiyor. Sınıf çatışmasının ve çelişkisinin doğurduğu bir olayla karşı karşıyayız. Bunlar sağlıklı biçimde yürütüldüğü koşullarda toplumsal muhalefetin yayılacağını düşünüyorum. Bu çabaların uluslararası düzeyde de başka ülkelerdeki benzer toplumsal tabanlara da yayılarak genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sendikalardan, demokratik kitle örgütlerine, siyasal örgütlerden ailelere, avukatlara bu sorun karşısında duyarlı bütün kesimler yanyana gelmek zorunda. Bu tür saldırıların karşısına ancak böyle geçilir. Mahkemelerde ancak bu yolla sonuç alınır. İleride yeni infazların, işkencelerin olmaması ancak böyle sağlanır.

 

“Polis yapıyor, savcılık düzgün soruşturmuyor, mahkeme aklıyor, Yargıtay onuyor”

Av. Rahim Çoksusamış: Bu konuda kamuoyu duyarlılığının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Alaattin Karadağ’ın davasında polis şunu yapmaya çalışıyor. “Alaattin Karadağ bir terör örgütüne üyedir” diyerek dosyada bir yer açmaya çalışıyor ve Alaattin’in potansiyel öldürülebilir bir insan olduğunu ima etmeye çalışıyor. Yasada yapılan değişiklikten sonra yaşanan olaylara da bakarsak sadece siyasi nitelikte olmayan, trafikte kaçan insanların bile takiple patır patır arkadan vurularak, çatışma bile olmadan öldürülebildiğini gördük. Bu tip davalar takip edilerek kamuoyu duyarlılığı arttırılmazsa toplumun polisle bir şekilde karşı karşıya gelen bütün insanlarının maktül olma riski var. Çünkü o yetki, o cezasızlık polisin elinde çok büyük bir koz olarak duruyor. Polis yapıyor, savcılık düzgün soruşturmuyor, mahkeme aklıyor, yargıtay onuyor. Sistematik bir iş yani. Bunu yapan sadece polis değil. Polis bu işi sadece kendi belindeki silahın gücüyle yapmıyor. Siyasal bir güçle yapıyor. Sonuçta da en fazla, AİHM adil yargılanma hakkının ya da yaşam hakkının ihlalinden devlete yaptırım uyguluyor. Bu da zaten vatandaşın cebinden ödenen, hazineden alınan paralarla telafi ediliyor. Sadece bu tarzı tutturursak, Türk yargı sisteminde polisler aklanır ve tazminata mahkum olurlarsa, ki zaten devlet bu savaşa çok ciddi paralar harcıyor ve bu miktar gözlerinde bile değil, bu işi meşrulaştırırız. O yüzden herkesin, sadece devrimcilerin, ilericilerin değil, sıradan vatandaşların da yaşam hakkını koruması için bu tip davalara duyarlı olması gerekiyor.

 

“Güçlü bir müdahale olmasa mahkeme geri adımı atmayacaktı”

Av. Keleş Öztürk: İkinci olarak, Engin Çeber olayı farklı bir olay. İşkence yasağı bütün dünyada ve Türkiye’de kabul edilmiş bir durumdur. Yasal olarak da düzenlenmesi var. Yargısız infazla işkence olayını aynı paralelde değerlendirmek en azından psikolojik ve yasal olarak mümkün değil. Bu olayda Engin Çeber olayı kadar kamuoyu yaratmanın şansının olmadığını düşünüyorum. Çeber olayını bütün televizyon kanalları ve kamuoyu birden üstüne atlayarak bir anlamda sahiplendi. Bu olayda polisin durumu göz önünde bulundurulduğunda böyle bir kamuoyunun mümkün olmadığını düşünüyorum. İşkence kötü bir şeydir ama polise karşı koyulursa veya silah çekilirse her şeyi hak emiştir psikolojisi hem toplumda oluşturulmuş hem de kamu kurumlarının kendisinde de bu var. Güçlü bir müdahale olmasaydı bugünkü duruşma da mahkeme bu geri adımı atmayacaktı.

 

“Herkes o sokakta yaşayanların tanıklığını sağlamalı”

Av. İbrahim Ergün: Engin Çeber olayında kamuoyunun ilgisi çok önemliydi. Başlangıçtan beri ilgilendikleri için bazı deliller ortaya çıkarılmak durumunda kaldı. Biraz ekstra bir gelişme oldu. Bunda da öyle bir kamuoyu yakalanabilirse faydası olabilir. Şu ana kadar görünen o ki o noktada değiliz. Kamuoyunun ilgisi çekilemediğinde ise delillere ulaşmak çok zor oluyor. Çeber davası gibi işkence dosyalarında olduğu gibi yargısız infazlarda da bir başlangıç olur mu bilemiyorum. Şu anda Karadağ davasına 200’ü aşkın avukatın müdahil olması önemli bir şey. Daha ciddi bir kamuoyu oluşturulması gerekiyor. Bundan sonrasında ise olayı görenlerin tanıklık yapmasını sağlamak gerekiyor. En büyük problemimiz budur. Bu olayla ilgili kamuoyu oluşması tanıkların da ifade vermesini sağlayabilirse olayın ortaya çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aksi halde sadece polisin topladığı bilgilerle yargılama yapılıyor. Bu nedenle bununla ilgilenen herkes o sokakta yaşayanların tanıklığını sağlamalı.

 

“Suçluların cezalandırılmaları için elemizden geleni yapacağız”

Av. Bilge Han: PVSK’daki değişiklikler sonrasında, polis cinayetine ve şiddetine maruz kalmış kişilerin sayısı çok fazla artmıştır. AKP iktidarında insan haklarında ilerleme olduğu söyleniyor fakat istatistikler bunun tam tersini gösteriyor: Baran Tursun, Çağdaş Gemik, Alaattin Karadağ... Bu da polise verilen yetkilerin arttırılması ile ilgili. Biliyorsunuz, Engin Çeber davasında sanıklardan bir kısmına müebbet hapis cezası verilmesi kararı çıktı. Bu mücadale sonrasında ortaya çıkmış bir sonuç, çok da alışılmış olmadığımız bir sonuç. Karadağ davasının da takipçisi olacağız. Suçluların cezalandırılmaları için elemizden geleni yapacağız.

Kızıy Bayrak / İstanbul