21 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/20

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfına ihanetin hesabı mutlaka sorulmalıdır!
Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum
Baykal Amerikancı rejim tarafından
saf dışı edildi!
Polis destekli ırkçı-faşist saldırılar yayılıyor..
Madendeki patlamanın sorumlusu sömürü düzenidir!
BDSP: İş cinayetleri devam ediyor!
Sendika ve meslek örgütlerinden maden faciasına tepkiler
Ankara’da işçiler “Genel grev-genel direnişi” tartıştı
BES Adana Şube Başkanı Sinan Tunç
ile konuştuk
Türk-İş’ten 26 Mayıs ihaneti!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Yeni dönem MESS Grup TİS süreci ve görevlerimiz
MİB: Sınıfa ihanet edenler hedefimiz olmaktan kurtulamayacaklardır!
İstanbul Kamu Emekçileri Kurultayı gerçekleştirildi!
Mayıs şehitleri eylemlerle anıldı
Gençlikten Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri anmaları...
Sokak Üniversitesi’nde “Kapitalizmin krizi ve Yunanistan” dersi
NATO’da “stratejik” dayanışma
Krizin faturasına karşı
emekçiler sokakta!
Devrim şehitlerini anmak, kavgayı zaferle taçlandırmakla mümkündür!
Siyaset ve ahlak! - M. Can Yüce
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum

Bir süredir burjuva siyasetin gündeminde anayasa değişikliği paketi bulunuyor. AKP tarafından 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak iddiasıyla gündeme getirilen değişiklik paketi, yoğun ve zaman zaman sert tartışmalara konu oldu. AKP cephesinden bu anayasa değişikliği, uzun zamandır başlamış bulunan “normalleşme” ve “demokratikleşme” sürecinin çok önemli bir parçası, bu yöndeki mesafenin tescillenmesi ve geri dönülemez bir noktaya ulaştırılması olarak gösteriliyor.

Burjuva muhalefeti ise, değişiklik paketinin demokratikleşmeyle bir ilgisi olmadığını, devleti tümden ele geçirmek isteyen AKP’nin bu kez yüksek yargıyı kontrol altına almak için yaptığı bir düzenleme olduğunu söylüyor. Anayasa değişikliği üzerinden yürüyen bu gerilimli ve çatışmalı süreç, küçük-burjuva reformist solu da içerisine aldı. Reformist sol grup ve çevrelerin bir kısmı, anayasa değişikliğinin sınırlı olmakla birlikte demokratikleşme yönünde bir iyileşme sağladığı gerekçesiyle AKP’ye destek verdi. Diğer bir kesim ise, değişikliklerin demokratikleşme bakımından göstermelik adımlar içerdiğini, asıl meselenin AKP’nin iktidarını güçlendirmek olduğunu belirtmekle birlikte, burjuva muhalefetine eklemlenmekten kurtulamadı.

Devrimci bakışaçısıyla yaklaşıldığında ise, Marks’ın aşağıdaki sözleri anayasa tartışmalarının kavranması bakımından anahtardır. Marks, Fransa’da 1848 Devrimi sonrasında, devrimci işçi sınıfı hareketinin ezilmesinin ardından hazırlanan ve egemen sınıf içerisindeki yeni güç dengesinin ürünü olan anayasa için şunları söylemektedir:

 “Vaktiyle anayasalar sosyal devrim süreci durulma noktasına varır varmaz, yeni oluşan sınıf ilişkileri sağlama bağlandıktan, hakim sınıfın birbiriyle boy ölçüşen kesimleri hem mücadeleyi kendi aralarında sürdürmelerine, hem de bitik düşen halk yığınlarını mücadelenin dışında tutmalarına elveren bir uzlaşmaya vardıktan sonra hazırlanıp kabul edilmişlerdi. Bu anayasa ise, tam tersine, hiç bir sosyal devrimin teyidi değildi; eski toplumun devrim karşısında kazandığı geçici zaferinin teyidi idi.”(Fransa’da Sınıf Mücadeleleri/1848-1850, May Yayınları, s.78)

Bu sözlerden çıkarılacak ilk sonuç, anayasa değişikliklerinin sınıf mücadelelerinden ve sınıflar arası güç dengelerinden bağımsız ele alınamayacağıdır. Zira anayasalar, sınıflar ya da egemen sınıf içerisindeki rakip kesimler arasındaki güç dengelerinin durumunu yansıtır. Bu güç dengeleri, şu ya da bu biçimde sınıflar arasında, devrimler yoluyla ya da sınıf mücadelesinin seyrindeki temel gelişmelere bağlı olarak ya da egemen sınıf içindeki rakip kesimlerin kendi aralarında iktidarın paylaşımı üzerine mücadelelerinin yeni bir dengeye ulaşmasıyla gündeme gelir.

Mevcut anayasa değişikliğini, bu temel marksist düşünceye bağlı kalarak yorumlamaya çalışalım. Öncelikle, mevcut anayasa değişikliği, eski toplumun devrimci güçler üzerindeki geçici zaferinin sonucunda gelen bir değişiklik değildir. 12 Eylül Anayasası bu açıdan farklıdır. Devrimci hareketin ve toplumsal mücadele güçlerinin ezilmesi üzerinde yükseliyordu. Toplumsal muhalefetin kendisini ifade edeceği kanalları kapatıyor, en basit demokratik hakların üstünü çiziyordu. İlerici ve devrimci olanı ezmeyi hedefliyor, işçi sınıfı ve emekçi hareketinin toparlanmasına engel olacak mekanizmalar oluşturuyordu. Yani 12 Eylül Anayasası, egemen sınıfların toplumun devrimci güçleri üzerinde zorbalıkla elde edilmiş üstünlüğüne dayanıyor, zorbalıkla kazanılmış olana meşruiyet kılıfı sağlıyordu.

Bugün yapılan anayasa değişikliği ise 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi iddiası taşıyor. Ama 12 Eylül Anayasası’nın yerine yeni bir anayasa geçirilmiyor, bu darbe anayasası temel mantığı ve iskeleti korunarak revizyondan geçiriliyor.

Bugün sınıflar arasındaki güç dengelerinin değişmesi, yani sermaye karşısında emeğin mücadelesiyle doğan yeni bir güç dengesi sözkonusu değildir. Sınıf ve emekçi hareketi bilinç ve örgütlenme düzeyi bakımından o dönemki koşullarla kıyaslanmayacak kadar geri durumdadır. Bir güç olarak hesaba katılması gereken Kürt hareketi ise, devletin inkar ve imha politikasını zorlasa da, sonuca gidecek düzeyde bir güç ortaya koyamamaktadır.

Kısacası, mevcut anayasa değişikliği, iktidardaki sınıfın rakip kesimleri arasındaki mücadelenin ulaştığı yeni güç dengesinin arkasından gelmektedir. Yapılan değişiklik, büyük burjuvazinin bugün özellikle AKP tarafından temsil edilen kesimi ile, aynı büyük burjuvazinin bugüne kadar dümeni elinde tutmuş kesimi (ve onun adına yıllarca ülkeyi yönetmiş olan sivil-asker bürokrasi) karşısında elde ettiği üstünlüğün bir ifadesidir ve bu üstünlüğün pekiştirilmesine hizmet etmektedir. Öyle ki, anayasa değişiklik paketinin en önemli unsurları, HSYK, Anayasa Mahkmesi’nin yapısı ve onun parti kapatmaya ilişkin yetkileriyle ilgilidir. Bu değişiklikler ile hükümet partisi temel devlet mekanizmaları üzerinde önemli ayrıcalıklar kazanacak ve düzen içi çatışmada karşısında yer alan güçlerin son sığınaklarının düşmesini sağlayacaktır. Burjuva cephedeki kapışmanın gerisindeki asıl neden budur.

Elbette değişiklik paketinde çatışma nedeni olan bu kapsamdaki maddeler dışında, “demokratikleşme” görüntüsüne yol açan maddeler de vardır. Sendika kurmanın kolaylaştırılması, birden fazla sendikaya üye olma gibi bazı düzenlemeler ile memurlara toplu sözleşme hakkı verilmesi gibi. Ancak bunların büyük bir bölümü göstermeliktir ve siyasi manüplasyon amacına dayalıdır. Çünkü hem sendikal örgütlenmenin önündeki yasal engeller bunlarla sınırlı değildir, hem de yapılan düzenlemelerden bazıları, örneğin memurlara toplu sözleşme hakkı veren değişiklik bir kandırmacadır. Zira, yapılan değişiklikte grev hakkı yoktur, sadece mevcut toplu görüşme düzeni “toplu sözleşme” adı altında sürdürülecektir.

Bunlar, anayasa paketindeki bu tür değişikliklerin, esasta iktidar dümenindeki mevzileri genişletmek ve sağlamlaştırmak amacıyla yapılan düzenlemelerin üzerini örtmek, yanı sıra güçlü bir halk desteği alabilmek için yapıldığını göstermektedir. Kısacası aldatmacadan başka bir şey yoktur, demokratik bir içerik söz konusu değildir.

Bunun içindir ki, işçi sınıfı ve devrimci güçler bu anayasa tartışmalarının bir tarafı değillerdir. Taraf olmak düzen güçleri arasındaki mücadeleye eklemlenmek anlamına gelir ki, bu yolla demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntısı bile elde edilemez. Sınıf mücadelelerinin bütün bir tarihi, anayasa da içinde yasalarda demokratik hak ve özgürlükler lehine değişiklik yapabilmek için, sınıflar arası güç dengelerinin değişmesi, yani emek ile sermaye arasındaki mücadelede emekçiler lehine büyük değişimin yaşanması gerektiğini göstermiştir. Bunun olmadığı yerde yasalarda yer alan demokratik haklar kağıt üzerinde kalacaktır. Bugün sendikalaşma anayasal bir hak olduğu halde sermaye sınıfı tarafından pratikte tanınmamasının ve bu yöndeki girişimlerin zorbalıkla bastırılmasının gerisinde bu vardır.

Sonuç olarak, burjuva siyasetindeki kavgalardan medet ummamak, sınıf mücadelesi görevlerine yoğunlaşmak, sermaye düzenine karşı işçi sınıfını ve emekçilerin mücadelesini büyütmek ve devrimci bir yola sokmak gerekmektedir. Bu başarıldığında, hem mevcut yasalardaki hak kırıntılarının kullanılması sağlanır, hem de sermaye iktidarından yeni haklar koparılıp alınır. Bu da ancak, sermayenin sınıf egemenliğini egemenliğini parçalamaya kilitlenen devrimci bir perspektifle mümkün olabilir. Her türlü yasal ve anayasal reformlar, ancak böyle bir mücadelenin yan ürünü olur ve gerisin geri bu mücadeleye ivme katarlar.