10 Ağustos 2007 Sayı: 2007/31(31)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sandıktan çıkan başarının ve istikrar beklentisinin sınırları
  Cumhurbaşkanı seçememe krizi sürüyor
Anayasa değişikliği tartışmaları neyi gizliyor?
Meclise kapağı atan liberal solun burjuva siyasetinde konum arayışı
Sendika bürokratları sermaye hükümetinden umutlu!
Tekstil’de grev kapıda...
  THY çalışanları kazanacak!
  Telekom işçilerinden mücadele kararlılığı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem - 1
  Bir yeni korku: Küresel ısınma ve susuzluk -
Yüksel Akkaya
  “Bilim üssü”mü, sermayenin arka bahçesi mi?
  İşgalci ordular Sudan’a gitme hazırlığına başladı!
  Ortadoğu halklarına saldırı hazırlığı
  Kasap Şaron’un hayali revaçta - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 2 - Volkan Yaraşır
  Rejim, seçimler ve AKP… - M. Can Yüce
  24-25-26 Ağustos’ta Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Nagazaki ve Hiroşima’da ölen kimdi?
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Temmuz ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kasap Şaron’un hayali revaçta

Abu Şehmuz Demir

Siyonist İsrail devletinin Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal hareketine karşı Filistin halkının verdiği ulusal mücadele bugüne kadar çok karmaşık ve zorlu süreçler geçirdi. Ancak Filistin davası son süreçte, yarım asırdır pusuda bekleyen İsrail siyonizminin tuzağına düştü ve derin bir yara aldı. Zira, emperyalist Batı devletlerinin sınırsız desteğini arkasına alan İsrail devleti, kendine ait olmayan kadim topraklar üzerinde sınırsız ve orantısız bir savaş sürdürmekte, bu savaşı Filistin topraklarının dışına taşıyarak, bölgedeki doku uyuşmazlığında ısrarcı davranmaktadır.

İsrail’in asıl korkusu, bugünden ziyade gelecekte Filistin toprakları üzerinde azınlığa düşme korkusudur. Ve siyonistler, 60 yıldır hayata geçirmeye çalıştıkları mistik bir İsrail’e inandıkları sürece, Filistin’de olduğu gibi Ortadoğu’da da huzuru beklemek tam bir hayaldir. Dahası, Yahudi halkı, bu siyonist ideolojinin mistik etkisinden kurtulamadığı sürece, bir devletin vatandaşı olmaktan ziyade bir tarikatın üyelerine benzemeye devam edecektir. Bir asra yakın bir süredir Filistin toprakları üzerinde devam eden sistematik Yahudileştirme, genişleme ve sınırları her yıl bir adım daha ileriye taşıma hareketini sürdürse de, İsrail gelecekte Filistin toprakları üzerinde azınlığa düşmekten kurtulamayacaktır.

Zira İsrail’de sadece İsrailliler yaşamıyor, İsrail nüfusunun yaklaşık beşte biri Yahudi değildir. Bundan dolayı çeşitli kıtalarda yaşayan Yahudilerin İsrail’e göçünün hızlandırılması için çaba harcanıyor, gelecekte demografik azınlığa düşmemek için çağrıları devam ediyor. Yani bir çeyrek asırlık süreci göz önüne alırsak, gelecekte işgal altındaki topraklarda Arap nüfusu Yahudi halkının iki katına ulaşacak ki, bu da İsrail’de Yahudilerin azınlıkta kalacağı anlamına geliyor. Bu nedenle İsrail, Filistin topraklarını işgal ederek, onları sağa sola sürgün ederek, Filistin’deki demografik yapının İsrail lehine işlemesine çalışıyor. Oysa bu mantık dışı ısrar ne kendisine bir fayda getirecektir, ne de bölgede gözü olan emperyalist güçlere...

Siyonist ideolojiye uygun olarak, yarım asırdır kutsal Kudüs’ün sistematik olarak Yahudileştirilmesi ve Kudüs’ün gelecekte “ebedi ve bölünmez” bir İsrail başkenti olarak ilan edilmesi hedefleniyor. Bu çerçevede, Filistin’in Ürdünleştirilmesi ya da Ürdün’ün Filistinleştirilmesi veya şu an gizli olarak gündemde olan Filistin’in Gazze Şeridi’nin Mısır’a dahil edilmesi veya tamamen işgal edilmesi, böylece bölgede etkin olan Hamas’ın dize getirilmesi stratejisi adım adım hayata geçirilmeye çalışılıyor. Altmış yıldır Filistin topraklarında vahşi metotlarla işgal hareketini sürdüren İsrail, Gazze ile Batı Şeria arasında bağlantı sağlayan geçit ve yolları kestiği gibi, Gazze’de verimli toprakları, limanları ve sınırları elinde tutuyor ve Gazze’nin geriye kalan % 5 kıraç topraklarında yaşayan 1. 4 milyon üzerindeki isyankar nüfustan kurtulmayı hesaplıyor. Bu anlamda İzak Rabin’in Gazze ile ilgili sarf ettiği sözler dikkat çekicidir. Rabin, “Gazze’nin denizin dibini boylamasını tercih ederim” ve “Boynumuza bağlı bir değirmen taşıdır, aşırı nüfus barındırmaktadır, bir milyon insan ağır koşullar altında yaşamaktadır. Neden biz sorumlu olalım? En iyi toprakları elimizde tutar, Gazze’yi Filistinlilere veririz” diyordu. (Aktaran Edward Said, Yeni Binyılda Filistin Sorunu)

Arap yarımadasında İsrail devleti, İsrail içinde Filistin, Filistin içinde ikiye bölünmüş Filistinliler!.. Yani Filistinlileri paramparça eden İsrail, ola ki ilerde oluşacak bir Filistin devletinin (ki bu şu an mümkün görünmüyor) ortak bir toprağa sahip olmaması için çalışıyor.

Artı geçtiğimiz aylarda Hamas ve El Fetih arasında patlak veren güç ve iktidar kapışmasından sonra, zaten coğrafik olarak bölünmüş olan Filistin halkı arasındaki birlik ve dayanışma duygusu da yok edilmeye çalışılıyor. Bunda, 1990’lı yıllardan sonra ABD ve İsrail ile ilişkiye girerek hiçbir yararı olmayan Oslo sürecini geliştiren El Fetihçi takımın büyük sorumluluğu bulunuyor.

Bu arada kısa da olsa o sözü çok edilen Oslo sürecine değinelim. Yaser Arafat ve Oslo takımının 1990’lardan sonra ABD öncülüğünde İsrail ile yaptığı bir dizi antlaşma ve bu antlaşmaların belkemiğini oluşturan Oslo prensipler antlaşması, Filistin halkının geleceğini ipotek altına alma antlaşmasıydı. O dönem yapılan bu antlaşmanın içinde saklı olan Filistin’in bugünkü dramatik durumu, İsrailliler tarafından çerçevesi çizilmiş denetlenebilir bir stratejinin ürünüdür. Filistinliler ve İsrailliler arasında başlayan görüşmelerde hiçbir sorun ciddi bir şekilde tartışılmadığı gibi, Oslo süreci Filistinlilere dayatılan şeytani bir süreç oldu. ABD ve İsrail’in Arafat kanalıyla Filistinlilere dayattığı sahte vaatler, BM’nin 242, 338, 149 vb. gibi can alıcı kararlarının unutturulması ve marjinalize edilmesiydi. Oysa bu kararlar hiçbir yoruma izin vermeyecek kadar açıktı; İsrail tarafından 1967’den bu yana savaş yoluyla ele geçirilen ve işgal edilen toprakların geri verilmesi ve mültecilerin yurtlarına geri dönüşünün sağlanması vb. sorunları içermekteydi. Oslo ile başlatılan habis süreç ise, Filistinlilerin kendi kaderini tayin haklarına kavuşamamaları ve geriye kalan topraklarda, işgali derinleştirilmesiyle halkın adeta cezaevi hayatına mahkum edilmesi anlamına geliyordu.

Dahası İsrail, Filistin halkına yönelik sürdürdüğü vahşi işgal ve askeri kuşatmanın yanı sıra uyguladığı ekonomik ambargo ile, halkı açlıkla terbiye etme gibi Apartheid yöntemlerini uygulamaktadır. Siyonist ideolojinin hamuruyla yoğrulmuş olan ve ömrünü bu hayalin gerçekleşmesine adayan ve şu an komada olan Ariel Şaron’un hedefi, Gazze’yi Filistin’den koparmanın yanı sıra 1.4 milyon Filistinliyi de demografik olarak silmekti. Bir savaş suçlusu olan Ariel Şaron’un bu rüyası şu an revaçta görünüyor.

Geçen yıl Filistin’de 2006 Ocak ayında yapılan seçimlerde halkın demokratik iradesiyle Filistin yönetimine gelen Hamas’a yönelik İsrail ve Batı merkezlerince başlatılan ikiyüzlü süreç, bu sürece Filistin Özerk Yönetiminin Başkanı Mahmut Abbas ve El-Fetih içerisindeki Batı yanlısı takımın eşlik etmesi, İsrail siyonizmine hizmetten başka bir şeyi ifade etmiyor.

Özetle, Arafat’ın yarım asıra yakın bir süredir mücadele arkadaşı olan Mahmud Abbas, İsrail ve Batı merkezlerinin Filistinliler arası yaratmak istedikleri itilaflara karşı durmak yerine, bunların Filistin’de ve bölgede hayata geçirmek istedikleri stratejilere çanak tutuyor. Filistin Özerk Yönetimi’nin başında bulunan Mahmud Abbas, son haftalarda Filistin’de yaşanan gelişmeleri önleyeceği yere, ateşin üzerine körükle giderek, demokratik anlayışlara sığmayan bir dizi gerici kararlar aldı. Hamas hükümetini feshetti ve yerine bir gün içerisinde Selam Feyyad hükümetini atayarak, Filistin’de olağanüstü hal ilan etti. Oysa yapması gereken Filistin halkının bütünlüğünü ve beraberliğini sağlamaktı. M. Abbas bunu yapmadığı gibi, El-Fetih içerisindeki Batı yanlısı Oslo’cu grup ile birlikte, Hamas hükümetinin bertaraf edilmesi için bir yılı aşkın bir süredir komplo hazırlayıp durdular. Filistin halkının haklı mücadelesini içinden çıkılmaz bir sürece taşıdıkları gibi uluslararası itibarını da zedeliyorlar.

Kendilerini ve Arap halklarını aşağılayan, dışlayan, Filistinlilere şiddetten başka hiçbir şeyi layık görmeyen ABD ve İsrail’e yaltaklanmaktan başka bir anlam taşımayan tutumlarının ne Abbas ve takımına, ne de Filistin halkına bir yararı olacaktır. Bu anlamda Filistin’de gelişen son süreç, bölgeye yönelik kimi dayatmaların yanı sıra, yeni bir çalkantılı evreye girilmesi anlamına geliyor.

Sonuç itibariyle, El-Fetih ile Hamas arasında, birçok nedenin yanı sıra, iktidar ve güç olma temelinde bir kardeş kavgasının başlaması ve Hamas’ın Gazze’de El-Fetih’in bürolarını işgal etmesinden sonra, Ehud Olmert, “İran İsrail sınırlarına dayanıyor” diyerek bölgeye bir “barış gücü” gönderilmesini ve İran’a karşı önlemler alınmasını dillendiriyordu. Olmert’in bu açıklamasının gerisindeki niyete baktığımızda, İsrail’in bölgede yeni bir işgal ve saldırıya hazırlandığı anlaşılıyor. Bugüne kadar Filistin topraklarının dışındaki Arap toprakları üzerinde de işgali sürdüren İsrail, bölge üzerinde yeni bir savaş ve işgalin ince planlarını yapıyor. Bu anlamda da, Gazze’ye gelmesini istediği uluslararası “Barış Gücü” ile bir tarafını sağlama alırken, diğer taraftan da Filistinlileri bu güçle karşı karşıya getirerek, Filistin halkını teslim almış olacak.

Sonuçta çağdaş tarihimizin bu haklı davasının, bu mücadeleyi boğmaya çalışan güçlerin eline bırakılması, Filistin davasının komaya girmesidir. Bu davanın geleceğinin ABD, İsrail ve bölge gerici rejimlerinin istedikleri güzergaha evrilmesi, siyonist İsrail rejimine yeni imkan yollarını aralamaktadır. Kısacası, İsrail, ABD ve gerici Arap rejimlerinin “güvenlik” dedikleri istikrar, nereye doğru gittiği pek kestirilemeyen bir gelecek tehdidi altındadır.

2 Ağustos 2007