14 Mayıs 2005
Sayı: 2005/19 (19)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs aynasında sınıf hareketi
  İMF ve Dünya Bankası’ndan saldırıları
yoğunlaştırma talimatı
  Erdemir de tekellere peşkeş çekilecek!
  Özelleştirilecek Erdemir’i kim alsın?
  Takkıyeci AKP iktidarı siyonistlerin hizmetinde
  Almanya Başbakanı Schröder’in ziyareti
  İşbirlikçi hainlerden hesap soralım!
  Türk-İş “üzüm yemeye” devam ediyor!
  Perinçek’in Amerikancı düzen ordusunu aklama manevraları
  Gaziemir serbest sömürü bölgesinde
bir direniş ateşi
  Emek Platformu: Neye niyet neye kısmet ya da... /Yüksel Akkaya
  Devrim kaçkını liberallerin 1 Mayıs hazımsızlığı (Orta sayfa)
  Türk-Ermeni ulusal sorunu üzerine tezler /Garbis Altınoğlu
  Üniversitelerde gerginlik ve sol içi
çatışma
  Berlin’de faşizme karşı büyük protestolar

  İngiliz seçmen Bush'un “fino köpeği” Blair’e kerhen oy verdi

  Çürüyen rejimlerin yeri tarihin çöplüğüdür!
  Neler oluyor, olup biteni nasıl okumalı ve ne yapmalı?/Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
  II. Dünya Savaşı ve sosyalizm/Serhat Ararat
  Yıldız Üniversitesi; Şovenist dalgaya tok
yanıt
  Ankara’da 6 Mayıs anmalarının
gösterdikleri
  Basel 6 Mayıs anması
  Ege Üniversitesi’nde 6 Mayıs anması
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emek Platformu: Neye niyet neye kısmet ya da sınıfın öncülüğünün zorunluluğu

Yüksel Akkaya

Emek Platformu: Sınıf mücadelesinde sömürüye karşı bir uğrak olabilir miydi?

Emek ile sermaye arasındaki mücadelenin sertleştiği dönemlerde, taraflar ortak bir cephe olarak mücadele etme yönünde eğilimler gösterebilmektedir. Zaman zaman bu ortak cephede çıkarları birbirinden farklı kesimler biraraya gelmekte, kısa süreli de olsa, asgari bir program etrafında, ortak mücadeleyi sürdürebilmektedirler. Emek tarihi, sınıflar arasındaki mücadelede işçi sınıfı ile küçükburjuvazinin, zaman zaman burjuvazinin bazı kesimlerinin, asgari programlar etrafında bir araya gelebildiklerini göstermektedir. Örneğin İngiltere'deki Çartist hareket bu türden bir mücadeleyi örgütleyebilmiştir. Ne var ki Çartist hareket örneğinde de olduğu gibi bu ortak mücadele uzun soluklu olmamış, mücadelenin ivmesinin yükselmesi ile birlikte, bu kesimlerden bazılarının ayrıcalıklılarını kaybetme korkusu, mücadelenin bir üst eşiğe yönelmesi, bu ortak mücadelenin de sonunu getirmiştir. Kuşkusuz bunda da yadırganacak bir şey yoktur; nihayetinde her sınıf ve kesim kendi çıkarları doğrultusunda kapitalizmin işleyiş mekanizmasına, yasalarına uygun olarak kendi safında yerini almaktadır. Sermaye birikim süreci, artı-değer gibi kapitalizmin temel yasaları bu ortaklığa uzun süre izin vermez.

Kapitalist sistemde artı-değer yaratma sürecinde kapitalistler ile işçi örgütleri karşı karşıya gelir ve sermaye ile emek arasında ardı arkası gelmeyen bir savaş başlar. Bu savaşımda her iki taraf da galip çıkmak için bazı taktik ve stratejiler geliştirir. Kapitalistler durmadan ücretleri en aza indirmeye ve çalışma süresini arttırmaya çabalarken, işçiler ve örgütleri tersi yönde bir çaba gösterir. Böylece sorun, savaşım veren tarafların karşılıklı güçler dengesine bağlı kalır. Modern sanayinin gelişmesi, dengeyi her gün biraz daha işçinin aleyhine, kapitalistin lehine değiştirmek zorundadır. Bu nedenle kapitalist üretimin genel eğilimi, ücretlerin ortalama düzeyini yükseltmek değil, düşürmek ya da emek değerini az çok en alt sınırına indirmek yönündedir. Marx (1992), tam da bu süreçte, işçi sınıfının ezilmiş, artık hiçbir umudu kalmamış, ömür boyu açlık çeken yaratıklar yığınından başka bir şey olmamak için kaçınılmaz olarak sermayenin gaspına karşı direnmek, durumunu geçici olarak iyileştirmek için ortaya çıkan fırsatları en iyi biçimde değerlendirmek için girişimde bulunmak durumunda olduğuna dikkat çekiyor.

Tersi durumda, Marx'a göre, işçi sınıfı, sermaye ile olan günlük çatışmasında gerileyecek olursa, daha büyük çapta şu ya da bu harekete girişme olanağından kendi kendini yoksun bırakmış olacaktır. Ancak, işçiler, bu günlük savaşımın sonal sonucunu abartmamalıdırlar. Çünkü, verilen mücadele sonuçlara karşıdır, bu sonuçların nedenlerine karşı değil. Bu mücadele ile ancak geçici çareler bulmakta, ama hastalığı iyi etmemektedirler. Bu çerçevede bakıldığında, sendikalar, sermayenin saldırılarına karşı direniş merkezleri olarak yararlı iş görmektedirler (ücret düzeyini koruyarak, geliştirerek, çalışma sürelerini azaltarak). Ama, işçiler sermayenin ara vermeden sürüp giden gasplarının ya da piyasa değişikliklerinin doğurduğu bu kaçınılmaz gerilla savaşlarına kendilerini tamamen kaptırmamalıdırlar. Sendikalar, sermayenin saldırılarına karşı direniş merkezleri olarak yararlı işler görmekle birlikte, güçlerinin pek yerinde olmayan biçimde kullandılar mı, kısmen hedeflerini de gözden kaçırırlar. Aynı zamanda mevcut düzeni değiştirmeye çalışacakları ve örgütlü güçlerini, işçi sınıfının kesin kurtuluşu, yani ücretlilik sisteminin, düzeninin kesin olarak kaldırması için bir araç olarak kullanmaya çalışacakları yerde, sadece düzenin sonuçlarına karşı gerilla savaşı ile yetindikleri anda da hedeflerini büsbütün yitirmiş olurlar (Marx, 1992).

Bu nedenle, sendikalar, 1866'da Cenevre'de yapılan Uluslararası Emekçiler Birliği'nin I. Kongresi'nde kabul edilen kararlarda olduğu gibi, toplumsal ve siyasal hareketi desteklemeli; tüm işçi sınıfının öncüsü ve temsilcisi olarak davranmalı, sendika dışında kalanları kendine çekmeli; en az ücret alan işçilerin çıkarlarına büyük özen göstermeli; çabalarının ezilen yığınların kurtuluşu, özgürlüğüne yönelik olduğunu tüm dünyaya göstermelidirler (Marx, K.-F. Engels, 1978). Kuşkusuz bu süreçte, önemli olan, işçi sınıfının has örgütlerinin, korporatist ilişkilerden çok, yani devlet ve işverenlerle ilişkilerden çok, kendi öz güçleri üzerinde ücretli kölelik sistemine son verme istekleri ve bu doğrultuda mücadele etmeleri önemlidir. Tersi durumda, işbirliğine açık, uzlaşmacı örgütlerle kurulacak ittifaklar bir süre sonra ortak mücadele platformlarını birer sosyal kontrol aracına dönüştürme potansiyeline sahip bulunmaktadır. Emek Platformu'nu bu çerçevede değerlendirip, ona müdahale etmek, sınıf temelindeki yaklaşımın en önemli özelliği olmalıdır.

Emek Platformu: Kurulurken teslim olmak

Emek Platformu kamu emekçilerinin, yer yer DİSK'in, 1999 yılı bütçesi ve Sosyal Güvenlik Yasasına yönelik eylemlerinin yükseldiği bir dönemde kurulmuştur. KESK'in ETUC'a bağlı Konfederasyonlardan TÜRK-İŞ, KESK, DİSK, HAK-İŞ'in bir araya gelerek Sosyal Güvenlik Yasası'na karşı mücadeleyi örgütlemeleri önerisine, umudunu Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi korporatist, işbirlikçi, bir kuruma bağlamış olan Türk-İş ve Hak-İş sıcak bakmamıştır. Ancak, KESK ve DİSK'in alanlara çıkarak mücadeleyi TMMOB, TTB, TEB, TVHB, TDB ve TÜRMOB gibi diğer mesleki kitle örgütleri ile birlikte sürdürme isteği, Sosyal Güvenlik Yasası'na karşı ortak tutum alınması ve mücadelenin sürdürülmesi önemli bir adım olarak mücadelede yerini alıyordu. Bu süreç, Türk-İş'i tabanın ve kamuoyunun baskısı ile mücadeleye sürüklerken, Türk-İş'i de kendisini yalnız bırakmayacak ortaklar aramaya itiyordu. Emekçiler nezdinde itibarı sarsılmaya ve sorgulanmaya başlayan Türk-İş, her zaman ki, gibi dışarda kalmaktansa içeri girip kontrol etme politikasını hayata geçirme isteği ile Kamu-Sen gibi devlet eli ile kurulmuş bir sendikayı da yedeğine alarak platforma katılmayı tercih etmiştir.

14 Temmuz 1999'da işçi ve memur sendikaları konfederasyonları, emekli örgütleri ve meslek örgütlerinin 15'ini biraraya getiren, işçi sınıfı ve küçük burjuvaziyi temsil eden, bir toplantı yapılarak bir Emek Platformu oluşturulması ve bir dizi eylemin birlikte yapılması kararı alındı. Kuşkusuz, kuruluşu itibariyle, başlangıçta kimi zaaf ve eksikliklerine rağmen, kısa süreli bir mücadele için, Çartist harekette olduğu gibi, asgari program temelinde, oluşturulan Emek Platformu, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihinde olduğu kadar diğer örgütlerin tarihinde de önemli dönüm noktalarından biri olma özelliğini taşıyordu. Platformun, emek ile sermaye arasındaki mücadelede ortak çıkarlar temelindeki etkinliği sermayeye karşı yürütülen eylemlerin çapı ve kararlılığı ile bir anlam kazanacaktı. Ne var ki, KESK ve DİSK'in eylemliliği ile Emek Platformu'nun eylemliliği karşılaştırıldığında, sermayeye karşı daha soldan bir mücadele yerine daha sağdan bir mücadelenin benimsendiği de açığa çıkmaya başlıyordu. Özellikle, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra oluşturulan ve sınıfsal renklerden çok ulusal renkleri ağır basan, ekonomik program Emek Platformu'nun hedefini ve yönünü de değiştirmiştir. Ne var ki, Emek Platformu, ilk adım olarak bu ulusal renkli program ile mücadeleyi geri hatta çektikten sonra, ikinci adım olarak da içselleştiremediği bu programı yeterince sahiplenmeyerek, üstü örtük bir şekilde reddetmiştir. Program ise, ulusal eğilimleri ağır basan bir akademik çevrenin çalışması olarak tarihe düşülen not olmaktan ileriye gidememiştir.

Uyumlu bir yapı özelliği taşımayan, ortak paydaları çok az olan, çıkış noktasında çok kısa bir sürede hızla uzaklaşan Emek Platformu ve bileşenleri zamanla, bazı temel konularda, önemli sorunlar ve zorluklar yaşamaya başladı. Emek Platformu'nu oluşturan kuruluşlar arasında, Kürt Sorunu, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Avrupa Birliği, özelleştirme gibi çeşitli konularda görüş farklılıkları oluştu. Tam bir bütünlüğe ulaşamayan Platform, dönem başkanlıklarının devri gibi basit sorunla nedeniyle önemli gerginlikler yaşadı. İlkesel olarak benimsenmesine rağmen, Platform'un bileşenlerinin bir kısmı içten davranmadıkları için yerel örgütlenmeler hala oluşturulamadı. Kuşkusuz bütün bunlar tesadüf değildi. Başlangıçta, bir mücadeleyi yükseltmekten çok, yükselen mücadelenin altında kalmamak için böylesi bir yapı içine girmeyi zorunlu gören Türk-İş, Hak-İş ve Kamu-Sen gibi örgütler, bulundukları işbirlikçi yere uygun olarak zaman içinde bu türden bir platformu etkisizleştirmeyi, sermaye ve devlet için tehlikesiz bir noktaya çekmeye başladılar.

Bütün zaaflarına rağmen, yapısal ve ideolojik ayrılıkların henüz açığa çıkmadığı ve Platform'un oluşmaya başladığı ilk günlerde, 24 Temmuz 1999 günü Ankara'da Kızılay Meydanı'nda, gerçekleştirilen mitinge katılım büyük oldu. Türkiye tarihinde ilk kez farklı örgütler ve siyasal kimlikler bu mitingde buluştu. Bu miting, platformu oluşturanlar ve emekçiler tarafından bir umut olarak algılandı. Ancak, tıpkı 15-16 Haziran başkaldırısında, 1 Mayıs 1976'da olduğu gibi, bu eylemden ilk ders çıkaran sermaye cephesi oldu. Sermaye cephesi, aynı anlama gelmek üzere devlet, Emek Platformu'nun kendi haline bırakılması, KESK ve DİSK'in öncülüğünde mücadeleye devam etmesi halinde büyük bir tehlike oluşturacağını fark ederek hızla harekete geçti. Emek Platformu'nu içinde kendisi ile işbirliği içinde olan örgütler aracılığı etkisizleştirmeye başladı. Kuşkusuz bu sermayenin doğasına ve sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmesine de çok uygun idi. Sermaye birikimi sürecini zaafa uğratacak, kâr oranlarını azaltacak, kâr alanlarının kapsamını daraltacak böylesi bir oluşuma ve onun yükselen mücadelesine izin vermek kapitalizmin işleyiş mekanizmasına ve yasalarına uygun değildi.

Sermaye cephesinin müdahalesi sonucunda Emek Platformu hizaya getirilmiş, izleyen dönemde zevahiri kurtarmak için bir dizi eylem kararı alınmasına rağmen, bunların hayata geçirilmemesi için Platform içinde sürekli gerginlikler yaratılmaya başlanmış ve eylemler kendi içinde boğulmaya başlanmıştır. Cılız eylemler ise zamanla işçi sınıfının, emek cephesinin güvenini, umudunu sarsmaya başladı, katılım daha da düştü, Emek Platformu ve kararları ciddiye alınmaz oldu. Zafer, sermaye cephesi ve onun adına Emek Platformu içinde “mücadele eden” işbirlikçi, korporatsit, panoptik örgütlerin oldu!

EP artık birlikte hareket etmeye zorlanmaya başlamış, başlangıçta olumlu olarak ortaya çıkan kimi özellikler, emek cephesinin sınıf temelindeki örgütlerinin damgasını değil de işbirlikçi, korporatsit çevrenin damgasını taşımaya başladığı için ateşi çalmaya giden Promete'yi zincirleyen halkalara dönüşmüştür. Nihayetinde, platformun bileşenlerinden TTB, karşılaştıkları sorunları açıkça dillendirirken, Emek Platformu'nun da miyadını doldurduğunu ilan etmiştir. Olumsuzlukla sonuçlanan bu süreci daha iyi anlayabilmek, kuşkusuz platformdan bir sonraki dönem için dersler çıkarmak için, platformun zaaflarına daha ayrıntılı bakmak gerekmektedir.

Promete'nin zincirinde birinci halka: Temsil sorunu

Platforma yapısal açıdan bakıldığında 15 bileşeninden altısının (Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen) ücretli ve maaşlıların örgütleri olduğu, ikisinin de işçi emeklileri derneğinden (Türkiye İşçi Emeklileri Derneği ve Tüm İşçi Emeklileri Derneği) oluştuğu görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında burada siyasal görüş ayrılıklarının dışında, sınıfsal aidiyet babından bir sorun görünmemektedir. Çıkarları ve sorunları büyük ölçüde benzerlikler taşımaktadır. Emeğin sömürüsüne karşı çıkmak, daha iyi yaşam ve çalışma koşulları bu kesimlerin üzerinde ortaklaşa mücadele edebilecekleri paydalar olarak görünmektedir. İşçi ve kamu çalışanları örgütleri kendi içlerinde görece homojen bir yapı taşımaktaysa da, bazı örgütlerde mutlak bir homojenlikten söz etmek mümkün görünmemektedir. Bu durum Platformun aldığı kararların hayata geçirilmesinde bazı zaafiyetlere yol açabilmektedir. Örneğin, Türk-İş'e bağlı bazı sendikalar hiçbir eyleme katılmazken, kimi sendikalar ise düzenli olarak güçleri çerçevesinde her eyleme destek sunmuştur.

İşçi ve memur kadar küçük burjuva unsurları da için de taşıyan meslek birlikleri olan TMMOB, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve TÜRMOB'a yapısal açıdan bakıldığında bir önceki grup olan ücretli ve maaşlıların örgütleri ile çıkarların temsili açısından benzer özellikler taşımadığı görülmektedir. Ayrıca, bu meslek örgütleri kendi içinde de homojen bir özellik taşımayıp, üçlü bir yapıya sahip bulunmaktadır. Meslek örgütlerinin üyeleri içinde hem ücretli çalışanlar, hem işverenlik yapanlar, hem de kendi işini yapan “serbest çalışanlar” birlikte yeralmaktadır. Mesleki sorunlar dışında, bu üçlü yapının çıkarlarını ortaklaştırmak kolay görünmemektedir. Üstelik bu üçlü çok parçalılığın yanı sıra meslek örgütleri kendi içlerinde de ideolojik açıdan bir bütünlüğe sahip bulunmamakta, küçük burjuva unsurlar hakim görünmektedir.

Bu yapısal ve ideolojik farklılıklar, soyut genel politikalardan özel politikalara inilmeye başladıkça Platformu işlevsiz kılacak tıkanmalara yol açmaktadır. Bu süreçte bazı örgütler, kendilerini ilgilendirmediğinden dolayı, Platform'un aldığı kararları uygulatmak için mücadele sürecinde aktif olarak yeralmamaktadır. Üç yıllık uygulama bu olguyu doğrulayacak pek çok örnekle doludur. Platformun yapısal açıdan içerdiği bu zaaf merkezileşme sürecini de zaafa uğratmakta, etkili bir mücadelenin önünü tıkamaktadır.

Emek Platformu işçilerle küçük burjuvaların ortaklaşa yeraldıkları korporatist özellikler taşımaya açık bir platform olduğundan, uzun süreli birlikteliğin de koşullarına sahip bulunmamakta, ancak asgari koşullarda, ortak konularda mücadele potansiyeline sahip bulunmaktadır. Çıkarları gereği, küçük burjuva unsurların egemen olduğu örgütlerin platformdan uzak durması, platformu etkisiz kılmaya çalışması sürpriz sayılmamalıdır. TTB ve TMMOB gibi küçük burjuva unsurların egemen olduğu yarı kamu kuruluşlarının 1960'lı ve 1970'li yıllardan kalan sol kadroları ve mücadele deneyimi, kısa bir süre için bu örgütleri Platform'un etkin kesimi haline getirmiş olsa da, uzun vadede bunun böyle süreceğinin bir garantisini oluşturmaz.

Promete'nin zincirinde ikinci halka: İdeolojik farklılık

Yapısal açıdan çok parçalı olan ve merkezileşememiş olan Platform, buna ek olarak bir de sınıfsal, milliyetçi ve dinsel boyutta ideolojik farklılıklar taşıyan bir yapı özelliği taşımaktadır. İdeolojik olarak farklı çerçevede örgütlenmiş olan sendika ve örgütlerin kaygıları Emek Platformu'nun ilke ve amaçlarını muğlaklaştırmıştır. Bu muğlaklık nedeniyle, Sosyal Güvenlik Yasası'na, özelleştirmelere karşı net bir tavır alınamamış, sembolik tepkiler Emek Platformu'nun amaçladığı hedeflere ulaşmamasına neden olmuştur. Konfederasyonlar ve diğer örgütler farklı yaklaşımlarda bulunarak ideolojik ayrı durumlarını net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Hedefler muğlak, ideolojik yaklaşım farklı olunca mücadele de muğlaklaşmış, etkisiz bir şekilde yürütülmeye çalışılmıştır. Böyle olduğu için de Emek Platformu deklarasyonunda öne sürülen 5 talepten sadece Sosyal Güvenlik Yasası için eylem kararı alınmış, ancak görkemli bir miting ile yetinilmiştir. Yasanın geri çekilmesi ya da düzeltilmesi babında ise ne yazık ki başarı hanesine kaydedilecek bir şey gerçekleşmemiş, yasa sermayenin istediği gibi çıkmıştır. Özelleştirme ve Uluslararası Tahkim Anayasa'ya konulurken, ajitatif bir-iki demecin dışında etkili bir eylemde bulunulmamıştır. Kamu-Sen mücadelenin hiçbir boyutunda yeralmamasına rağmen, meşrulaştırılmıştır. Platform, ideolojik farklılıkları içermesi nedeni ile günlük mücadeleler ile yetinmek durumunda kalmış, daha uzun soluklu sınıfsal temelde bir mücadeleyi gündemine taşıyamamıştır. Böyle bir mücadeleyi gündemine taşıyamadığı gibi, bu yönde mücadele verecek olanları da Platform içinde boğmaya, etkisiz kılmaya yönelmiştir. Platformun sahip olduğu bileşen yapısı buna olanak verecek bir sayısal çoğunluğa sahip bulunmaktadır.

İşbirlikçi, korporatist örgütlerin mücadelede, sınıfsal çıkarlara sahip çıkmak yerine, devletin ve sermayenin istekleri doğrultusunda hareket etmesi ise platformun en önemli açmazlarından biri olmuştur. Mücadeleyi yükseltmekten çok, önlemek ve zayıflatmak için platformda yer almış olan bu örgütler ile alınacak mesafe bellidir. Platformun içindeki sınıf eksenli örgütler motor işlevi üstlenmeyip, bu korporatist, işbirlikçi kurumları peşinden sürükleyemediği sürece bu türden platformların başarı şansı bulunmamaktadır. Üstelik, zamanla bu tür platformlar, işbirlikçi örgütler aracılığı ile birer sosyal kontrol aracına dönüştürülmekte, emek cephesinin mücadelesi kendi içinde çürütülmekte, yozlaştırılmaktadır.

Promete'nin zincirinde üçüncü halka: Ekonomik ve Sosyal Konsey verso Emek Platformu

Emek Platformu'nun bileşenlerinden önemli bir kesim, tam da emek platformu karşıtı olan korporatist bir kurum olan ve içinde Platform'un kendisine karşı mücadele ettiği sermayenin de yeraldığı Ekonomik ve Sosyal Konsey'de de yeralmaktadır. Bu durum, EP'nin hareket alanını ve işlevini daraltıcı bir özellik taşımaktadır. EP'de de yeralan örgütlerin ESK'da onay verdiği politikalara karşı çıkması beklemek eşyanın tabiatına aykırı olur. Bu durum ise EP'i hem karar alma süreçlerinde, hem de mücadele süreçlerinde etkisiz kılmaktadır. Platformun “büyük” örgütlerinden Türk-İş'in isteksizliği bu olguya işaret eden önemli bir tutum olmaktadır. Bu özelliği ile ESK da yer alan EP bileşeni örgütler, ESK kararlarını dolaylı da olsa EP'ye taşımış olmaktadır.

ESK'da yeralan örgütler Emek Platformu'ndan güç alarak pazarlık güçlerini yükseltirken, ESK'daki kararlara katılarak EP'nin politikalarını ve mücadele gücünü etkisizleştirmektedirler. Bu haliyle de EP, ESK'nın bir uzantısına dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum ise, EP'nin kuruluş amaçlarına ters düşen bir olgu özelliği taşımaktadır.

Promete'nin zincirinde dördüncü halka: Devlet ve sosyal kontrol

Tarihi boyunca iktidar sendikacılığına oynamış olan Türk-İş'in eylemlere yönelik tutumunun genellikle olumsuz olması oldukça düşündürücü bir özellik olmaktadır. Sosyal Güvenlik Yasası'na ilişkin eylemin dışında hiçbir eyleme Türk-İş kitlesel katılmak yönünde bir tavır takınmamış, hatta tersi yönde çaba sarfetmiş, eylemlerin yaygınlaşmasından ürkmüştür.

Devlet ve iktidarlarla iyi ilişkiler kuran bir sendikacılık için böyle bir davranışta yadırganacak yan bulunmamaktadır. Bu haliyle Türk-İş doğrudan ya da dolaylı olarak devletin EP içindeki uzantısına dönüşmekte, alınacak kararları ve yerine getirilecek eylemleri tehlikesiz bir boyutta biçimlendirmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz bu da EP'i bir sosyal kontrol aracına dönüştürecek bir durum özelliği taşımaktadır. Eylemci örgütlerin de sürekli alana çıkışını önleyen böylesi bir tutum ikili bir işlev üstlenmektedir: Bir yandan eylemci örgütlerin önü kesilmekte, diğer yandan eyleme katılmayan, eylemleri boğmaya çalışan örgütlerin kitleler nezdinde teşhirini önlemektedir. Bu haliyle de EP, bir sosyal kontrol örgütü olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bugüne kadar alınmış kararlar ve gerçekleştirilmiş eylemler değerlendirildiğinde bu tehlikenin ip uçları da rahatça görülecektir. Buna bir de, tarihi boyunca emek cephesindeki her oluşuma müdahale etme isteği duyan bir devlet yaklaşımı eklendiğinde, sorunun boyutu daha iyi anlaşılmış olacaktır. Bu açıdan bakıldığında başarılı 1 Aralık 2000 eyleminden sonra, 1 Aralık 2001 eyleminin neden etkisiz kaldığı da daha net görülecektir. “Sosyal patlama” söyleminin egemen olduğu bir dönemde, Platformun ilgili örgütleri devlet tarafından uygun bir şekilde uyarılmış, biriken öfkeden yararlanmak isteyen “yıkıcı mihraklara” dikkat çekilmiştir. Geniş bir platform yaratmak isteyenlerin elini kolunu bu eylemde devletin kaygısını duyumsayan bu geniş platformun kimi bileşenleri bağlamıştır.

Neye niyet, neye kısmet ya da işbirlikçilikte son nokta

Emek Platformu deneyimi, KESK ve DİSK'in çağrıları doğrultusunda, çıkarları birbirinden farklı işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin asgari bir program etrafında bir platformda bir araya gelmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Ancak, bu platformda yaşanan deneyim de göstermiştir ki, bu bir araya geliş birinin diğeri üzerinde güç kurması ile sonuçlanmaktadır. Sınıf çıkarları, sınıf içi kesimlerin çıkarları ya da küçük burjuva çıkarlar temelinde kurulan bu güç ilişkisi platformun yönünü de belirlemektedir. Öte yandan, yine bu platformun gösterdiği gibi, her iki sınıf, kendi çıkarlarının ötesinde, dışardan sermayenin müdahalesi ile zımni olarak sermaye cephesine bağımlı hale gelebilmekte, onların çıkarları doğrultusunda eylemsizliğe mahkum olabilmekte ya da eylem halinde bunu etkisiz kılabilmektedir. Öte yandan, farklı sınıf ve kesimlerin bir araya geldiği bu türden yapılar her zaman için ayrılma potansiyelini de taşıdığından oldukça kırılgandır. Kırılganlık, mücadele potansiyelinin ortaya çıktığı, ihtiyacının belirginleştiği dönemlerde, işbirlikçi kesim ile mücadeleci kesim arasında daha da açık olarak ortaya çıkar. Bu an, bitmiş olan bir sürece son noktanın konulup, sınıf çıkarları doğrultusunda, doğru mücadele hattında ilerleyecek yeni bir yapılanmayı gerektirir. Yeni mücadele, artı-değer yaratma sürecinde sermaye ile emek arasında ardı arkası gelmeyen bir savaşı ne düzeyde başlatıp, sürdürebilme yeteneğine sahip bir yapıyı gerektirir. Yeni platform, bu savaşımda galip çıkmak için etkili taktik ve stratejiler geliştirebilme yeteneğine sahip unsurlardan oluşmalıdır. Yeni platform, sermayeye karşı verilen savaşımda güçler dengesine kendi lehine çevirme kapasitesine sahip olarak, bu mücadele cephesinde yeralabilecek diğer kesimleri de peşinden sürükleyebilecek bir yeteneğe ve özelliğe sahip olmalıdır. Yeni platform, toplumun yoksullaştırılma sürecinde, emekçilerin, kır ve kent yoksullarının ezilmiş, artık hiçbir umudu kalmamış, ömür boyu açlık çeken yaratıklar olmaması için onlarla birlikte etkili bir mücadele verebilmeyi hedeflerinin arasına almalı; bu kesimlerin sermayenin gaspına karşı direnmek, durumunu geçici olarak iyileştirmek için ortaya çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilme kapasitesine sahip olmalıdır. Böylesi yeni yapılanma, sermaye ile olan günlük çatışmasında önemli mesafeler katederek, daha büyük çapta şu ya da bu harekete girişme olanaklarını yaratabilmelidir.

Emek Platformu, yukarıda belirtilen amaçları ve mücadeleyi hayata geçiremeyecek bir yapı özelliğine kavuştuğu, sermayenin bir sosyal kontrol aracına dönüştüğü için artık tarihe kavuşmalı, onun küllerinden, zaaf ve eksiklikleri kadar bazı deneyimlerinden dersler çıkarılarak, daha ileri ve işçi sınıfının öncülüğünde, toplumun çıkarları temelinde yeni bir yapı oluşturulmalıdır. Kuşkusuz, bunu başarma görevi, işçi sınıfının örgütleri kadar, onun adına siyaset yapanlara düşmektedir.

 

Kaynaklar

Marx, K., (1992) Ücretli Emek ve Sermaye, Ücret, Fiyat ve Kar, (Yedinci Baskı), Sol Yayınları, Ankara.

Marx, K.,-F. Engels (1978) Le Syndicalisme (I. Theorie, organizasion, activite), FM/Petite Collection Maspero, Paris.