14 Mayıs 2005
Sayı: 2005/19 (19)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs aynasında sınıf hareketi
  İMF ve Dünya Bankası’ndan saldırıları
yoğunlaştırma talimatı
  Erdemir de tekellere peşkeş çekilecek!
  Özelleştirilecek Erdemir’i kim alsın?
  Takkıyeci AKP iktidarı siyonistlerin hizmetinde
  Almanya Başbakanı Schröder’in ziyareti
  İşbirlikçi hainlerden hesap soralım!
  Türk-İş “üzüm yemeye” devam ediyor!
  Perinçek’in Amerikancı düzen ordusunu aklama manevraları
  Gaziemir serbest sömürü bölgesinde
bir direniş ateşi
  Emek Platformu: Neye niyet neye kısmet ya da... /Yüksel Akkaya
  Devrim kaçkını liberallerin 1 Mayıs hazımsızlığı (Orta sayfa)
  Türk-Ermeni ulusal sorunu üzerine tezler /Garbis Altınoğlu
  Üniversitelerde gerginlik ve sol içi
çatışma
  Berlin’de faşizme karşı büyük protestolar

  İngiliz seçmen Bush'un “fino köpeği” Blair’e kerhen oy verdi

  Çürüyen rejimlerin yeri tarihin çöplüğüdür!
  Neler oluyor, olup biteni nasıl okumalı ve ne yapmalı?/Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
  II. Dünya Savaşı ve sosyalizm/Serhat Ararat
  Yıldız Üniversitesi; Şovenist dalgaya tok
yanıt
  Ankara’da 6 Mayıs anmalarının
gösterdikleri
  Basel 6 Mayıs anması
  Ege Üniversitesi’nde 6 Mayıs anması
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Takkıyeci AKP iktidarı siyonistlerin hizmetinde...

Türkiye-İsrail devletleri arasındaki kirli işbirliği yeni boyutlar kazanıyor

Tayyip Erdoğan'ın kalabalık bir heyetle gerçekleştirdiği İsrail gezisi, Washington'daki savaş kundakçıları tarafından “takdir”le karşılandı. Devletin “derin katları”ndan haber “sızdırma” ayrıcalığına sahip olan sermaye medyasındaki bazı kalemşorler, Tayyip'in bu sayede “ABD vizesi”ni garantilediğini yazdılar. Gezi sonrası yaşanan gelişmeler de bu kalemşör takımının işaret ettiği yönde oldu.

Beyaz Saray'ın içinden de haber sızdırmakla övünen Hürriyet gazetesi ise, üst düzey bir ABD'li yetkiliye dayandırdığı haberinde, Tayyip'in İsrail gezisinin, Beyaz Saray'ı ziyaret talebini uzun bir süredir beklemeye alan Bush'un “yeşil ışık” yakmasını sağladığı vurgulandı. Hürriyet'e konuşan sözkonusu yetkilinin, Tayyip Erdoğan'ın, büyük olasılıkla Mayıs sonu gibi Washington'da olacağı, Tayyip'in İsrail'e yaptığı gezi ve Yahudi düşmanlığına karşı açıklamalarının da önemli olduğunun altını özellikle çizdiği dile getirildi. Aynı yetkili, Genelkurmay Başkanı'ndan sonra Tayyip'in Türk-Amerikan ilişkilerinin önemine vurgu yapan açıklamasının, savaş çetesinden “yüksek not” aldığını dile getiriyor.

Nitekim Tayyip'le Rusya'da karşılaşan Bush'un, “sizi bekliyorum” dediği, Tayyip'in de “yakında geleceğim” karşılığını verdiği “müjdesi”ni içeren haberi sermaye basını manşetten verdi.

AKP, İsrail-ABD karşıtlığı demagojisine son verdi

Tayyip'in İsrail ziyareti Washington'daki efendileri fazlasıyla memnun etti, ancak kapsamı bununla sınırlı değildi. Gezi, iki gerici rejimin egemen sınıfları ile devletin bürokratik ve militarist kurumlarının beklentilerine de uygun düşüyordu. AKP ile lideri Tayyip'in buradaki rolü ise, işbirlikçi sermaye düzeni ile emperyalistlere koşulsuz sadakat göstermektir. Nitekim Tayyip, takkıyeci takımına zarar vereceği kesin olan İsrail gezisini gerçekleştirmekle kalmadı, kasap Şaron'u da Ankara'ya davet etti. Bu riske giren AKP hükümeti efendileri nezdinde “samimiyet” sınavını geçmiş oldu.

İsrail ziyareti ve ardından Tayyip'in Bush'tan kopardığı davet, takkıyeci takımı açısından -ABD-İsrail karşıtı- demagojik söyleme son vermeyi de zorunlu kılıyor. “Terörist devlet”in başı kasap Şaron'un ayağına giden Tayyip, ABD ve Irak'taki kukla yönetime dair sözlerini de çiğnemeden yuttu.

Emekli olduktan sonra sermaye basınında bir “köşe”ye yerleşen eski diplomat İlter Türkmen bu değişimi şu ifadelerle açılıyor: “Irak'taki son seçimlerin meşruiyetine kuşkuyla bakarken şimdi seçimlerden sonra oluşturulan hükümete elimizi uzatıyoruz. Irak'a komşu ülkeler toplantısına katılan -Irak-Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin İstanbul'a gelişini kolaylaştırmak üzere Bağdat'a uçak bile gönderdik! Felluce operasyonları sırasında direnişçileri öven duygusal retorik geride kaldı.” Devamında ise, “Şaron'a ‘Siz devlet terörizmi yapıyorsunuz' deyince, ABD'deki Yahudi lobilerini neredeyse Türkiye aleyhine çeviriyordu. Bu sözleri kayıtlara geçirip unutmadılar. AKP'nin attığı adımların geri aldırılması dönemi gelince Başbakan'ın işe İsrail'den başlaması da gerekti. ABD'ye gitmeden önce İsrail'den geçip ilişkileri düzeltmesi istendi” ifadeleri yeralıyor.

Birçok kalemşör, “krizi tasfiye eden, İsrail'in politikasını değiştirmesi değil, Türkiye'nin politikasını değiştirmesi oldu” gerçeğini teslim ediyor.

Savaş çetesi, bölge jandarmaları Ankara-Tel Aviv rejimlerinin uyum içerisinde çalışmasını istiyor

İsrail ile Türkiye'de egemen olan gerici iktidarların ABD emperyalizminin bölgedeki en sadık işbirlikçileri olduğu biliniyor. Ancak bu durum her iki gerici rejimin Washington nezdinde eşit muamele gördüğü anlamına gelmez. Zira siyonist İsrail, ABD'deki haydut takımı için ayrıcalıklı olan tek devlettir. Bundan dolayı İsrail, -Musevi lobinin de katkılarıyla- sınırsız silahlanma, düşük faizli krediler alma ya da “yardım” adı altından milyarlarca dolara el koyma olanağına kavuşmaktadır.

Kolayca anlaşılabileceği gibi, Ankara-Tel Aviv hattında işlerin yolunda gitmesi demek, siyonistlerin çizdiği rotaya uygun bir ilişki ağının kurulması anlamına geliyor. Savaş kundakçılarının istediği kıvama gelen Ankara'daki işbirlikçi takımı, Güney Kürdistan politikasını bile değiştirmek zorunda kaldı.

Bu durum, sermaye medyasındaki kimi “derin” kalemşörlerın rahatsız olmasına yolaçıyor. Bunlar, emperyalizme ya da siyonizme karşı olduklarından değil, fakat Kürt halkına düşmanlıktan dolayı İsrail ajanlarının Güney Kürdistan'daki faaliyetlerinin sorgulanması gerektiğini, döne döne malum makamlara hatırlatıyorlar. Sık sık Güney Kürdistan'da “ikinci İsrail” misyonu oynayacak bir “Kürt devleti” kurma çalışmalarının devam ettiğini dile getiriyorlar.

Siyonistler ise, bir yandan sözkonusu haberleri inkar ediyor, öte yandan faaliyetlerini devam ettiriyorlar. Elbette bu faaliyetler Ankara'daki Amerikancılar'ın bilgisi dahilindedir. Örneğin emekli CİA kontr-terörizm şeflerinden Vincent Cannistraro'nun yayımladığı istihbarat özel bülteninde şunları söylemişti: “Türkler, İsrail'in Kürdistan'daki mevcudiyetinden, oradaki Kürtler'in bağımsız devlet kurma arzularını desteklediklerinden çok rahatsızlar. Türkler, İsrail'in Kuzey Irak'ta aynı zamanda, İran ve Suriye hükümetlerine karşı olan o ülke Kürtleri'nin faaliyetlerini de desteklediklerini bildiriyorlar.” (aktaran M. A. Kışlalı, Radikal, 6 Mayıs 2005 )

Ancak onlar “kırmızı çizgileri” pembeleştirdikleri gibi, korkulu rüyaları olan “Kürt devleti” kurma çabası içindeki İsrail'le de ilişkileri günden güne geliştiriyorlar. Tayyip'in İsrail gezisinde, İsrail'in Kuzey Irak'taki faaliyetlerinin gündeme geldiğine dair hiçbir haber çıkmadı. Bush'un huzuruna çıkabilmek için Şaron'dan “vize” alabilmek için uğraşan Tayyip'in, Beyrut kasabını rahatsız edecek bir tutum içine girmesi zaten beklenemez.

Silah ihalelerine, ortak askeri tatbikatlara boru hatları eklenecek

M-60 tanklarının modernizasyonu projesi İsrail'in IAI firmasına verilmişti. Yaklaşık 600 milyon dolar bedelli projede ilk aşamada 180 tank modernize edilecekti. Ancak İsrail firması prototip olarak üretilen ilk tankın yaz ve kış testleri için öngörülen süre taahhütlerine uymadı. Projede yaklaşık üç aylık bir gecikme yaşanması üzerine Türkiye, firmaya yapılan ödemeleri durdurdu.

İki ülke heyetleri arasında bir süredir devam eden görüşmelerde anlaşma, Tayyip'in İsrail gezisinden kısa bir süre önce çözüldü. Yaşanan krize rağmen Tayyip'in İsrail'e ziyaretinde F-4 uçaklarının modernleşmesinden pilotsuz uçaklar alımına kadar yeni projeler üzerinde anlaşıldı. Tayyip'ten sonra iki gün İsrail'de kalan Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile ekibinin ne tür pazarlıklar yaptığına dair kamuoyuna kayda değer bir açıklama yapılmadı. Pazarlıklar öncesinde 17 askeri ihale üzerinde durulacağı açıklanmıştı.

Ankara'daki Amerikancılar'ın siyonistlerle işbirliği silah alımı/modernizasyonu, ortak askeri tatbikatlar, bölge halklarına karşı İsrail ve ABD ile üçlü “şer ittifakı” oluşturmaktan ibaret kalmadı. Bu kirli işlerin yanısıra, Ceyhan-Hayfa boru hattı diye anılan su, doğalgaz, optik kablo ve elektrik taşıyacak hatların yapımı projesi ile ilişkileri stratejik düzeye taşıma noktasına geldiler. Bu arada iki ülke şirketleri arasında, hacmi 4 milyar dolara yaklaşan ortak projeler üzerindeki çalışmalar da devam ediyor.

ABD güdümündeki iki gerici rejimin geliştirdiği bu kirli ortaklık, gayri-meşru konumdaki İsrail devleti için bulunmaz bir olanaktır. Halen bölge ülkelerinden izole edilmiş olan bu ırkçı devletin kanlı eli, bu ortaklık sayesinde daha da güçlendirilecektir. Bu ise, Filistin halkına karşı yürüttüğü toprak gaspı, yıkım ve katliam üzerine şekillenen ırkçı-siyonist politikayı daha da pervasız bir şekilde sürdürmesine olanak tanıyacak. “Ortadoğu Barışı”ndan söz edildiği bugünlerde, ırkçı-duvar inşaatını sürdüren, yeni Yahudi yerleşimleri kuran kasap Şaron, Doğu Kudüs ve Batı Şeria'nın büyük bir bölümünü ilhak etmeye hazırlandığını artık saklamıyor.

Filistin halkı üzerindeki ablukanın günden güne daraltıldığı bu şartlarda takkıyeci takımının “barışa katkı”, iki taraf arasında “arabuluculuk” gibi söylemleri, ikiyüzlülüğün berbat bir versiyonundan başka bir anlam taşımaz.

İki gerici rejim arasındaki işbirliğini sadece Filistin halkını değil, fakat tüm bölge halklarını hedef alan emperyalist saldırganlık ve savaş politikasına daha aktif bir katılımın hazırlığı olarak da değerlendirmek gerek. Bu durumda emperyalist savaş karşıtı mücadelenin, ABD emperyalizminin bu iki sadık jandarmasını da hedef alması şarttır.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Her alanda Amerikancı dış politika...

Sermaye iktidarı taşeronluktan ötesini beceremiyor

İşbirlikçi sermaye devletinin dış politikasını Washington'a göre ayarladığı artık düzen savunucuları tarafından da dile getiriliyor. Buna rağmen son dönemde düzen bekçileriyle temsilcilerinin çubuğu Amerikancılığa daha da bükmesine tanık olmaktayız. Genelkurmay Başkanı'nın ABD emperyalizmiyle ilişkilerin devletin temel politikası olduğu yönündeki açıklaması, Erdoğan'nın benzer bir açıklamayı tekrarlaması, İncirlik Üssü'nün blok şekilde emperyalist saldırganlık ve savaşın hizmetine sunulması, Erdoğan'ın İsrail'e gitmesi, Gül'ün öncülüğünde toplanan “Irak'a komşu ülkeler” dışişleri bakanlarının Irak'taki emperyalist işgali meşrulaştırma çabaları, Bağdat'ta kurulan kukla hükümete verilen destek vb...

Bu liste daha da uzatılabilir. Ancak burada dikkat çekici olan, işbirlikçi takımının bu çabalarının, savaş çetesinin şefi Bush'un başbakan Tayyip'e randevu vermeyi bile sürüncemede bıraktığı ve ancak İsrail gezisinden sonra randevuya “yeşil ışık” yaktığı günlerde harcanmasıdır. Bu girişimlerle soysuz işbirlikçiliğin çığırından çıktığını gören gerici rejimin bekçileri, tam da bugünlerde Kürt halkına düşmanlık üzerinden başlayan, giderek ırkçı-faşist saldırılara varan şovenist histeriyi körükledi.

Bugünlerde Kırgızistan'a giden Amerikancı Gül'ün açıklamaları ise tabloyu tamamladı. Hatırlanacağı gibi bu ülkede 24 Mart'ta “sivil darbe” ile yönetim değişmiş, Soros ve CİA'nın katkılarıyla Amerikan işbirlikçileri başa geçmişti. 205 kalemden oluşan 2.5 tonluk “insani” yardımla birlikte Kırgızistan'a giden Gül, sosyal ve siyasal kriz içinde debelenen gerici rejime destek sundu.

Darbeci yönetimin şefleriyle görüşmelerde bulunan Gül, 10 Temmuz'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önemli olduğunu iddia ederek, “Dünyaya, Kırgızistan'ın demokratik adım attığı yönünde sınav verilecektir. Bu devrimle yolsuzlukla mücadele eden bir dönem başlıyor. Böyle bir Kırgızistan'ın Asya ve Avrupa'nın çekim merkezi olacağına inanıyoruz” dedi. Gül, “Türk işadamlarının yatırımlarına devam etmesi, en iyi çağrı olacaktır. Kırgızistan güvenle yatırım yapılacak bir yerdir” iddiasında bulundu.

Çürümüş bir yönetimin yerine, “sivil darbe” ile geçen gerici bir yönetimi “devrim” olarak tanımlayan Gül, Kırgızistan'ın Asya ve Avrupa'nın “çekim merkezi” olacağını da iddia ediyor. Oysa sözünü ettiği yönetim sosyal ve siyasal kriz içinde debeleniyor. Tek “özelliği” öncekinden daha Amerikancı olmasıdır. Gül'ün darbecilere destek vermesi, Kırgızistan'ı sermaye için “güvenli bir yer” olarak ilan etmesi, dahası gerici yönetime olmadık methiyelerde bulunması, tam da Bişkek yönetiminin bu “özelliği”nden kaynaklanıyor.

1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasından sonra “burun sürtme” operasyonlarıyla efendinin gazabına uğrayan Ankara'daki işbirlikçi takımı, savaş çetesi nezdinde rüştünü ispatlamak için her yola başvurmaya hazır hale geldi. Zira dışişleri bakanının Kırgızistan'daki tavrı, Türk dış politikasının sadece komşu ülkeler veya Ortadoğu'da değil, fakat her alanda Washington'daki savaş kundakçılarına taşeronluk temeli üzerinde şekillendiğinin yeni bir göstergesi olmuştur.

Bir kez daha görüldü ki, geleceğini emperyalist merkezlere uşaklık yaparak güvence altına alacağını varsayan çürümüş bir rejimin kişilikli bir dış politika izlemesi mümkün değildir.