24 Mayıs'03
Sayı: 20 (110)


  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırıları püskürtmek için gerici barikatlar aşılmalıdır!
  Sendika ağaları, sermaye sınıfı ve hükümetle kolkola
  Kölelik yasasına karşı mücadelenin yakıcı görev ve sorunları
  Kamu TİS'leri sürüncemede
  Zorunlu tasarrufların gaspı sürüyor!
  Onbinlerce işçi Ankara'da biraraya geldi...
  Türk-İş Ankara mitingi...
  Saldırılar ve kölelik yasası üzerine Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı...
  Sermaye hükümeti İMF'den tam not aldı...
  Müşteri değil, öğrenciyiz!
  Filistin direnişini boğma planları...
  Özelleştirme saldırısının son perdesi
  Emperyalist terör ters tepiyor
  Irak'a bahşedilen "demokrasi"den sömürgeci yönetim çıktı
  Fransız burjuvazisinin emeklilik hakkına saldırısı ve emekçilerin büyük tepkisi
  Powell'ın Almanya ziyareti...
  Yaklaşan G8 zirvesi ve emperyalist şeflerin telaşı
  Pişkanlık ve ötesi...
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
  Adana Öncü İşçi-Emekçi Platformu kuruldu!
  Hürriyet'in "F tipi mucizesi"
  Beterin de beteri var
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Türk-İş’in Ankara mitingi...

Örgütsüz yoğun öfke ve
artan devrimci müdahale ihtiyacı

Türk-İş’in düzenlediği “İşine, ekmeğine, vatanına sahip çık!” mitingi 17 Mayıs günü Ankara’da yapıldı. Mitinge ülkenin dört bir yanından onbinlerce işçi katıldı. Sabahın erken saatlerinden itibaren otobüslerle Hipodrom’a giriş yapan işçiler, saat 13:00’ten itibaren düzenli kortejler oluşturarak miting alanına doğru yürüyüşe geçtiler. Saat 15:30’da miting programı başladığı sırada otobüsler halen Hipodrom’a giriş yapmaya devam ediyordu.

‘99 Temmuz eylemliliklerinden bu yana yapılan ilk merkezi işçi eylemi olma özelliği taşıyan bu miting, doğal olarak sınıf hareketinin mevcut durumu konusunda bazı önemli göstergeler sundu.

Mitinge işçilerin katılım düzeyi, sınıf hareketinin yakın dönem koşulları dikkate alındığında yüksek sayılabilir. Zira saldırılar kapsam ve şiddet bakımından artmasına rağmen Türk-İş bürokratları uzun süredir bu tür hava boşaltma eylemlerinden dahi uzak duruyorlardı. Bu durumun, sınıf hareketi bünyesinde yaşanan edilgenliği ve çaresizlik ruhhalini derinleştirdiğinden kuşku duyulamaz. Dahası buna, miting öncesinde ciddi bir ön hazırlık yapmak bir yana, işçilerin katılımını sınırlamaya dönük açık engelleme çabalarını da (Türk-İş sendikalara gönderdiği bir yazıyla katılımın sınırlı tutulmasını istemiştir!) eklediğimizde, mitinge katılım düzeyinin gerçekten anlamlı olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Özellikle halihazırda saldırıların sivri ucuyla doğrudan yüzyüze kalan işyerleri başta olmak üzere iş&cceil;iler herşeye karşın mitinge yoğun bir ilgi gösterdiler. Değişik işkollarından onbinlerce işçi Ankara’ya akın etti.

İşçilerin mitinge katılımları yoğun olmasına karşın, mitingden beklentilerinin oldukça zayıf olduğu da açıkça gözlemlenebilmekteydi. Sınıf kitleleri geçmiş deneyimlerinden biliyorlar ki bu tür eylemlerin saldırıları göğüsleyecek herhangi bir işlevi bulunmuyor. Bundan dolayıdır ki miting alanında en çok atılan sloganların başında genel grev eksenli sloganlar geliyordu. Saldırıları göğüsleyecek mücadele biçimi konusunda işçilerin sahip olduğu bu bilinç açıklığı uzun yıllardır varlığını koruyor. Türk-İş bürokrasisinin bu bilinç ve isteğe karşın kılını dahi kıpırdatmamasına rağmen işçilerin böyle bir mitinge gösterdiği yoğun ilgi sınıfın geniş yığınlarının, mücadele istek ve kararlılık düzeyine önemli bir gösterge sayılmalıdır. Beraberinde ise kokuşmuş ve satılmış Türk- bürokrasisinden beklentilerin zayıflığına da ayna tutmaktadır. Bu durum kendisini en çarpıcı biçimde miting alanında, birbirine ters iki yürüyüş kolunun oluşmasıyla gösteriyordu. Yürüyüş kolunun biri miting alanına yönelikken, diğeri alanı kalabalık bölükler halinde terkeden işçiler tarafından oluşturuluyordu. Bu tablo, mitingin başından sonuna değişmedi. Mitinge katılım için yoğun bir istek ve ig gösteren işçi bölükleri, Türk-İş ağalarını dinlemek yerine alanı terkettiler.

Mitingin başından sonuna kadar belirgin bir ilgi ve coşkuyla hareket eden işçi bölükleri bir kez daha saldırılarla doğrudan yüzyüze bulunan işkolları oldu. Ama söz konusu bu işkollarından işçiler de Türk-İş bürokratlarını dinlemek yerine genel olarak onları protesto ettiler. Bu tavırlarını da miting boyunca sürdürdüler. Öyle ki zaman zaman kürsüden nutuk çeken ağalar konuşmalarını sürdürmekte zorlandılar.

Mitingde dikkat çeken bir başka olgu, düzeyleri farklılaşsa da genel olarak tüm sendika kortejlerinde gözlemlenen yoğun öfkeydi. Gerici etkinin güçlü olduğu Türk Metal, Tes-İş ve Haber-İş gibi sendikalarda bu öfkenin yönü daha çok AKP hükümetinin “ihanetine” dönükken, birçok sendika kortejinde İMF ve DB yanında ABD emperyalizmi de hedef alınıyordu. Belli başlı bazı sendika kortejlerinde ise öfkenin hedefinde saldırıların suç ortağı sendika ağaları da bulunuyordu. Tüm bunlar bir arada sınıf kitlelerinin mevcut bilinç düzeyine ışık tutmaktadır. İşçi kitleleri salt ekonomik-sosyal sorunlarına değil savaş gibi politik sorunlara da ilgi ve bu ilgiye dayalı bir tutum gösterebilmektedirler. Bu tutumun Türk-İş bünyesindeki görece ileri sendikaları aşan bir kapsama sahip olduğunu da belirtelim.

Sendika ağalarını protesto eden sendika kortejleri Belediye-İş, Petrol-İş, Selüloz-İş, Orman-İş, T. Maden-İş ve Deri-İş’ti. “Suskun Türk-İş istemiyoruz!”, “Türk-İş uyuma işçine sahip çık!”, “Bizi satanı biz de satarız!” gibi sloganlar bu kortejlerde yoğun biçimde atılıyordu. Özellikle bürokratlarca yönlendirilen bazı grupların taban öfke ve tepkisini paralize etmeye yönelik olarak attıkları “Türk-İş nerede biz oradayız!” sloganına karşı sözkonusu kortejlerden verilen yanıt da son derece anlamlıydı: “Eylem nerede biz oradayız!”

Sendika ağalarına yönelik bu tepkinin uzun süredir olmadığı kadar geniş kapsamlı olduğu söylenebilir. Dahası, geçmişte benzer mitinglerde sendika ağalarını protesto eden grup ya da kortejlerden yükselen sesler, geri ve sendika ağalarınca kontrol edilen işçi bölükleri kullanılarak boğulurken, bu kez ağaları protesto eden sloganlar geniş yığınlarca ya suskunlukla ama ilgiyle izlendi, ya da hızla alanın önemli bir bölümüne yayılabildi. Bu durum işçi hareketi içerisinde sendika ağalarına dönük büyüyen öfkenin çapı konusunda yeterli açıklığı sağlamaktadır.

Bunu doğrulayan bir başka örnek de, legal sol partiler ile devrimcilerin pankartlarına yapılan müdahale karşısında işçilerin aldığı tutumdur. Türk-İş ağalarının reformist parti ve devrimcilerin pankartlarını indirmesi ve alanda sadece Türk bayraklarının kalması yönünde kürsüden yaptığı küstah ve saldırgan müdahale, kitlenin önemli bir bölümünün katıldığı yoğun yuhlamalarla karşılandı. Oysa geçmişte de devrimci politikayı yalıtmak ve kendilerine dönük tepkinin yönünü şaşırtmak için kullanılan bu yöntem genel olarak başarılı olurdu.

BDSP pankartına yapılan fiili müdahaleye Selüloz-İş üyesi işçilerin tepki göstermesi, saldırıya sloganlarıyla sahiplenerek karşı durmuş olması ise, bu farklılaşmayı ayrıca anlamlı kılmaktadır. Bu sahiplenme Türk-İş ağalarının SEKA işçilerine açık ihanetine bağlı yoğun öfkesinin bir sonucudur. Beraberinde ise BDSP kortejinden alınan tutum onları tetikleyerek protestolarını yoğunlaştırmalarına, kürsü önüne taşımalarına yöneltmiştir. Bu son olguyu, işçi hareketinin devrimci müdahaleye açıklığına bir gösterge olarak sayabiliriz. Sınıf hareketine yönelik ısrarlı, kararlı, yoğun ve sistemli bir çalışmanın karşılık bulma imkanlarının geçmişe nazaran arttığını söyleyebiliriz.

Bununla birlikte sendika ağalarına karşı oluşan tepkinin sınırları da yine mitingde ortaya çıktı. Örneğin komünistlerin gerici müdahaleye karşı aldıkları tutumla tetiklenen SEKA işçileri kürsünün önünde uzun süre sendika ağalarına dönük öfkelerini sloganlarıyla yoğun biçimde gösterirken, kürsünün “SEKA’ya da sahip çıkacağız” biçimindeki iğreti manevrası üzerlerinde bir ölçüde olsun etkili olabilmiştir. Bu ana kadar Salih Kılıç’ı konuşturmamak için sürekli protesto sloganı atan işçiler, ağaların manevrası karşısında tutumlarını farklılaştırmışlardır. Türk-İş ağalarını alkışlar ve “Türk-İş nerede biz oradayız!” sloganını atar hale düşmüşlerdir. Oysa Türk-İş yönetimi bugüne kadar benzer vaatlere rağmen SEKA’nın özelltirilmesine seyirci kalırken, mitingden bir gün önce de özelleştirme idaresi satılan SEKA işletmelerinin satışlarını onaylamıştır. SEKA işçileri nezdinde ortaya çıkan bu zayıflık kendiliğinden hareketin nesnel zayıflıklarını gösterdiği gibi, sınıf hareketine dönük devrimci mücadele ihtiyacının yakıcılığını da bir başka açıdan ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, işçi hareketi yakın dönemde yaşadığı tüm olumsuzluklara ve zayıflıklara rağmen mücadele istek ve kararlılığını arttırarak koruyor. Dahası sendikal bürokrasi işçi hareketi üzerindeki etki ve kontrolünü yitiriyor. Giderek daha geniş işçi bölükleri sendikal bürokrasiyle hesaplaşma kanalına giriyor. Bu gelişme düzeyi ve yoğunlaşan mücadele isteği bir arada işçi hareketini devrimci müdahaleye açık hale getirmekte, sınıf devrimcilerini göreve çağırmaktadır. İşte bunun için sınıf devrimcileri 17 Mayıs mitingini sınıf kitlelerince kendilerine yöneltilmiş güçlü bir çağrı olarak okumalıdırlar.