Amerikanın, 11 Eylül ertesinde teröre karşı uluslararası mücadele adıyla açıkladığı yeni saldırı ve savaş stratejisi çerçevesinde başlatılan ve sürdürülmekte olan bir tartışma (aslında psikolojik bir saldırı) var. İslamiyetle demokrasi bağdaşır mı, bağdaşmaz mı? ekseninde yürüyen bu tartışmada, her cinsten ve renkten Amerikancı, doğal olarak, bağdaşmazcı tarafta yer alıyor. Anlaşılacağı gibi, bu tiplerin demokrat olması gerekmiyor. Zaten Amerikan tipi demokrasinin de demokrasi ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor.
Aslında tartışmayı başlatan, Amerikan başkanının 11 Eylül ertesinde saldırı startı verdiği konuşmalarında, güya ağzından kaçırdığı kültürler savaşı, haçlı seferi gibi deyimler oldu. Gelinen noktada, Türkiye ve muhtemelen daha pek çok müslüman ülkede yürütülen söz konusu tartışmaların durumu göstermektedir ki, Bushun yaptığı hiç de ağızdan kaçırma değildir. Gaf hiç değildir. Bugünkü psikolojik savaşı başlatan bilinçli bir tercihtir söz konusu ifadeler. Zaten Bushun her konuşmasının danışmanlarınca hazırlandığı ve kendisinin üç cümlelik basit konuşmaları bile şifaen gerçekleştirebilecek bir zeka düzeyine sahip olmadığı düşünülürse, ağızdan kaçırma ihtimali bulunmamaktadır.
Terörü açıklayıp, Amerikan müdahalesini aklamak için, İslamiyetin demokrasiyle bağdaşmayacağına binbir örnek buluyorlar. Açıkçası bu örneklerin hemen tümü doğrudur. Şeriat kurallarının demokrasi ile en küçük bir bağlantısı bulunmamaktadır. Böylece Amerikancılar ne kadar doğru söyledikleri ve ne derece haklı oldukları böbürlenmesi içinde, dinci çevrelere yüklendikçe yüklenme fırsatı ele geçirmiş oluyorlar. Fanatik islamcıların ise bu saldırı karşısında tutunacak tek bir dalları bulunmuyor.
Oysa fanatizmle körleşmemiş ya da ruhunu emperyalizme satmamış her insan için konu son derece basittir. Evet, İslamiyet demokrasiyle bağdaşmaz, peki hangi din bağdaşır? Hıristiyanlık mı, Yahudilik mi? Söz konusu olan Amerikan tipi demokrasinin ise, tüm dinlerle, bu arada İslamiyetle de, bağdaştığı ortadadır. Bush başta olmak üzere pek çok Amerikan yöneticisi hem aşırı dinci ve hem de demokrat geçinebilmektedir. Türkiyede de hükümetteki partinin başkanı ve üyeleri başta olmak üzere pek çok aşırı dinci aynı zamanda Amerikan tipi demokrasinin en hızlı savunucularıdır. Amerikan tipi bir diğer demokrasi örneği ise İsraildir.
Peki, Amerikada, Türkiyede ve İsrailde demokratik bir yaşam ve yönetim bulunduğunu iddia etmek mümkün mü? Her türlü yasak, kovuşturma, hak ihlalinin cirit attığı bu ülkelerin, demokrasiye en fazla İran İslam Cumhuriyeti kadar yaklaşabileceği ortadadır.
Bir devletin demokratik sıfatını hak edebilmesi için, yasalarının demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına alan maddelerle yüklü olması gerekir. Andığımız devletlerde ise durumun tam tersi olduğu biliniyor. Dünyaya karşı demokrasi için haçlı seferine kalkışan Amerika, bu aynı süreçte, Amerikan yurttaşlarının tüm demokratik hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, ortadan kaldıran yasaları ardı ardına yürürlüğe koymuş bulunuyor. İnsanlar şimdi Amerikada sorgusuz sualsiz tutuklanmak, adil yargı hakkından mahrum bırakılmak, işkence görmek ve Guantanamoda hayvan muamelesine uğramak tehdidi altında yaşıyorlar. Gece-gündüz gözetleniyor, keyfi olarak aranıyor, dinleniyorlar. Esas konu, tüm bunların Amerika bir din devleti olduğu için gerçekleşmemesi. Tıpkı Türkiyede en gerici ve baskıcı iktidarları dinci partilerin hükümetleri altında değil, tam tersine laiklik bekçisi ordunun darbe dönemlerinde hüküm sürdüğü gerçeği gibi.
Dini ideoloji gericidir, tutucudur. İktidarın dinci olduğu yerde demokrasiden söz edilemez. İnsanlık, devlette, yargıda, yaşamın her alanında Hıristiyanlık şeriatının hakim olduğu yüzlerce yıl süren bir Ortaçağ karanlığını tanımıştır örneğin. Ama nedense, İslamiyet demokrasiyle bağdaşmaz diyenlerin aklına, ne engizisyon mahkemeleri, ne Galilenin (ve onun şahsında bilimsel faaliyetin) yargılanması ve mahkum edilmesi geliyor. Evet, bizimkiler Nesiminin derisini yüzdü, ama sizinkiler de Brunonun kellesini kesti, demokrasi sadece İslamiyetle değil, hiçbir dinle bağdaşmaz, diyemiyorlar. Daha doğrusu demiyorlar. Çünkü onların meselesi ne dindir ne de demokrasi. Tek meselesi Amerikan tarzının aklanması olanlar, kendi toplumlarına işte böylesine yabancılaşabiliyorlar.
Konuya biraz daha açıklık getirmek için, demokrasi havarisi Amerikanın dünyaya vaadettiği ve verdiği demokrasi örneklerine gözatalım. Amerika, Afganistanı komünizm karanlığından kurtarıp özgürleştirmek için Talibanı besledi, silahlandırdı, iktidara taşıdı. Sonuç; Sovyetler desteğiyle Ortaçağ karanlığından çıkmaya çalışan Afganistan halkı, yeniden İslamiyetin karanlık dehlizlerine itildi. Kadın, eğitimden ve iş hayatından dışlandı, eve kapatılıp esir muamelesine tabi tutuldu. Halk yoksulluk ve cehalet altında çürümeye terkedildi, vb. Amerikanın Afgan halkına götürdüğü demokrasi dinci gericiliğin ta kendisiydi. Bugün aynı Amerikan savaş uçakları Irakı demokratikleştirmeye çalışıyor. Baas rejimi despottu, faşistti, gericiydi. Ancak Irakta bombalarla yıkılan Bas yönetimi için söylenemeyecek tek şey dinci olmasıdır. Irak, bölgenin şeriat kanunları uygulamayan sınırlı sayıdaki devletinden biri iken, şimdi Amerika, yeni Irak yönetimi için Irak İslam Cumhuriyeti tabiri kullanmaya başlamış durumda. Sadece bu iki örnek bile, Amerikan demokrasisinin pekala da İslamiyetle uyuşabileceğini yeterince kanıtlamaktadır.
Örneklerin kanıtladığı bir başka gerçek, emperyalizmin, çağın en gerici, en anti-demokratik, en baskıcı rejimlerini ortaya çıkarması, beslemesi, korumasıdır. Burjuvaların demokrasiyi alternatifi göstermeye çalıştığı faşizm de emperyalizmin bir ürünüdür örneğin. Ama emperyalizm, sadece faşizm gibi kendi ürünü bir gericiliği kullanmakla yetinemez. O, tarihin en eski gericilik kaynağı olan dinleri de elinden geldiğince kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir.
Gerek dini gericiliği gerekse kendi eseri faşizmi kullanışıyla, emperyalizm, burjuva demokrasilerinin asıl mezar kazıcısı olmuştur denilebilir. Bilindiği gibi sosyalizmin kuruluşu, beklenenin tersine, burjuva demokrasisinin beşiği kabul edilen sanayi Avrupasında değil, çarlık despotizmi altında inleyen Rusyada başlamıştı. Gerek Sovyetlerde kurulan sosyalist demokrasi ve gerekse de Avrupanın nerdeyse yarısında egemen hale gelen halk demokrasileri, burjuva demokrasisinin pabucunu ideolojik yönden dama atmakla birlikte, burjuva demokrasilerinin asıl canına okuyan burjuvazinin kendisi oldu. Epeyce bir dönem, sosyalizmle mücadelede onun silahlarını da kullanmak zorunda kalan, böylece demokratik-sosyal hukuk devleti postuna bürünen emperyalizm, 80li yıllara gelindiğinde, artık kuzu postuna ihtiyacı kalmadığını gördü ve hızla aslına dönme yarışına girdi. Aslı, demokrasi değil baskı terör ve gericilikti. Aslı, işçi sınıfı ve emekçilerin azami sömürüsü üzerinden en fazla kâra ulaşma güdüsüydü. Demokrasi, kapitalizme has bir özellik değil, bir ilinekti sadece. Aslında Sovyet demokrasisinin basıncı ve işçi sınıfı mücadelelerinin baskısıyla atılmış bir geri adım demek de mümkündü buna. Bu baskı ve basınç gevşediği anda, burjuvazi kendi demokrasisinin canına okumakta treddüt etmedi.
Emperyalist-kapitalist dünyaya hakim eğilim demokrasi değil gericiliktir. Demokrasi ile bağdaşmayan bir şey varsa, o dadünya hakimiyetini elinde tutan ve elinden kaçırmamak için her türlü gericiliğe, şiddete, saldırıya ve savaşa başvuran emperyalizmdir. İstisnasız tüm dinlerin gericiliğinden yararlanmaya kalkan da aynı emperyalist devletlerdir. Emperyalizmin şefliğini şimdilik elinde tutan ABD emperyalizmi, her ne kadar rejimini demokrasi diye, dünya halklarına karşı savaşını da kültürler savaşı diye yutturmaya kalksa da, bizzat yürüttüğü savaşların gerçekleri ve uygulamalarıyla kendi iddialarını kendisi çürütmekten kurtulamayacaktır. Afganistanın durumu ortadadır. Irakta durumun çok daha vahim olacağına dair belirtiler giderek artmaktadır. Amerikanın, savaştığını iddia ettiği İslami gericiliği girdi&urren;i her yerde diriltmekten kaçınmadığı görüldükçe, anti-emperyalist mücadele de yeniden kendi gerçek rayına oturabilecektir.
İsacı, Musacı, Muhammetçi... Dini ideolojilerin bağdaşamayacağı tek bir demokrasi türü vardır. Halkın aydınlanması, her türlü dinin vaaz ettiği kadercilikten sıyrılıp kendi kaderine hükmetmesi zemininde gelişip serpilecek sosyalist demokrasiler (diğer adıyla işçi sınıfı diktatörlükleri), asla, hiçbir dinsel gericilikle bağdaşamaz. Tüm gericiliklere karşı olduğu gibi dini gericiliklere karşı da mücadele ettiği sürece ve mücadelesi oranında büyüyüp gelişebilir. Bugün, Amerikanın kuyruğunda İslam ve Arap toplumlarını yerin dibine batırmaya çalışanların en fazla korktuğu gelişme de, emekçi toplumların işçi sınıfları önderliğinde girişecekleri böyle bir demokratik kalkışmadır. O gün geldiğinde, tıpkı dün yaptıkları gibi, nasıl yeniden İslamiyet kılıcına sarılmaya çalışacaklarına anık olacağız. Ama artık bu kez o kılıcı savurmaya güçleri yetmeyecek.