faşist MHP gerçekliği Devlet Bahçelinin açıklamasına göre, MHP ile ilgili olarak 23 Mayıs ile 1 Haziran tarihleri arasında 55 köşe yazarının 107 yazısı yayınlanmış. Bunlardan dördü MHPyi haklı bulurken, diğerleri doğrudan ya da dolaylı olarak MHPyi hedef alıyormuş. Öyle bir hava yaratılıyor ki, ABye üyelik konusunda sanki tek aykırı ses MHPden çıkıyor. Bahçeli, önce Çin gezisinde, ardından ayağının tozuyla Türkiyede Kürt sorununa dair şartlar ileri sürünce, AB engeli olarak öne çıkarıldı. Halbuki açıklamalarının uyum yasalarıyla doğru dürüst bir alakası yok. Bir süre önce Genelkurmay da benzer açıklamalar yapmıştı. Bahçelinin şartları, 12 maddelik Genelkurmay bildirisinin değişik bir üslupla güncelleştirilmiş ifadesidir. Kürt hareketinden tam teslimiyet, ihanet ve bağlılık istiyor MHP. Ordu da aynı şeyleri istemişti. Şartlar içindeki diğer ayrıntılar ise, MHPnin faşist, şoven, kinci karakterini yansıtmaktan başka bir işleve sahip değil. Ama hem Bahçelinin tonlamasından, hem de medyanın olayı veriş tarzından, diğer düzen çevrelerinin yüklenmesinden kaynaklı olarak, MHP, uyum yasalarının çıkarılmasının başlıca engelidir gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. Bu yanılsamayı yaratmak her iki tarafın da arzusudur. Zira böylesi bir hava herkesin işine geliyor. Bütün tartışmalar, koparılan yaygaralar son haftaların öne çıkan iki gündemi üzerinden sürmektedir. AB gündemi, diplomatların Türkiyeye gelerek yılın son aylarında üyelik müzakerelerinin başlatılması koşullarını hükümete hatırlatmasıyla kızıştı. İdam, anadilde yayın ve eğitim, Kıbrıs gibi temel sorunların çözülmesini istiyor AB. TÜSİAD uyum yasalarının çıkarılması için tam sayfalık ilanlar yayınlayarak AB gündemli yapılacak liderler zirvesine mesajını vermiş oldu. Rejimin temel kuvvetlerinden medya ve sendika bürokrasisi, zaten öteden beri ABcilik yapıyorlar. Neredeyse tüm düzen partileri, yaslandıkları seçmen kitlelerin hassasiyetlerini gözetmek çerçevesinde demagoji yapmayı da ihmal etmeden, ABye girişten yana tavır takınıyorlar. Ordu ise geleneksel resmi politikalardan fazla taviz vermeden işi kotarmaya çalışıyor, ama tavrı ABye girişten yanadır. Neticede ABDli yetkililer, Türkiyeden ABye girmesi için gerekli koşulların yeine getirilmesini istediler. Ordu, bir yere kadar bağımsız davranabildiği Kıbrıs ve Kürt meselelerinde biraz diretse de, sonunda hamisi ABDnin isteklerine uyacak denli ABye giriş yanlısıdır. İdam ve anadilde yayın-eğitim konusundaki formülasyonları (her ne kadar 5 Haziran tarihli açıklamasıyla bunların kendisine ait olmadığını belirtse de, başkalarının, örneğin sayılı kalemşörlerin ağzından yayan bizzat Genelkurmaydır) dabir kez daha intikamcı, şoven kimliğini ortaya sermiştir. Erken seçim ise, Ecevitin iş yapamaz duruma gelmesiyle gündeme oturdu. DSP dışındaki tüm çevreler, ki bunlara ABD, İMF, AB gibi güçler, Derviş gibi bakanlar da dahil, erken seçimin gerekli olduğunu belirtiyorlar. Burjuva medya çekilmesi için Ecevite muhtıralar yazıp duruyor. Bir ayağı çukurda birinin başbakan olması Türkiyenin imajını zedeliyor olmalı! Ne de olsa işler fiilen hükümetsiz de yürütülebilir. Derin devlet (bir ABD yetkilisinin deyimiyle parlamento üstü sağlam devlet geleneği) İMF-TÜSİAD programının aksamasına izin vermez, Türkiye seçim sürecine girse bile işler yürür demeleri bundandır. Bunlardan da anlaşılacağı gibi, MHPnin tüm hesapları, ortadaki dalaşma, aslında tümüyle seçim üzerinedir. Düzen partilerinin rejimin geleceğini ilgilendiren yaşamsal konularda karar verme hakları yoktur. Ordu ve TÜSİADın açıktan tavır koyduğu yerde AB üyeliğine karşı çıkmak diğerlerinin, hele hele MHPnin ne haddine! Ama parlamenter demokrasi-hukuk devleti maskesinin faşist rejimin yüzünden düşmemesi de gerekiyor tabii ki. Sermaye iktidarının gerçek sahipleri de bunu bir ihtiyaç olarak görüyorlar. Bu noktada A partisinin, B partisinin, diyelim ki MHPnin, geleneksel tabanlarının hassasiyetlerini dikkate aldıklarını göstermeleri gayet doğaldır. Düzen partilerinin kıvranma manevraları yapması rejimin ihtiyaçları için gereklidir. Generaller ve tekelci sermaye, partilere bıraktıkları başlıca iş olan kıvranma manevralarını elbette ki oğal karşılayacaklardır. Neticede hepsinin ortak kaygısı, tüm çabaları rejimi ayakta tutmaya yöneliktir. Bu açıdan MHP kraldan da kralcıdır. İpleri tümüyle Genelkurmayın elindedir. 3 yıllık hükümet ortaklığı boyunca rejimin çıkarları neyi gerektirmişse hevesle yerine getirmiştir. Türkeş 12 Eylülde, Fikirlerim iktidarda ama ben içerdeyim demişti. Bu sitemin haksız ve yersiz olduğunu kim söyleyebildi ki? 70li yıllarda yükselen devrimci muhalefete saldırı odağı olarak yapılandırıldı MHP. Lideri de, kendisi de tamamen CİA beslemesiydi. Amerikanın çocuğudur MHP. Yurtseverleri, demokratları, devrimcileri katletmekte, terörize etmekte etkin olarak kullanıldı. Faşist güruh, bizzat CİA planlaması ve yönlendirmesi ile Maraşta, Çorumda kitlesel vahşet katliamlarına imza attı. Kaderin cilvesi olsa gerek, MHP 12 Eylül darbesiyle birlikte işsiz kaldı. Fikirdaşı ve işvereni ordu, katliam ve terör işini doğrudan üstlenmişti. Gene de yığınla kirli iş yaptırılan MHPli beslemeler vefakar davrandılar. Bu kez faşist tetikçiler için uyuşturucu ticareti, çek-senet tahsilatı, mafyacılık, çetecilik gibi kirli sektörlerin kapıları ardına kadar açıldı. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselişiyle beraber MHPye de yeni bir alan açıldı. MHPli beslemeler tekrar aktif göreve alındı. Faşist çeteler kontr-gerillanın aktif gücü olarak örgütlendirildi. Özel tim adı MHP ile özdeşleşti. MHP alışılageldiği diğer kirli işlerini daha geniş kapsamda sürdürme imkanı buldu. Mali açıdan palazlandı. Faşist parti, bizzat düzenin sahipleri tarafından yaratılan ırkçı, şovenist atmosferde olabildiğince güç topladı. Asker uğurlamaları, mehmetçik cenazeleri MHP için birer şov imkanına dönüştürüldü. 18 Nisan 99 seçimlerindeki muhteşem başarısını çözümleyen köşe yazarlarının genç kuşakların askerden MHPli olarak döndüğünü yazması, aynı zamanda bir gerçeğin itirafıydı: MHPyi güçlendien bizzat Genelkurmaydı! 18 Nisan seçimlerinden çok önce, denenmemiş tek parti olan MHPnin güçlendiği rejim tarafından biliniyordu. Zira yapısal kriz olgusu hükümet eden bütün partileri kısa zamanda paçavraya dönüştürüyordu. Gerici ideolojinin etkisinde olan, kirli savaş sürecinde de terör demagojisi ve şovenizm zehiriyle iyice sersemletilen emekçi sağ seçmen kitlesi, ANAP, DYP gibi partilerden umudunu kesince MHPye yönelmişti. Zaten resmi şoven kampanyalarla MHPnin önü de açılmıştı. Güçlenen MHPye Türkeşin son zamanlarında cila çekilmeye çalışılıyordu. İç kapışmalar neticesinde Devlet Bahçelinin liderlik koltuğuna oturmasıyla birlikte bu bir kampanyaya dönüştürüldü. Rejim sahipleri, hükümette yer alacak denli oy toplayan MHPnin imaj değişikliğin gittiği propagandasına ciddi ciddi yoğunlaştırdılar. İşte bugün 9-10 gün içinde MHP aleyhine 100den fazla yazı yazan kalemşörler, o günlerde MHPyi pohpohlayan yüzlerce yazı yazmışlardı. Artık MHP hükümet ettiğine, kendisine bir de bunu deneyelim diye oy verenlerin desteğini yitirdiğine göre, şimdiki eleştirel yaklaşımın bir mahsuru yoktu. Kaldı ki bu yaklaşım her iki tarafın da işine yarıyordu. Genelkurmay politikalarını aşan hiçbir şey söylemediği halde, MHP ABye girişin engeli olarak gösterilmeye çalışılıyor. Geleneksel faşist tabana ise katı faşist çizgisinden bir milim geri atmamış olduğunun mesajı veriliyor. Böylelikle hem orduya manevra için zaman kazandırılıyor, hem de çok çok %6-7lik kitle tabanı nezdinde MHPnin yıpranan itibarı onarılıyor. |
|||||