M. Dicle Büyük Sosyalist Ekim Devriminin simgesi olan Rusya, uzun yıllar sömürücü asalak sınıfların, onları temsil eden devletlerin korkulu rüyası oldu. İki dünya savaşı arası dönemde proletaryanın sosyalist bayrağının dalgalandığı tek ülkeydi. Dünya işçi ve emekçilerinin gözleri oraya dikilmişti. Ekim devriminin yarattığı sarsıcı dalga başka ülkelere yayılabilir, yeni zaferlerin önünü açabilirdi. Asalakların korkusunun asıl nedeni de buydu. Sovyetleri iç savaşla yıkmayı başaramayan emperyalistler, ikinci hamleyi Hitler faşizmi ile yaptılar. Ama sonuç yine hüsrandı. Sovyet halkları, dünya komünistleri ve devrimcileri ile birlikte faşizmi yerle bir ederek orak-çekiçli kızıl bayrağı Berline, Brandenburg kalesine diktiler. İkinci paylaşım savaşından sonra Sovyetlerin yanı sıra, doğu Avrupa ülkeleri ve ardından Çin devrimi ile sosyalist ülkeler bir blok oluşturdu. Bu gelişmeler karşısında ABD emperyalizmi ve onun hegemonyası altındaki öteki kapitalist ülkeler, saldırgan bir askeri güç olarak Kuzey Atlantik İttifakı olan NATOyu kurarak soğuk savaş dönemini başlattılar. Dış kuşatmanın bu basıncı ve ondan da önemli olarak iç zaafların birikimi, zamanla bürokratik bir yozlaşma ve adım adım yeni bir sınıflaşma yaşayan Sovyetler Birliğini ve Doğu Avrupayı 89daki utanç verici çöküşe hazırladı. 89 çöküşü emperyalist güçler arasındaki Sovyet sistemi ayakta kaldığı sürece emperyalist sistem kendi iç ilişkilerinde nispeten sorunsuz bir dönem geçirdi. ABDnin kesin egemenliği bu uyumun devamında önemli bir rol oynuyordu. Zira kapitalist-emperyalist kamp içinde Amerikan emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri alanda bir rakibi yoktu. Ne var ki bu durum zamanla değişmeye başladı. Eşitsiz gelişim çizgisi izleyen süreç zamanla Avrupalı emperyalistlerin ve Japonyanın yeniden güçlenmesine tanıklık etti. Bu güçler ekonomik alanda ABDnin rakipleri olarak sivrildiler. Bu gelişim, doğal olarak çıkarlarda bir farklılaşmayı da beraberinde getirdi. Ancak bazı istisnalar dışında emperyalistler arasındaki siyasi ve askeri uyum devam etti. 89 çöküşünden sonra ABD ve Avrupa arasında, uluslararası politika alanında zamanla farklılaşmalar kendini göstermeye başladı. Bu, ABD egemenliğine karşı gittikçe güçlenen Avrupa emperyalizminin kendi çıkarlarını koruma çabasının bir ürünüydü. Özellikle ABnin ekonomik alanda sağladığı büyüme, siyasi-askeri alandaki etkisinin çok ötesine geçmişti. Bugün iki gücün uluslararası politika alanında yaşadığı farklılaşma giderek kurumsal bir temele de oturmuş durumda. Buna rağmen ABD hala belirleyici olma konumunu sürdürüyor. ABnin yanı sıra, Asyada da Çin ve Japonyanın güçlenmesi gündeme gelmiştir. Bu ise, ekonomik olarak zayıflayan ABDnin hegemonyasını tehlikeye düşürecek bir gelişmedir. Dünya jandarması ABD, bu gelişmelerin ardından sahip olduğu askeri üstünlüğü kullanarak izlediği saldırgan politikaya yeni boyutlar eklemiştir. Bushun iktidara gelmesinden sonra bu saldırganlık tamamen çığrından çıktı. 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın yeniden paylaşımını gündeme getiren ABD emperyalizmi, ya bizden yanasınız ya bize düşman ikilemini dayatacak kadar azgınlaştı. Onlara göre, tek vazgeçilmez ülke, küresel çıkarı olan tek ABDdir. Bugün Avrupa, ABDye karşı askeri alanda yaşadığı zayıflığı ekonomik gücü, çok yönlü ittifaklar, uluslararası topluluk değerleri vb. ile dengelemeye çalışıyor. Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra ortak savunma refleksi ortadan kalktı. Dünkü birlik temeli bir anlamda boşlukta kaldı. NATO içindeki ABD hakimiyetinden duyulan rahatsızlığın açığa çıkması önünde artık bir engel kalmamıştır. Bugün Ortadoğu sorunu, terörizme karşı savaş, şer ekseni, Iraka saldırı, füze savunma kalkanı gibi konularda iki güç arasındaki farklar bariz hale gelmiştir. Çelişkiler ekonomik alanda da keskinleşmektedir. ABDnin tek taraflı olarak aldığı kararlarla tarım ve çelik ürünlerine uyguladığı devlet korumacılığına gösterilen tepkiler ve alnan karşı önlemler bunun son örnekleri durumundadır. Rakipsiz bir askeri güç olan ABDye bağımlı kalmamak için Avrupalı emperyalistler acil müdahale gücü adı altında askeri oluşumlar kurmaya hazırlandı. Küresel konuşlandırma uyduları ve kendi savaş uçaklarını imal etmekte gösterilen kararlılık da bunu tamamlıyor. Başını Almanya-Fransa ikilisinin çektiği Avrupa ile ABD arasında dost ve müttefik temeline dayanan ilişkilerin eski uyumu kalmamıştır. Bu dönemde Asyadaki önemi artan Rusya, yeni türeyen kapitalist egemen sınıfın çıkarları gereği emperyalist-kapitalist sistemle daha ileriden bir bütünleşme arayışına girdi. Çinin gittikçe güçlenmesi, olası bir Rusya-Çin ittifakından rahatsızlık duyan ABD, karşı önlemlere yöneldi. Petrol ve doğal gaz yatağı olan Hazar-Kafkaslar bölgesine Afganistan saldırısıyla birlikte ilk önemli hamleyi yaptı. Rusya ile anlaşarak, Asyadaki çıkarlarını güvence altına alma konusunda önemli bir adım daha atmış oldu. ABD-Rusya ilişkilerinde yeni aşama Almanya ziyaretinin ardından Rusyaya geçen Bush başkanlığındaki Amerikan heyeti Rusya ile bir dizi konuda anlaşmalar yaptı. Ortadoğu petrolleri üzerinde çıkabilecek kriz olasılığına karşı ABD, Rusya bölgesindeki zengin petrol-doğal gaz yataklarını güvenceye almak istiyor. Almanyada yüzbini aşkın kişi tarafından protestolarla karşılanan Bush, ilgiyle karşılandığı Rusya gezisiyle bu konuda belli bir mesafe almayı başardı. Rusya ile yapılan anlaşmalarla, Hazar petrolleri üzerinde söz sahibi olma konusunda adımlar atıldı. ABD-Avrupa arasındaki sorunlar çözülmezken, ABD ile Rusya arasında stratejik işbirliğine dayalı anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalarla ABD sermayesinin Rusyaya girişi hızlanacak. Ancak anlaşmanın kapsamı bunun çok ötesindedir. Orta Asyada teröre karşı birlikte mücadele edilecek, Kafkasya-Hazar bölgesi enerji kaynaklarının işletilmesinde işbirliğine gidilecek. Stratejik işbirliği anlaşmaları Amerikan emperyalizminin Kafkasya ve Hazar bölgesine, dünyanın ikinci büyük petrol ve doğal gaz yataklarının bulunduğu alana doğrudan yerleşme olanakları getiriyor. Bunun yanında ABD petrol şirketlerine Rusya petrol sanayiine doğrudan ortak olmasının da önü açılıyor. Bunun karşılığında ABD, Rusyaya NATO toplantılarında temsil edilme ve oy kullanma olanağını sağladı. Rusya-ABD arasında stratejik işbirliğine dayalı bir ittifakı olanaklı kılan gelişme, ABDnin çıkarlarının yanı sıra 89 çöküşünden sonra türeyen Rusya burjuvazisinin çıkarlarıdır. Emperyalistler, Rusyayı uşak durumuna düşüremeyince sistemin içine dahil ettiler. Bu ittifak, Rusya gerici yönetimi ile ABD emperyalizmi arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmıyor. Sadece yağmadan alınan payı artırmak ve güvence altına almak için karşıt gibi görünen güçlerin nasıl birden ittifak kurabildiklerini gösteriyor. Rusya bir yana, ABD 11 Eylülden sonra kendisiyle işbirliği yapacak ya da kendisine uşaklık edecek her türden devletle ortaklığa hazır olduğunu ilan etti. Pakistandan Ürdüne, Suudi Arabistana kadar birçok ülkeyle işbirliği yapıyor. Dünyadaki şeriatçıları finanse eden ortaçağ kalıntısı bir yönetim olan Suudi krallığı halen ABDnin bölgedeki en yakın ortaklarından biridir. Kuşkusuz ABD için demokrasi-özgürlük gibi kavramlar, vahşi Amerikan tekellerinin çıkarlarından başka bir şey ifade etmez. Saldırgan emperyalist ittifak NATO İkinci paylaşım savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve dünya halklarına karşı kurulan NATO, yarım asır sonra Rusyayı da içine almak için adım attı. Roma Deklarasyonu olarak adlandırılan NATO-Rusya ortaklık konseyi sözleşmesi İtalyada imzalandı. Bu sözleşme ile Rusya, 19 NATO ülkesiyle masaya oturacak, alınan kararlarda eşit söz ve oy hakkı olacak. Ama veto yetkisi bulunmayacak. Ayrıca NATOnun 5. maddesi Rusya için geçerli olmayacak. Rusya Brükseldeki NATO karargahında temsil edilecek. Tarihi anlaşma, yeni bir dünya düzeni gibi abartılı yorumlara konu olan Rusya-NATO anlaşması ile Orta ve Yakın Asya ile Kafkaslarda düzenlenecek olası askeri müdahalelerde NATO ile Rusyanın ortak hareket etmesi bekleniyor. Rusya, belirleyici kararlarda kendisine de aktif rol verilmesini sağlayamadı. Rusya-NATO ortak konseyinde verilecek ortak kararlar şöyle sıralanıyor: Terörle mücadele, kriz yönetimi, nükleer silahlanma, silahlanma denetimi, füze savunma sistemleri ve askeri işbirliğidir. Abartılı değerlendirmelere karşın Rus yetkililer daha ihtiyatlı bir dil kullandılar. Putinin sözcüsü Aleksandr Yakovenko Rusyanın NATOya katılması bugünün değil, geleceğin konusu sözleriyle ifade etti. İtar-Tass Ajansı Kremline dayandırdığı bir haberinde, Roma Deklarasyonunun imzalanması, Rusya ile NATO arasındaki ilişkilerin düzeyinin artırılması yolunda sadece bir ilk adım olarak değerlendirdi. Yine de Doğu Avrupa ülkelerinin NATOya alınmasıyla başlayan sürecin Rusyayı kapsayacak bir düzeye doğru evrildiği görülmektedir. Bu ve benzer ittifaklar halkların değil, fakat her zaman nüfuz ve egemenlik peşinde koşan gerici-emperyalist güçlerin ittifaklarıdır. İşçi sınıfı ve ezilen halkların önünde buna karşı sınırları, enternasyonal dayanışma ve birliği güçlendirmek, her türden gerici ve saldırgan ittifaka karşı enternasyonal devrimci mücadeleyi yükseltmek görevi durmaktadır. |
|||||