Abu Walid Bence Araplar ile ortak ve barışık bir yaşam için çalışmak, Yahudi bir devlet kurmaktan daha iyi ve daha mantıklıdır. Çünkü algıladığım anlamıyla Yahudilik; ordusu, yönetimi ve sınırları olan Yahudi bir devlet düşüncesiyle çelişmektedir. Bu düşünce ne kadar basit olsa da, aramızdaki aşırı milliyetçi duygularımızın büyümesinin yaratacağı Yahudiliğin iç sorunlarından korkuyorum. Albert Einstein, 1938de Siyonizm, Siyonizmin geleceği ve Yahudilikle olan çelişkisi hakkındaki düşüncelerini bu sözlerle ortaya koymuştu. Onlarca yıldan sonra Einsteinın korkuları gerçekleşmiş ve İsrail devleti halklar olsun, yönetimler olsun, -Yahudilik başta olmak üzere- dinler olsun dünyanın dört bir yanından eleştirilerin adresi olmuştur. Ancak, Siyonizmin kurucularının Yahudilik ile olan çelişkilerinin farkında olmadıklarını düşünmek oldukça güçtür. Özellikle de Siyonizm ile Yahudilik arasındaki ilişkileri kendileri değerlendirince... Siyonistlerin Yahudiliğe bağlılıkları konusunda Siyonizmin önderi ve ilk Siyonist Konferansının Başkanı Macar Theodor Hertzl (1860-1904), günlüğünde 23 Kasım 1895 tarihinde (İnglizce baskısında) şöyle demiş; Paris Büyükhahamı (Yahudi din adamı) Zodaka suml;ylediğim gibi Londra Büyükhahamına da söyledim ki, benim projemde (İsrail devletini kurmak) dinin herhangi bir talimatına uymayacağım. (1. cilt sf. 270) Hertzl, aynı kitapta Vaadedilen Topraklar efsanesi ile Siyonizmin ilişkisi konusunda da şunları yazar; Vaadedilen Topraklar ile ilgili nerede olacağı dışında herşeyi anlatabilirim. Uluslararası ticaretimizin geleceği için tüm doğal koşulları göz önüne almalıyız. Denize yakın olmalı ve tarımda makinalaşma sağlayabilmek için genişletilebilecek topraklar olmalıdır. Buna meclisimiz karar verecek. Hertzlin günlüğüne baktığımız zaman, 1. cildin büyük bir kısmını sadece Yahudiliğin ve din adamlarının Siyonizmi ve İsrail devletini prensip olarak kabul etmemelerine ve suçlamalarına ayırması dikkat çekicidir. Bunların arasında Viyana Büyükhahamı Dr. Godman, Alman Hahamlar Birliği Başkanı Dr. Mayier Bum, Liberal Haham Birliğinin kurucusu ve Başkanı Vogelestein, Londra Büyükhahamı Adlar ve Yahudi Liberal Hareket Başkanı Klod Montifiore yer almışlardır. Yahudiler, Siyonizme karşı çalışmalarını daha etkili ve daha kapsamlı bir şekilde duyurmak için sadece bireysel boyutta çalışmamışlar, Yahudilik için gibi örgütler kurup Siyonizme Bedil dergisini çıkararak, kitaplar (Yahudiliğe karşı Siyonizm-Haham Levin / Yahudiliğin Çöküşü-Haham Mosheh Manohem) ve hatta güncel sorunlarla ilgili makaleler yazarak düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Bu makalelerden bir tanesi Haham Herchin 30 Ekim 1978 tarihinde Washington Post gazetesinde yayımlanmıştır: Siyonizm, Yahudilikten tamamen farklıdır. Siyonizm, Yahudileri milli bir oluşum olarak nitelendirmeye çalışıyor, ancak bu mantıklı bir şey değildir. Tüm bunlara rağmen Siyonizmin kurucuları, din duygusu ve anti-Samiciliği kullanmak amacıyla sürekli olarak dine bağlı görünmeye çalışırlardı. O yıllardaki siyasi haritasına ve günün denklemine baktığımızda göreceğiz ki, Siyonizm, sömürgeci ülkeler karşısında kolay bir lokma olmuş ve güçsüz kalmış durumdadır. Dolayısıyla Siyonistlerin planı bu kez bu güçlü ülkeler ile ortak çıkarlar bulup kendilerini korumak değil, o ülkelerin de yardımını sağlayacak bir işbirliği yapmaktır. Theodor Hertzl, Yahudi Devlet kitabında şunları yazmıştı: Avrupa ile ilgili olarak da şunları söyleyebilirim: Orada (Filistinde) Asyaya karşı bir engel olacağız. Böylece medeniyetin barbarlığa karşı ilerleyen gücü olup, bizi garantiye alması gereken Avrupayla sabit ilişkilerimiz çerçevesinde bağımsız bir devlet olarak kalacağız. (syf. 139) İngiliz emperyalizmi ve Siyonizm Hint yolunu korumak isteyen İngiltere, Mısır ordusunun önünü kesmek ve genişlemesini engellemek için Aden ve Arap yarımadasının güneydoğu sahillerini işgal etti. İngiliz çıkarlarının korunması için Kızıldenizin Asya kanadının Afrika kanadıyla birleşmemesi gerekiyordu. İngiliz Siyonistler, İngiliz yönetimini bunun ancak Filistinde Yahudi bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebileceğine ikna etmeyi başardılar ve Siyonizm ile İngiliz sömürgeciliğinin anlaşmasının temelini oluşturdular. Haim Waizman Kasım 1914de Manshter Guardian gazetesinde anlaşmayı şöyle açıklamıştı: Filistin, İngiliz egemenliği altına girer ve daha sonra İngiltereye dayanan bir Yahudi toplumu kurulursa ve 20, 30 yıl içerisinde 1 milyon Yahudi Filistine sokulabilirse, bu Yahudilerin bu bölgeyi ele geçirebileceklerini ve Süveyş Kanalını koruyacak etkili bir bekçi olabeceklerini söyleyebiliriz. Sözümüz de bir temele dayandırılmış olur. 16 Mayıs 1916da imzalanan Saiks-Pike Anlaşmasında sömürgeci ülkeler kendi planlarına ve çıkarlarına göre bölgeyi paylaştılar ve Filistinin İngiliz mandası altında olacağı konusunda anlaştılar. Ancak İngilizlerin Siyonizme ilk resmi desteği 21 Kasım 1917 tarihli Belvor Sözü oldu. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Belvorun Lord Leonel Walter Richelde gönderdiği resmi mektubun içeriği şöyleydi; Değerli Lord Richeld, Kral Hazretleri Hükümeti adına aşağıdaki açıklamayı göndermem beni çok sevindiriyor. Bakanlığa sunulup onaylanan Yahudilere şefkat açıklaması şöyledir: Kral Hazretleri Hükümeti Yahudi halkının Filistinde ulusal bir vatan kurmasına şefkatle bakmaktadır. Bu amaca ulaşmayı kolaylaştırmak için elinden gelen çabayı harcayacaktır. Açık bir biçimde anlaşılması gerekir ki, Filistinde bulunan ve Yahudi olmayan grupların dini ve medeni haklarına ve aynı şekilde Yahudilerin bulunduğu diğer hiçbir ülkede de bulundukları politik merkeze ve haklarına karşı hiçbir şey yapılmayacaktır. ABD, Fransa ve İtalya 1918de, bunu desteklediklerini açıkladılar. Bu anlaşmaların uygulanması İngilizler Filistini ele geçirdikten sonra daha kolay ve daha etkili bir hale gelmiştir. Filistin yönetiminin Siyonistleştirilmesi için harcanan çabaların tümü bu sonuca varmak için ilk adımdır. Yani çok sayıda Siyonisti Filistine ulaştırarak ilk aşamada Siyonist çoğunluğun oluşturulup bundan sonra da dünyadaki tüm Siyonistlerin İsraile yerleştirilmesi, Siyonist hedeflere varmanın ön adımlarından başka bir şey değildi. Temmuz 1920de tutucu Siyonistlerden biri olan Herbert Smoilin Filistinde Belvor Sözünün uygulanmasını denetlemek için Sami temsilcisi olarak atanmasına karar verildi. Smoil ile birlikte Filistini Yahudileştirme çabaları da oldukça artmıştır. Öncelikle de yönetime önem verildi. Öyle ki, her dairenin başına Yahudi ya da coşkulu bir İngiliz kondu; yasama, kanunları hazırlama, ticaret ve göç daireleri belli başlı Siyonistlere teslim edildi. Bu sistemin başında da İngiliz temsilcisi ve 3 sekreterden oluşan bir yürütme konseyi vardı. Bu sekreterler, Maliye, İçişleri ve Adalet Bakanları konumundaydılar. Bu dönem içerisinde en büyük toprak satışı anlaşmaları imzalandı. Onlarca Filistinli köyünden geriye bir tek iz bile kalmadı. Aynı şekilde bu dönem içerisinde İbranice resmi dil olarak kabul edildi. Eğitim sorunlarında da Yahudilerin bağımsızlığı ilan edildi. Göç yoğunlaştı. Başlangıçta zirai yerleşim bölgelerini korumak için silahlı örgütler kuruldu, ancak daha sonra Filistinli köylüler topraklarından kovuldu. Filistinliler arasındaki sorunlarını çözme yetkisi Siyonist ve İngiliz görevlilerin eline geçti. Mali ve örgütsel alanlarda da uluslararası Siyonizmin değişik alanlarda bulundurduğu büyük gücünü kullanabildiler. İngilterenin Filistindeki Sami temsilcisinin desteği de Siyonizm örgütlerinin gücüne güç kattı. Örneğin, Filistinlerin elinde olan toprakların ve 500 bin dönümden fazla toprağı olanların toprağının Siyonistlere verilmesi, aynı şekilde yeni yasalarla Havla ve Merc ibni Amirdeki 22 köyün topraklarının devlete verilip daha sonra Siyonistlere teslim edilmesi, işletenler ve sahiplerinin (25 bin kişi) toprağı işlemelerinin veya orada kalmalarının yasaklanması, toprak vergisinin yükseltilmesi, köylülerin vergilerini ve borçlarını ödemeleri için topraklarını satmaya zorlanmaları amacıyla hızlı bir biçimde verginin toplanması ve İngilterenin, elektrik enerjisini elinde tutmak için, Ürdün Irmağı ve kıyılarıyla Yarmuk ve Oca ırmaklarının işletilmesi hakkının bir Siyonist şirketi olan Rotenberge verilmesidir. Ayrıca Ölü Denizdeki tuz ve madenlerin 75 yıl boyunca çıkartılması ve Tabriye Gölünün elektrik üretimi i&cceil;in gerekli olan su deposu için kullanılması imtiyazı da verildi. Siyonistlerin göçlerinin kolaylaştırılıp örgütlenmesi ve Filistinlilere ait toprakların mülk edinilip Filistinli köylülerin oradan kovulmasıyla ilgili olarak; İngiliz mandacılığı temsilcilerinin Siyonist örgüt ve Siyonist kurumlarla anlaşma içerisinde oldukları ve birlikte düzenleyerek uyguladıkları tedbirler sayısızdır. Objektif olarak, mandacı devletin yanında ayrı bir devlet olan Siyonist kurumun ana örgüt olmasının yanısıra, bu örgütün yanında birçok kurum daha vardı. Bunlar Siyonistlerin lehine ve onların hedeflerine uygun yasaların çıkartılmasından sorumludurlar. İngiliz mandacılığının politikası, hem Siyonizmin amaçlarına ulaşmak için elinden geleni yaparak (toprak mülkiyeti için gereken kanunları çıkartarak veya sahte tapuları düzenleyerek, göçe izin vererek, Hagana, Argon ve Ştern çetelerine eğitim ve silah sağlayarak) hem de Filistinlilerin topraklarını kamulaştırarak, silahlarını toplayarak, tutuklayarak ve öldürerek ayaklanmaları durdurmaya ve Filistinlileri güçsüzleştirmeye çalışıyordu. Filistin içerisinde kurulan Hagana, Argon ve Ştern çeteleri güçlerini Avrupa ve ABDdeki Siyonistlerden alıyorlardı. Askerlerinin güvenliği ve silahların dışarıdan getirilmesi işi de İngilizlerin yardımıyla yapılıyordu. 1947de İngiltere manda rejiminin 15 Mayıs 1948 tarihinde biteceğini ilan etti. Siyonistlerin bölgeleri ele geçirmeleri için her kolaylığı sağladı. 15 Mayısta mandacılığın sona ermesiyle birlikte İngiliz ordusu bölgeden çekildi ve 16 Mayısta İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. Naziler ve Siyonizm Almanyada Hitlerin iktidara gelmesi, dünyada, özellikle de Avrupada bulunan Siyonistlerin bu kez Almanlar ile ortak çıkarlar aramalarına neden oldu. 22 Haziran 1933 tarihinde Alman Siyonistler, Hitlere aşağıdaki cümleleri içeren bir mektup yazdılar: Siyonizme göre bir halkın yaşaması, kalkınması, millileşmesi, -ki Almanyada Hıristiyan ve milli boyutları incelediğimizde yaşandığını görürüz- Yahudi halkının yaşaması gereken bir şeydir. Milli kökler, din, ortak kader ve özel bir kişiliği olma meseleleri, Yahudi halkı için önem ve öncelik kazanmalıdır. Bu da ancak liberal dönemin bireyciliği ve bencilliğinin yerine topluluğun duygusu ve sorumluğunun gelmesiyle gerçekleşebilir. Almanlar, Siyonizme yardım etmeyi kabul ettiği taktirde, Siyonistler Yahudilerin bölgeden çıkmalarını sağlayacak ve Almanların düşmanlarına karşı bir cephe oluşturmak için çağrıda bulunacaktır. 1934te, Hitler devriminin yıldönümünde Alman Siyonist Haham Guakin Brinzin yazdığı kitapta şu cümleler yer almıştı: Alman devriminin anlamı Alman halkı için açıktır veya onu yapanlar için daha da açık olacak. Bizim için ise hemen söylemeliyiz ki; liberalizmin son şansını kaybetmesi ve Yahudileri bulundukları yerde kapsamak isteyen son politikanın yok olması demektir. Biz istiyoruz ki, Yahudileri bulundukları yerde kapsamak yerine yeni bir kural gelsin. O da Yahudi bir vatan ve Yahudi bir millete ait olmaktır. Almanyada Nazizmin en önemli düşünürlerinden biri olan Alfred Rozemberg şu açıklamada bulunmuştu: Siyonizmi güçlü bir şekilde desteklemeliyiz ki, Yahudileri her sene grup grup Filistine gönderebilelim. Hitler iktidara geldiğinde Yahudiler iki gruptan oluşurdu; birincisi Siyonist Yahudiler (%5) ve ikincisi Alman vatandaşlığı ve Yahudiliği savunan Alman Yahudi Birliği üyeleri (%95). Kısa süreli Siyonizm-Nazizm görüşmelerinin sonucunda, 23 Ağustos 1933 tarihli Haavara anlaşması imzalandı. Bu anlaşmada Siyonistlerden Ben Gorion (İsrail devletinin ilk başkanı), Golda Maer (60larda İsrail Başbakanı), Moşeh Şarit ve Levy Eşkul hazır bulunmuşlardı. Bu anlaşmaya göre Almanlar Almanyadan Filistine göç edecek Yahudilerin işleri kolaylaştırılacak ve kendi mülkiyetinde olanları alabilmelerine veya satabilmelerine izin verilecekti. Aynı zamanda, her iki taraf da kendi güçlerini öbür tarafın çıkarlarına uygun biçimde kullanacaktı. Kısa süre sonra Amerikada Nazizme karşı yapılan eylemler konusunda Alman Siyonistler Birliği Başkanı Kort Blumentfild, Amerikalı Siyonistlere gönderdiği mektupta şunu yazmıştı; Sizin hemen Almanlara karşı yaptığınız eleştirilere ve duyduğunuz düşmanlığa son vermenizi istiyoruz. Diğer yandan Rynhard Hydrıkh (savaş sırasında Çekoslovakyadaki Alman ordusunun komutanı) şöyle demişti; Yahudileri iki gruba ayırmalıyız: Siyonistler ve Almanyada barınmak isteyenler. Siyonistler, radikal bir düşünce ilan ediyorlar ve kendi Yahudi devletini Filistine göç ederek kurmaya çalışıyorlar
Biz, onların başarılı olmalarını diler ve resmi olarak destekleriz. 1933te Siyonistlerin düzenledikleri bir gezide Baron Leobold Mildinstein, eşi ve Alman Siyonist Kort Tushler Filistine geldiler. Geziden sonra bir tarafında Nazizm işareti öbür tarafında Davud yıldızı olan bir madalya yapılmıştı ve Baron Leobold, Filistini bir Nazi ziyaret edince başlığı altında yazdığı makalelerde Siyonizmle ilgili olumlu şeyler sergilemeye çalıştı. İsrail için yük görülen Yahudiler Almanyadaki Yahudilerin nasıl muamale görecekleri hakkında 28 Ocak 1938 tarihinde Bavyera Bölgesinde polislere dağıtılan bir bildiride şöyle yazıyordu: Alman Yahudi Örgütüne (Siyonistlerin örgütü) diğer Yahudi örgütlere davrandığımız sertlikte davranmamız gerekmemektedir. Çünkü onların çalışmaları Filistine göç etmek yönündedir. (Kort Grosman, 6. cilt syf. 310) Yahudilerin Almanyada oluşturdukları Godenrat (Avrupanın farklı ülkelerinde kurulan Yahudi meclisleri), zengin ve etkili Yahudileri seçebilmeleri konusunda büyük fayda sağlamıştı. Böylece bunların Filistine göç etmeleri sağlanıyordu. İsrailde kriz yaratan Hana Arendit, Kudüste Ayhaman kitabında Godenrat çalışmalarını incelemişti: Ayhaman, Kudüste yargınırken yargıç Hallevy anlamış ki, Naziler, Yahudilerin Nazizme yardımını Siyonist politikanın temelinde olan bir şey olarak değerlendirirlerdi. Yahudilerin bulunduğu her yerde belirli Yahudi sorumlular vardı. Bunlar da -birkaç istisna dışında- Nazizmle yardımlaşmışlar. Froidgerin araştırmasına göre Yahudiler, Godenratların talimatlarını dinlemeselerdi en az %50si ölümden kurtulabilirdi. (syf. 205) Buliyakov Nefret Namazları kitabında bu yardımlaşmanın farklı yollarla farklı yerlerde örneklerini anlatır. Filistine gönderilmek üzere seçilecek Yahudiler İsrail Devletinin kurulmasına bir katkıda bulunmalı ve önemli bir özelliğe sahip olmalıdır. Aksi taktirde hasta, yaşlı veya bir yetenek veya olanağa sahip olmayanlar İsraile alınmazlardı. 29 Aralık 1933 tarihli Alman Göçmenler Birliği açıklaması ise şöyleydi: Almanyadan gönderilen insanların durumları gittikçe kötüleşiyor. Çalışmak için ne güce ne de isteğe sahipler ve sosyal yardıma ihtiyaçları var. Sonraki sene de Berlinden gelen isim listeleri kabul edilmemişti. Aynı zamanda sosyal çalışmalar bölümü başkanı Henreta Gold, getirilenlerden iyi durumda olmayanların geri gönderilmelerini isteyip onları Filistindeki Yahudi toplumuna bir yük olarak nitelendirmişti. Bugün de Yahudilerin arasında oluşan Safardim (Doğulu Yahudi) ve Eşkinaz (Batılı Yahudi) ayrımı hâlâ yaşamaktadır. Bugüne kadar hiçbir Safardim başkanlık veya başbakanlık yapamadı. Siyonizmin liderleri bunu yerine getirilmesi gereken bir görev veya Siyonizmi ilgilendirmeyen bir sorun olarak açıkladılar. İsrailin ilk başkanı Ben Gorion da bu konuyu şöyle ifade etti: Siyonizmin görevi Avrupada kalmış Yahudileri kurtarmak değil, Yahudi halkı için İsrail topraklarını kurtarmaktır. Avrupalı Yahudilerin yaşadıkları felaket beni hiç ilgilendirmez. Ancak Siyonizmin tüm bu çalışmalarına rağmen Avrupadaki Yahudilerin sadece %16sını Filistine göndermeyi başarabildiler. Bugün Yahudi olmak İsraile bağlı olmak demektir. (Şlomo Evniri, Yeni Yahudiliğin Kurulması, syf. 219) Kahraman ilan edilen katiller 1948de İsrail devletinin kuruluşu ilan edildikten sonra devletin yapısı tamamen Yahudiliğe göre düzenlenmişti: Dini okullar, dine dayalı kanunlar... Böylece dünyanın her yerinde güçlü medyasının da yardımıyla Yahudilerin merkezi ve Yahudiliğin simgesi İsrail oldu. Farklı ülkelerde yaşayan ve Yahudi olarak bilinen Siyonistler, kendi aralarında kendi topluluklarını kurma çabaları ve farklı isimlerle oluşturdukları kurumlarla (özellikle ekonomi ve haberleşme alanlarında) bulundukları ülkelerde İsraile hizmet edecek ve o ülkenin poltikasını etkileyecek bir güç kaynağı olmuşlardır. (ABDdeki lobi gibi). Uluslararası Siyonist örgütünün 23. Kongresinin 17 Ağustos 1952 tarihli raporunda, İsrail dışında bulunan Yahudilerin görevi şöyle belirtilmişti; Farklı ülkelerdeki Siyonist örgütlerin görevi, hangi koşullar altında olursa olsun, yaşadıkları ülkenin politikasına aykırı olsa bile İsraile hizmet etmektir. (Ben Gorion, Yeni Siyonistin Kişiliği ve Görevi) Bu görevin gerçekleşmesine engel olacak veya engel olmaya çalışacak herkesi durdurmak için de işte bu güçler kullanılmıştı. 6 Kasım 1944te öldürülen İngiliz Devlet Başkanı Lord Moren, İsrail eski Başbakanı İsaak Şamirin örgütü Ştern tarafından öldürülmüştü. Birleşmiş Milletlerin Filistin temsilcisi Kont Bernadot, BMye verdiği 648A sayılı 16 Eylül 1948 tarihli raporunda Filistinli mültecilerin kendi topraklarına geri dönmelerini savunup İsraillilerin toprak hırsızlığından bahsettiği için 17 Eylül 1948 tarihinde öldürüldü. Filistinli çocukların kemiklerini kırın diyen ve 1967 savaşında orduda önemli bir görev alan İsaak Rabin de barış sürecinde Siyonizme aykırı kararlar verdiği için aşırı dinciler tarafından öldürüldü. Tabii ki bunları gerçekleştirenlerin isimleri Siyonizmin tarihine altın harflerle yazıldı. Ne kadar öldürürlerse o kadar yüksek mertebelerde oldular. Lord Morini öldüren katil de Kahramanlar Anıtının yanına gömülmüştü. El-Halil katliamını gerçekleştiren Barokh Goldesteinın da katliamdan sonra deli olduğunu söyleyen Siyonistler, mezar taşına kahraman Barokh yazdılar. Kont Bernadotu öldüren Nathan Fredman yakalanıp beş yıl hapis cezası almış, fakat iki yıl sonra serbest bırakılmıştı. Birkaç sene sonra da milletvekili seçildi. Bunlar sadece birkaç örnek. Tüm bunların dışında, tarihteki en vahşi katliamları gerçekleştirenler arasında İsrail devletine başkanlık, başbakanlık veya bakanlık yapanlar çoktur. Siyonizmin en büyük önderlerinden biri olan Golda Meir 15 Haziran 1969 tarihinde şu sözleri bile söyleyebilmiştir: Filistinli bir halk yoktur. Biz onları evlerinden kovup vatanlarını almak için gelmedik. Onlar zaten yoklardı. (Devam edecek...) |
|||||