1 Mayıs ve sendikal bürokrasi...
Geleceğimizi kazanmak için 2002 1 Mayısı sınıf hareketinin içinde bulunduğu duruma ilişkin belli açıklıklar sağladı. Özellikle de yaşanan sendikal ihanetin bugünkü boyutları konusunda. Belli başlı tüm büyük kentlerden 1 Mayıs mitinglerine ilişkin gelen bilgiler, bu yıl sendika kortejlerinin bazı istisnalar dışında belirgin biçimde zayıf kaldığını gösteriyor. İstanbuldaki 1 Mayıs kutlamalarının tablosu içinde en dikkati çeken kuşkusuz ki Türk-İş kortejindeki zayıflıktır. Belediye-İş, TÜMTİS, Tek Gıda-İş ve Deri-İş gibi bazı sendikaların kendi çabalarıyla alana taşıdığı kitle Türk-İş kortejinin ana gövdesini oluşturmuştur. Türk-İşe bağlı bazı sendikalar hiç ortalıkta görünmezken, çoğunluğu da taş çatlasa 100 kişiyi aşmayacak kitlelerle alana gelmiştir. Aynı görünüm KESK için de geçerlidir. Toplam 1500 kişi civarında olan KESK kortejinde kitlesi 100ün üzerinde olan sendika şubesi pek az olmuştur. Bir çok sendika şube pankartının arkasında ortalama 20-30 kişi yürümüştür. Bir tek DİSK, kendi üye sayısıyla orantılı olarak düşünüldüğünde, 1 Mayısa nispeten kitlesel bir katılım sağlamıştır. Özellikle de Genel-İş 1 Mayıstan önce açıkladığı iş bırakarak katılma kararını önemli ölçüde hayata geçirmiş ve kitlesini alana taşımıştır. Sadece İstanbulda değil diğer illerde de Genel-İşin benzer bir katılım sergilediği görülmektedir. Sendikaların sergilediği zayıf katılım tablosunun ayrıntılarına burada girmeye gerek yoktur. Bizi esas olarak bu somut tablonun ortaya çıkardığı sonuçlar ilgilendirmektedir. Sendikal ihanet çetesinin gerçek yüzü Geçen yıl Şubat ayında yaşanan krizden sonra düzenin işçi ve emekçilere dönük saldırılarını dayanılmaz ölçüde yoğunlaştırdığı, faturayı onlara ödetmek için her yola başvurduğu, bunun sonucunda da yığınların tam bir yıkımla karşı karşıya kaldığı biliniyor. Bu saldırıların hayata geçirilmesinde sermayenin en büyük yardımı da bizzat konfederasyonların tepesine çöreklenmiş sendikal ihanet çetelerinden aldığı; bu çetelerin sınıfın eylemi ve mücadelesi önünde nasıl açıktan bir barikat rolü oynamaya başladıkları ise şimdiye kadar bir çok kez vurgulandı. 1 Mayıs gösterileri, bu sermaye uşaklarının hiçbir sözlerinde samimi olmadıklarını, daha da önemlisi, sınıf hareketini bugün bulunduğu noktadan daha ileriye taşıma gibi bir sorunlarının bulunmadığını, tersine, gelişecek bir sınıf hareketini dizginlemeyi kendilerine iş edindiklerini bütün açıklığıyla gösterdi. Daha 1 Mayıstan 4-5 gün önce yapılan Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısında Bayram Meral İMFye ve hükümete karşı gene en keskin pozlarından birini takınmış, bundan aylar önce kapalı salon toplantılarında işçilere onaylatılan eylem takviminin 15 Mayıstan itibaren uygulanacağını ilan etmişti. Üstelik aynı toplantıda tüm ülkede 1 Mayısın en geniş katılımla kutlanması çağrısında bulunmuştu. Eğer Bayram Meral Türk-İş Başkanı olarak son bir haftada ettiği sözlere bile sadık kalacak olsaydı, kendisine bağlı konfederasyonun 1 Mayısa çok daha farklı bir şekilde hazırlanması, sendikalarında örgütlü işçilerin önemli bir bölümünü alanlara taşıması gerekirdi. Fakat 1 Mayıs meydanları bu sözlerin koca birer yalandan ibaret olduğunu gösterdi. Önümüzdeki dönemde sınıf hareketinin Konfederasyon yönetimlerinin işçi ve emekçi hareketinin geleceği açısından bir hayli önemi olan 1 Mayısa bu şekilde sırt çevirmeleri, onların sınıfın değerlerine ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bundan daha önemlisi, onların önümüzdeki dönemde sınıf hareketi içinde ne türden bir uğursuz rol oynayacaklarını da yeniden gözler önüne sermiştir. Bugün sermayenin saldırıları giderek yoğunlaşmaktadır. Bir-iki ay içerisinde kamu sektöründeki işçi ve emekçilerin binlercesi, onbinlercesi ya zorla emekli edilecek, ya da işten atılacaklardır. Birçok bölge müdürlüğü kapatılacaktır. Bu, hükümetin İMFye verdiği niyet mektubundaki yıkım planlarından sadece biridir. Saldırı ise çok daha boyutlu ve yıkıcıdır. Bütün ülke emperyalist sömürü ve yağmanın açık tehdidi altındadır. Aynı zamanda ülkemiz emperyalist savaş ve saldırganlığın tehdidi altındadır. Filistin halkının planları bozması sonucu şimdilik gündemde geri plana düşmüş olsa da, Iraka dönük bir emperyalist saldırıda Türkiye doğrudan savaşın içine girecektir. Türkiyeyi yöneten Amerikancı iktidar üç kuruş İMF kredisi karşılığında emperyalizmin emrine çoktan girmiştir. Bu büyük tehlikenin önüne işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesinden başka hiçbir gücün geçemeyeceği ortadadır. Öte yandan, ABD emperyalizminin desteğindeki siyonist İsrail, Filistin halkını tam bir kıyımdan geçirmektedir. Filistin halkıyla dayanışmanın yükseltilmesi, tüm dünyanın yanı sıra Türkiyeli işçi ve emekçilerin önünde güncel bir sorumluluk olarak durmaktadır. Toparlarsak, işçi ve emekçiler kendi çıkarlarını korumalı, ülkesine ve kardeş halklara karşı sorumluluklarına sahip çıkmalıdır. Bu da ancak mücadeleyi yükseltmekle mümkündür. 1 Mayıs işçi ve emekçi yığınlarının çıkarlarına ve sorumluluklarına sahip çıkmaya hazır olduğunu göstermiştir. İlk kez bir 1 Mayısta ekonomik talepler siyasal taleplerin bu kadar gölgesinde kalmıştır. Atılan şiarların, taşınan pankartların ve dövizlerin ezici bir çoğunluğu emperyalist sömürüyle, savaş tehdidiyle ya da Filistinle ilgilidir. İşsizlikle, açlıkla ilgili şiarlar bile hep İMFyle, emperyalizmle bir bağlantı taşımaktadır. Bu barikat yıkılmalıdır Bu bile sendikal ihanet çetelerinin 1 Mayısın zayıf geçmesini niçin istediklerini anlatmaya yeter aslında. Güçlü bir 1 Mayıs önümüzdeki aylarda da güçlü bir sınıf hareketi demektir. Bunu önden gören bürokratlar bir taraftan samimiyetsiz eylem programları açıklarken, bir yandan da 1 Mayısın sahipsiz kalması, cılız geçmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Fakat kısmen bir başarı kazansalar bile hevesleri kursaklarında kalmıştır. O halde devrimci bir siyasal işçi hareketi yaratmak için arkasında sermayenin gizlendiği bu barikat artık yıkılmalıdır. Sendikal bürokrasi barikatının yıkılması bugün artık sadece işçi sendikalarını, konfederasyonlarını kapsayan bir sorun da değildir. Kamu emekçileri hareketi de aynı nitelikte olmasa da benzer bir sorun, dolayısıyla benzer bir görevle karşı karşıyadır. İşçi sınıfı ve emekçiler sendikalarını bu sermaye uşaklarından, uzlaşmacı bürokratlardan temizlemenin yol, yöntem ve araçlarını bir an önce yaratma için harekete geçmelidirler. Devrimci temeller üzerinde örgütlenerek, bunun koşullara uygun düşen biçim ve yöntemlerini kullanarak sermayeyle dişediş bir mücadeleye hazırlanmalıdırlar. Geleceği kazanmanın başka bir yolu yoktur. Gelecek mücadele edenlerin ve direnenlerindir. |
|||||