Kriz ve devrimci
sınıf çizgisi/7
Güncel kriz ve programımızın acil istemleri
Kitleler salt genel devrimci propagandayla, yalnızca temel gerçeklerin
soyut sunuluşuyla bilinçlenmezler. Kitleleri gerçek anlamda yalnızca
mücadele eğitir. Siz elbetteki kitlelere yönelik sistemli bir propaganda-ajitasyon
çalışmasını kesintisiz olarak yürütürsünüz, bu devrimci bir partinin
her zamanki olağan faaliyetidir. Fakat söylediklerinizin kitleler için
anlaşılır hale gelebilmesi, onlara gerçekten malolabilmesi için, kitlelerin
mücadele içinde söylediklerinizin doğruluğuna kendi özdeneyimleri temelinde
ikna olması gerekir. Programımızın acil istemler ve emeğin korunmasına ilişkin bölümlerinin
işlevine de buradan bakmak gerekir. Komünistler işçileri ve emekçileri
kendi acil istemlerinden hareketle mücadeleye çekmeye çalışırken, bundan
amaçladıkları, elbette yalnızca onların acil yaşamsal ihtiyaçlarına
yanıt vermek değildir. Onlar için bundan da önemli olan, kitleleri bu
mücadele içerisinde kendi özdeneyimleri temelinde eğitmek, devrim mücadelesine
kazanmak ve hazırlamaktır. Programımızın ilgili bölümlerinin sunuş paragrafları bu amacı tüm açıklığı
ile tanımlayıp ortaya da koymaktadır. Örneğin, Acil demokratik
ve sosyal istemler başlıklı bölümün (Bölüm: VI) sunuşunda
bu bakışaçısı şöyle ortaya konulmaktadır: Siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini
stratejik devrimci görev sayan TKİP, bu temel hedefe sıkı sıkıya bağlı
olarak, kitlelerin acil demokratik ve sosyal istemleri uğruna kararlılıkla
mücadele eder. Proleter ve emekçi yığınları bu mücadele içinde etkilemeye,
kendi özdeneyimleri temelinde eğiterek devrim mücadelesine kazanmaya
çalışır. Demokrasi sorununun çözümünü proletarya devriminin bir parçası
olarak ele alan TKİP, burjuvazinin devrilmesi mücadelesinde, bütün demokratik
kurum ve özlemlerden etkin bir biçimde yararlanır. Bu bakışaçısı çerçevesinde, başlıcaları aşağıda sıralanmış
bir dizi acil demokratik ve sosyal istem ileri sürer: Bu bakışaçısı, buradan çıkan temel stratejik amaç gözden kaçırıldı
mı, programımızın bu bölümü reformist sapmaların dayanağı haline gelir.
Bu temel önemde nokta üzerinde, tam da program tartışmaları çerçevesinde,
partimizin kuruluş kongresinde önemle ve özenle durulmuştur ve bu tartışmaların
bir kısmı şimdiden yayınlanıp kitaplaştırılmıştır. Bu nedenle burada
yalnızca hatırlatmakla yetiniyorum. Programımız ve emekçi kitlelerin Parti programımızınAcil demokratik ve sosyal istemler
başlıklı bölümü, kendi içinde dört alt bölüm halinde düzenlenmiştir.
İlk bölümde (A), Sınırsız söz, basın, örgütlenme, gösteri
ve toplanma özgürlüğü isteminden Tüm çalışanlar için
grevli ve toplusözleşmeli sendika hakkına kadar en acil ve
önemli demokratik siyasal istemler var. İkinci bölümde (B), en önemli anti-emperyalist istemler var.
Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmaların iptali,
NATO, AB, AGİT, İMF, Dünya Bankası vb. emperyalist kuruluşlarla ilişkilerin
kesilmesi, dış borç ödemelerinin durdurulması ve tüm dış borçların geçersiz
sayılması türünden acil bir dizi anti-emperyalist istem sıralanmış burada.
Üçüncü bölümde (C), işçi sınıfı ve tüm öteki emekçi katmanların
acil sosyal istemleri var. Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi,
Herkese sağlığa ve ihtiyaca uygun ucuz konut, Herkese
parasız sağlık hizmeti, Her düzeyde parasız eğitim,
Tüm çalışanlar için genel sigorta vb. gibi. Vergi sorununa
ilişkin temel demokratik istem de bu bölümde yer alıyor: Her
türlü dolaylı verginin kaldırılması. Artan oranlı gelir ve servet vergisi.
Dördüncü bölümde (D) ise diğer bazı sosyal ve demokratik istemler
yer alıyor. Toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği,
İnanç ve vicdan özgürlüğü, laikliğe, bilim ve sanat
özgürlüğüne, spora ve çevre korumasına ilişkin istemler vb. gibi. Dönüp bugünkü krizin emekçilerin yaşamındaki ağır yıkıcı etkilerine
bakınız. Bunun karşısında emekçilerin ihtiyacı olan acil iktisadi, sosyal
ve demokratik siyasal istemleri düşününüz, ya da emekçilerin eylemler
yoluyla bizzat dile getirdiği istem ve ihtiyaçlara bakınız. Hemen hepsinin,
üstelik en özlü ve vurucu bir biçimde formüle edilmiş karşılığının programımızın
bu bölümünde bulunduğunu görürsünüz. Dış borç ödemeleri durdurulsun. Örneğin, Türkiye kapitalizminin emekçilerin yaşamında yarattığı ağır
yıkımın gerisinde, aynı zamanda ağır borç batağının olduğunu ve bunun
sürekli katlandığını hep vurguluyoruz. Borç ödeme servisinin aksamadan
sürmesi, tüm İMF programlarının en temel ve öncelikli kaygısıdır. İçerdeki
bir avuç asalak tefeciye ve dışardaki emperyalist tefeci alacaklıya
devlet borcunun sürekli ödenmesinin ağır bir sosyal faturası var ve
bu fatura sürekli olarak emekçilere ödetilir. İşte programımızın acil
istemlerle ilgili bölümü, emekçilerin bu yakıcı sorunu karşısında, Dış
borç ödemeleri durdurulsun. Tüm dış borçlar geçersiz sayılsın.
istemlerini formüle ediyor. Bu, bugün tüm emekçi kitlelerin en acil
ihtiyacı, en yakıcı istemidir. Dahası bu, bugün ülkemiz üzerinde ağıraşan
emperyalist kölelik yüküne karşı etkili bir tutumdur. Benzer istemler
dünyanın tüm borçlu bağımlı ülke halklarından da şu veya bu ölçüde yükseldiği
için, bu istemler aynı zamanda devrinci enternasyonal bir yön de taşımaktadır.
Bugün aynı zamanda ağır bir iç borç yükü de var. Bundan dolayıdır ki,
partimiz olayı güncel planda formüle ederken, iç borçların da geçersiz
sayılması istemini ileri sürüyor. Tüm iç ve dış borç ödemeleri durdurulsun,
tüm devlet borçları geçersiz sayılsın diyor. Tüm devlet borçları olduğu
gibi kitlelere fatura ediliyor. Devletin kendisinin özel bir kaynağı
yok; doğrudan ve dolaylı vergilerle, zamlarla, zorunlu kesinti ve harçlarla,
kitlelerin elinden ne aldıysa, onların boğazından ne kestiyse, adına
devlet bütçesi denilen kasada da o birikiyor. Onun bir kısmıyla tekellere
teşvikler veriliyor, batık bankalar kurtarılıyor. Bir kısmıyla başta
ordu ve polis olmak üzere baskı ve zor aygıtları ya da Diyanet türünden
ideoloji aygıtları beslenip donatılıyor. Geriye kalanla da ödendikçe
artan iç ve dış boç ödemeleri yapılıyor, vb... Ödendikçe katlanan bu iç ve dış borç yükü özellikle son 20 yılda emekçilerin
ağır yaşam koşullarına mahkum edilmesinin temel nedenlerinden biri olduğuna
göre, programımızda buna ilişkin olarak yer alan acil istemin büyük
politik anlamı, önemi ve işlevi kendiliğinden anlaşılır. Her türlü dolaylı verginin kaldırılması. Ağır vergi yükü işçi sınıfı ve emekçiler için başlı başına bir sorundur.
Türkiyede devletin vergi gelirlerinin büyük bir bölümü emekçilerin
sırtından sağlanır. Dolaylı vergiler ise, tüm burjuva devletler için
olduğu gibi, Türk devleti için de tam bir soygun mekanizmasıdır. Dolaylı
vergi, ülkeyi yönetenlerin kendi arsız deyimleriyle, kazı bağırtmadan
yolmak anlamına gelir. Bir dizi temel tüketim maddesine ve hizmete
durmadan zam yapılır, bu dolaylı verginin etkili bir mekanizmasıdır.
Doğrudan vergiler de durmadan artırılıyor ve çeşitlendiriliyor; bu yolla
da sürekli ek kaynaklar sağlanıyor, devlet kasasına. Ama bu yetmiyor;
şekere zam, içkiye zam, sigaraya zam, petrole zam deyip, bütün bu dolaylı
vergilerle devlet kitleleri ayrıca soyuyor. Programımızın acil istemler bölümü vergi konusunda; Her türlü
dolaylı verginin kaldırılması. Artan oranlı gelir ve servet vergisi.
istemlerini ileri sürüyor. Dolaylı vergilerin ana kaynağı geniş kitlelerin kullandığı temel tüketim
mallarıdır, bu vergilerin yükü olduğu gibi geniş emekçi kitlelere biniyor.
Bu nedenle kesin bir tutumla, her türlü dolaylı verginin kaldırılmasını
talep ediyoruz. Her türlü dolaylı verginin kaldırılmasının yanısıra, Artan
oranlı gelir ve servet vergisi diyoruz. Bu vergi yükünü zengin
mülk sahibi sınıfların sırtına yüklemeye yönelik bir demokratik reform
talebidir. Bu türden bir uygulama, daha çok kazanandan ve büyük servet
sahibi olanlardan daha çok vergi alınması anlamına gelir. Başka bir
ifadeyle, kazanç miktarı arttıkça ve birikmiş servet miktarının büyüklüğü
ölçüsünde, daha yüksek oranda vergi ödeme zorunluluğunu dile getirmektedir.
Bu istemi, Programımızın Emeğin Korunmasına
ilişkin istemlere ayrılmış VII. Bölümünde yer alan, İnsanca
yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret istemi ile birlikte
düşünmek gerekir. Bu formülasyon, işçi sınıfı ve tüm çalışanlar için,
asgari geçim düzeyine karşılık düşen kazancın tümüyle vergi dışı bırakılması
istemini dile getirmektedir. Türkiyenin kapitalist düzeninde vergi yükü çok büyük ölçüde işçi
sınıfı ve emekçilerin sırtına bindirilmiştir ve kaynağından kesilmektedir,
bu açıdan da devlet için garantili bir gelir kalemidir. Büyük kazanç
ve servet sahipleri ise, bu alanda kendilerine tanınan sayısız muafiyetlere
rağmen, daha bir de yasal açıdan ödemekle yükümlü oldukları vergiyi
de ödemez, bunu kaçırmanın ya da ödememenin binbir yolunu bulurlar.
Ödemedikleri bu vergiler de çoğu kere günü geldiğinde affa uğrar, ya
da yüksek enflasyon ve faiz oranına rağmen son derece düşük faizlerle,
uzun süreli bir ödeme planına bağlanır. Özellikle son 20 yılda, büyük burjuvaziden alınan vergiler sürekli
düşürülmüştür. Emperyalist dünyada 80li yıllarda yeniden
güç kazanan neo-liberal ekonominin temel argümanları buna dayanak olarak
kullanılmıştır. Burjuvazinin ceplerini doldurduğu yazarlar ve profesörler
derler ki, kapitalistin kazandıklarıyla daha geniş yatırımlar yapabilmesi
için onlardan mümkün mertebe az vergi almak, hatta en iyisi hiç almamak
gerekir; siz yüksek vergi alırsanız yatırımcının büyüyen yatırım olanağını
zayıflatırsınız. Böyle olunca da istihdam azalır, işizlik artar. Kapitalistlerden
daha az vergi alın ki, onlar daha çok yatırım yapabilsinler, böylece
daha çok istihdam olanağı yaratabilsinler vb... Ama bu ülkede yaşayan hemen herkes, özellikle bu aynı son yirmi yılda
büyük tekellerin kârlarının yarısını, hatta daha da fazlasını spekülatif
işlerden sağladıklarını da artık biliyor. Bunun böyle olduğu her yılki
istatistikler üzerinden açıkça ortaya çıkıyor. Büyük tekeller sömürü
ve soygunla elde ettikleri yeni kaynakları yeni yatırımlara değil, fakat
şu son yıllarda özellikle büyük vurgun kapısı olan devletin borç tahvillerine
yatırıyorlar. Vergisi bile ödenmeyen büyük miktarda sermaye devlete
borç olarak veriliyor, buradan büyük bir faiz vurgunu vuruluyor. Dahası
var, bu muazzam faiz gelirleri de borç faizlerini düşük tutmak adı altında
ayrıca vergi dışı tutuluyor. Bu son olguyla birlikte düşünüldüğünde,
işçi sınıfı ve çalışanlar için tam bir vergi cehennemi olan Türkiye.nin,
tersinden, asalak sermaye sahipleri için nasıl bir vergi cenneti olduğu
daha iyi anlaşılır. Bugün Türkiyede devletin vergiden elde ettiği gelir yaklaşık
17 katrilyondur. Vergiden muaf tutulan rantiyeye ödenen faiz de neredeyse
o kadardır. Faiz olarak ödenen bu 17 katrilyondan vergi alınmıyor, bu
kazançlar olduğu gibi vergi dışıdır. Devletin borç tahvillerinin bu
denli istekle kapışılması aynı zamanda bundan dolayıdır. Daha bir de
kayıt dışı dedikleri ekonomi alanı var. Burası ise kapitalistler
için her açıdan bir sömürü ve kazanç cennetidir. Bu alanda emekçiler
başta sendika ve sigorta olmak üzere her türlü sosyal haktan, devlet
ise her türlü vergi gelirinden yoksundur, adı üzerinde kayıt dışıdır
bu alan. Sonuç olarak, toplumda yerleşik biçimde vergi adaletsizliği
olarak tanımlanan sömürü, soygun ve eşitsizlik durumuna karşı, parti
programımız en yakıcı istemleri formüle ediyor: Bütün dolaylı vergilerin
kaldırılması, artan oranlı gelir ve servet vergisi uygulamasına geçilmesi.
Artı, asgari ücretin insanca yaşanır düzeye getirilmesi ve tümüyle vergi
dışı bırakılması... Sıra tüm değerlerin yaratıcılarına Bugünün Türkiyesinde asgari geçim düzeyi, ki buna yoksulluk sınırı
da deniliyor, 600 milyon liranın üzerindedir. Ki bu rakamın krizin etkisinde
nasıl değişeceği de henüz belli değildir. Asgari ücretin insanca yaşanır
düzeye getirilmesi ve tümüyle vergi dışı bırakılması istemine bu gerçeğin
ışığında bakıldığında, bunun bugünün Türkiyesinde karşılanması
neredeyse imkansız bir istem olduğu düşünülebilir. Ama bizim için sorun, hiç de burjuvazinin buna yanaşıp yanaşmayacağı
ya da onun hizmetindeki hükümetlerin bu istemleri karşılayıp karşılamayacağı
değildir. Proletaryanın devrimci partisi için aslolan, bu istemlerin
tarihsel ve iktisadi açıdan haklı ve meşru olması, kitlelerin en acil
ihtiyaçlarına uygun düşmesidir. Bizim için önemli olan budur; bununla
bağlantılı olarak, kitlelerin bu istemler temelinde mücadeleye çekilebilmesi,
bu mücadeleler içinde eğitilip örgütlenmesidir, kendi özdeneyimleri
temelinde temel devrimci çözümlere ikna edilip kazanılmasıdır. Kaynak var mı, devlet ya da kapitalistler nereden versin bu kadarını
da, denilemez. Bu burjuva propagandanın temel, aynı ölçüde temelsiz
ve demagojik argümanı olduğu için üzerinde biraz durmakta yarar var.
İşçilerin ve emekçilerin en insani ve zaruri istemlerine karşı kaynak
yok demek burjuva arsızlığının bir göstergesidir. Ülkede yaratılan
tüm değerlerin kaynağı bizzat emektir; işçi sınıfı ve emekçilerin üretim
etkinliğidir. Burjuva propagandası, hükümetler ve politikacılar bu argümanı
öylesine bir utanmazlıkla kullanıyorlar ki, sanki asalak olan kendileri
ve hizmet ettikleri kapitalist sınıf değil de emekçilerin kendisidir.
Sanki emekçilerin en insani ihtiyaçları için kullanılacak kaynaklar,
bizzat onlar tarafından yaratılan muazzam değerlerin küçük bir bölümünden
öte bir şey olacak. Bir işçi üretim etkinliği içinde kendini asgari düzeyde yaşatacak
olandan çok çok fazlasını üretir. Bu ülkede yoksulluk sınırı bugün için
600 milyon TL olarak saptanıyor. Bu bir işçiye verilmesi gereken geçim
ücretinin en asgari sınırı olmak durumunda. Ve işçiye bu ücret verilse
bile, işçi bunun çok üstünde bir artı-değeri kapitalist için üretmiş
olur. Bu ülkenin işçisi çalışıyorsa, bu ülkenin köylüsü ve zanaatçısı üretiyorsa,
demek ki, bu ülkede bir üretim var. Bu ülkenin işçileri ve emekçileri
gece gündüz çalışıyorlar. Hatta emekçilerin önemli bir kısmı işsiz olsa
bile, diğer bir kısmı günde iki işte çalışıyor, 9-10 saat çalışıyor,
artı zorunlu mesailerle birbuçuk ya da iki işgünü çalışıyor. Demek ki,
bu ülkede sürekli olarak bir değerler yığını yaratılıyor. Bunun büyük
bir bölümünü, burjuvazi artı-değer sömürüsü olarak ya da emekçi köylü
sözkonusu olduğunda ucuza kapatılan tarım ürünü üzerinden gaspediyor,
devlet doğrudan ve dolaylı vergiler olarak gaspediyor. Burjuvazi büyük bir sömürü oranı üzerinden büyük servetler biriktirdiği
için, yaratılan değerlerın önemli bir kısmı sermaye birikimi olarak
kapitalistlerin kasasına aktığı ve bu arada lüks tüketimine kullanıldığı
için kaynak yok. Yaratılan değerlerin önemli bir bölümü
emperyalist sömürü ve yağma mekanizmalarıyla emperyalist metropollere
aktığı için kaynak yok. Devletin el koyup devlet bütçesi
olarak denetlediği kaynaklar büyük bir savurganlık içinde üretken olmayan
alanlarda, özellikle de baskı aygıtlarının hizmetinde kullanıdığı için,
kaynak yok. Girdiği muazzam borçlanmalara karşılık olarak
her yıl milyarlarca dolar faiz ödediği için kaynak yok.
Muazzam kaynaklar yutan baskı aygıtları Bu devlet, 850 bin kişilik üniformalı ordu, artı sayısı 300 bine yaklaşan
bir polis ordusuna dayanıyor. Silahlanmaya ve baskı aygıtlarına muazzam
kaynaklar ayırıyor. Artı büyük kaynaklar yutan istihbarat örgütü, diyanet
örgütü, çeşitli türden propaganda ve ideoloji aygıtları vb.ne
dayanıyor. Kaynaklar tüm buralarda tüketildiği için, tüm bu kaynakları
kendi çalışması ile bizzat yaratan işçi sınıfına ve emekçilere ayrılacak
kaynak gerçekten kalmıyor. Kaynak yok yalanının tek doğru
yanı bu. Burjuva propagandası bu devletin yüzbinlerce memurunun varlığından
yakınıyor, bunun devletin sırtında büyük bir kambur olduğunu söylüyor.
Devlet bürokrasinin şişkinliği ve asalaklığı her burjuva devletinin
temel bir özelliğidir ve bu kendi sorunlarıdır. Ama hizmet üreten kamu
emekçisini sokağa atmak, açlığa ve işsizliğe mahkum etmek için bu demagojik
argümanı kullanan aynı burjuva propagandası, nedense bu aynı devletin
800 bin asker, 300 bin polis beslediğini, bunların tümüyle asalak kurumlar
olduğunu, muazzam kaynaklar yuttukları halde hiçbir değer üretmediklerini,
ülkedeki zenginliğe bir damla olsun eklemediklerini sessizlikle es geçiyor.
Türkiyenin devlet bürokrasisi gerçekten aşırı şişkindir, buna
kuşku yok. Bu bütün burjuva devletlerinde böyledir; burjuva devleti
şişkin, hantal ve tümüyle asalak bir kurumdur. Ama bürokrasinin tabanında
yer alan memurun zar zor bulduğu bu işte ailesine 150-200 milyon taş
çatlasa 250 milyon, yani asgari geçim endeksinin yarısı kadar bile etmeyen
bir para götürmesi göze batıyor da, orduya önümüzdeki on yılda 150 milyar
dolar salt modernizasyon için harcamak hiç göze batmıyor. Ordunun olağan
yıllık bütçesi anılan bu rakama dahil değil, buna dikkat ediniz. (Devam edecek...) |
|||||