ARSIVANA SAYFA
 
24 Şubat '01
SAYI: 08
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Siyasal istikrarsızlığın ekonomik temeli
Ölümcül krizin sıklaşan nöbetleri
"Devlet krizi"nin dibinde çürümüş ekonomik düzen vardır
ABD saldırganlığının gerisinde sertleşen emperyalist rekabet var!
Bağdat'a emperyalist saldırı
"Tütün reformu" yasalaşıyor!
Kocaeli'nde 18 Mart'ta işçi mitingi var!
Kurtköy Canbaztepe'de gecekondu arzisi üzerine kirli rant hesapları
Diyarbakır erken kararıyor
İTÜ'de boykot var!
Katliamların hesabını sormak için Ulucanlar davasına katılalım!
Yeni zindan genelgesi de devrimci tutsakların direnişi ile parçalanacak!
Dünyada güncel durum/2
Toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği!
Kadınlar politikaya çekilmeksizin, yığınlar politikaya katılamaz /V.İ.Lenin
Bir eğitim emekçisiyle 8 Mart üzerine...
Emeğin mağduru: Kadın
Direnişçilerin kaleminden
Avrupa'da meydanlar yeniden ısınıyor
Avrupa'daki Türkiyeli ve Kürdistanlı ilerici-devrimci güçlerin ortak açıklama ve çağrısı
Direnişçilerin kaleminden
Basında Nazım Hikmet tartışması
Kapitalizm ve bilimsel-teknolojik gelişmeler
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Kapitalizm ve bilimsel-teknolojik gelişmeler

Kısa süre önce gazete manşetlerinden verilen gen tekniğindeki ilerlemeyle ilgili haberler farklı yorumlara konu oldu. Bu yorumların en göze çarpanı, insanın uzun süre genç kalmasının ve ömrünün uzamasının olanaklı olacağıdır. On yıllık bir araştırma sonucunda iki özel firmanın insan vücudundaki 30-40 bin civarında geni şifreleyip bilgisayarlara yüklediği iddia ediliyor.

Eğer doğru ise, tıp alanında bilimsel açıdan önemli bir aşama olduğu tartışmasız bir gelişmedir bu. Ama önemli olan, bu gelişmeden çok bunun kimler tarafından ve ne amaçla kullanılacağıdır. Zira, burjuvazinin sınıf egemenliği altında bilimsel gelişme ve teknolojik ilerlemenin nasıl kullanıldığına dair çok sayıda örnek mevcuttur. Kendi kârını artırmak için hiçbir kötülükten kaçınmayan bir sınıfın elinde ve hizmetinde bulunan teknik olanaklarını insanlığın refahı için kullanılması sözkonusu olamaz. Bir bilimsel gelişme ancak sermayenin çıkarlarına uygunsa kullanılır.

Emperyalist-kapitalist sistemin siciline baktığımızda, bu yeni keşiften dolayı umutlanmak değil, endişelenmek gerekiyor. Atom, Napalm, vb. gibi ileri teknolojinin ürünleri olan silahların nasıl insanları kitlesel biçimde katletmenin bir aracı olarak kullanıldığına insanlık tanık oldu. İki emperyalist paylaşım savaşının yanısıra, bölgesel savaşlar ile Irak ve Yugoslavya’ya saldırı gibi örneklere bakıldığında, teknoloji ürünü silahların nasıl bir dehşet saçtıkları görülür. Ayrıca doğanın tahrip edilmesi, bunun dolaysız sonucu olarak milyonlarca insanın yurdundan sürülmesini de unutmamak gerek.

Bilim ve teknolojiyi artı-değeri artırabildiği oranda geliştiren kapitalizm açısından, sağlık alanındaki bilimsel ilerlemelerin bunun dışında bir önemi yoktur. Sağlık sektörünün önemli ayağı olan ilaç sanayii tekellerin denetimi altında bulunmaktadır. Bu tekeller, patent uygulamasını dayatarak, bağımlı ülkelerin ucuz ilaç üretmelerini engelleyerek, insanların ilaçsızlıktan dolayı toplu kırımına yol açmaktadırlar. İlaç tekelleri, ihtiyaç duyulan ilaçları değil, çok satılabilen ilaçları üretiyor. Zira ilaç onlar için bir metadır ve dünyada hiçbir kapitalist artı-değer sağlamayan bir metayı üretmez.

Dünyada önlenmesi kolay ama ölümcül olan (sıtma, ishal, verem vb.) hastalıklar daha çok yoksulu pençesine alırken, onlar burjuvaların ömrünü uzatmanın (elbette gen teknolojisinin kullanım alanı bununla sınırlı değildir) yollarını arıyorlar. Oysa bir yıl içinde dünyada sadece sıtmadan ölen insan sayısı (ki çoğu çocuktur) bir milyondur.

Ayrıca, her yıl açlık, beslenme yetersizliği ve sağlık hizmetlerinden mahrum olmaktan dolayı yaşamını yitiren insan sayısı milyonlarla ifade edilmekte ve bu sayı her yıl artmaktadır.

Böylesi bir tablonunun hakim olduğu bir dünyada emekçi yığınların gen teknolojisinin “nimetlerinden” yararlanamayacağı yeterince açık olmalıdır. İnsanlık, aşırı kâra dayanan bu sömürü sistemini ortadan kaldırıp insanca yaşanacak sınıfsız bir toplumu kuramadığı sürece, sağlıklı bir yaşam ortamına sahip olamayacak, bilimsel-teknolojik gelişmelerin sonuçlarından yararlanamayacaktır.




Nâzım’ı “öldürme” seferberliği

İhsan Çaralan

(Evrensel/17 Şubat 01)

Kıyıda köşede ne kadar; AB’nin şakşakçısı, IMF’nin çanak tutucusu, ABD’nin uşağı, patronların işbirlikçibaşı, gericiliğin en vıcık vıcık propagandacısı varsa, son yıllarda birden Nâzım Hikmet hayranlığına soyundular. Alparslan Türkeş ve Süleyman Demirel gibi, “Nâzım diyenin dilini koparanlar” bile, konuşmalarının arasına Nâzım'dan bir iki dize serpiştirmeyi 'yenileşme'nin, 'küreselleşme'nin ve 'demokrat olma'nın nişanesi sayar oldular.

Hele son günlerde; sormayın! Sermayenin çıkarlarının en rafine propagandacısı çevreler ve TV kanalları 'Nâzım'ın mezarı getirilsin', 'Nâzım'a vatandaşlık verilsin' kampanyası açmış bulunuyorlar.

Alparslan Türkeş'in deyimiyle 'eskiye takılıp kalmış bazı MHP'liler' ve 'din istismarcılığı'nda perva tanımayan basın dışında gericilik, 'Nâzım'ın mezarını Türkiye'ye getirmek üzere' seferber olmuş bulunuyor. Nâzım'ın vatandışlığa iade edilmesi için hükümetin hazırladığı kararname birkaç MHP'li bakanın imzasını bekliyor. Yapı Kredi Bankası ise, Nâzım'ın kitaplarının, öyle rastgele basılmasına dayanamayıp; tüm eserlerin yayın hakkını alarak, yeni bir adım atmıştır.

Manzaraya şöyle 'tarafsız' bir gözle bakılırsa, 'memleket' Nâzım'ı kucaklamaya hazırdır! Ama gerçek böyle midir'

Nâzım'ı on yıllarca cezaevine kapatan, süren zihniyet değişmiş, daha uygar bir noktaya mı gelmiştir; yoksa; o zaman 'vatan haini', 'Rus ajanı' ilan ederek Nâzım üstünden halkı, emekçileri sermayenin, emperyalizmin politikalarına yedekleyen zihniyet; şimdi de 'Nâzım büyük Türk şairi' diye bir kez daha Nâzım'ı kullanarak halkı IMF’nin, uluslararası sermayenin, gericiliğin yedeğine mi çekmek istemektedir'

Her şey ikincisini göstermektedir. Bugün, 'Nâzım'ın mezarını getirmek' için seferber olanlar; emperyalizme uşaklıkta, IMF'nin önünde diz çökmekte, büyük patronlara hizmette sınır tanımayanlardır. Ve Nâzım'ı da bu

görevlerini yaparken bir dayanak olarak kullanmayı amaçlamaktadırlar.
Oysa, Nâzım'ı Nâzım yapan, onun; 'Türkçeyi en iyi kullanan şairliği' değil, işçi sınıfının, işçi yurtseverliğinin, anti-emperyalizmin, işçi sınıfının uluslararası davasının, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya kurma mücadelesinin şairi, kavgacısı olmasıdır. Onu, cezaevine attıran da, sürdüren de, bütün öteki 'Türkçeyi iyi kullanan büyük Türk şairleri'nden ayıran da budur.

Bundan 20 yıl , 40 yıl önce de Nâzım; burjuvazinin liberal çevrelerinde; 'büyük şair', 'Türk dilini iyi kullanan bir şair' olarak, bir 'seçkinlik', 'rafinelik' nişanesi olarak okunurdu. O zamanın polis, savcıları bu çevrelerde okunan Nâzım'a pek ses çıkarmazdı zaten. Ama Nâzım'ın aynı şiirleri, bodrum katlarındaki 'öğrenci evleri'nde, varoşlardaki 'işçi toplantıları'nda, ya da okuyan kişinin özne olarak kişiliğinin öneminin kalmadığı 'büyük emekçi kalabalıkları' önünde kavga narası olarak okunurdu. Yasak olan bu Nâzım'dı.

Şimdi sermayenin her soydan temsilcileri; işte bu, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kavgacısı, işçi sınıfının kavgasının kılıcı olan Nâzım'ı, artık öldürdüklerini düşünerek, geri kalanı, 'İyi Türkçeci büyük şair Nâzım'ı getirmek için seferber olmuşlardır. Ve elbette IMF'ciler, Nâzım'ın cesedi üstünden bir rant sağlamak için kolları sıvamışlardır. Onlar sadece onun eserlerini yayınlamanın tekelini alarak (ekonomik) değil, ama asıl olarak da; 'Bakın Türkiye'ye Nâzım'ın mezarını getirecek kadar demokrasi geldi' demek, demokrat ve ilerici kesimleri sermayenin çıkarları doğrultusunda yedeklemek, emperyalizme uşaklıklarının üstünü örtmek, sınıf içinde 'uzlaşmacı' eğilimleri güçlendirmek için 'Nâzım'ı kullanmak', bundan ideolojik ve siyasi bir rant sağlamak için kolları sıvamışlardır.

Önceki gün Hürriyet'teki yazısında Bekir Coşkun, MHP'nin fanatiklerinin, Nâzım hakkında ileri-geri konuşmalarından kalkarak, 'Nâzım'ı bunlardan kurtaralım' diyor ve Nâzım'ın bu koşullarda Türkiye'ye getirilmesine karşı çıkıyordu. Haklıdır da. Ama sadece 'bunlar'dan değil; Nâzım'ı, IMF karşısında gerdan kırıp bel kıvıranlardan, uluslararası sermayeye uşaklığı erdem düzeyine çıkaranlardan, patronlara uşaklığı meziyet olarak sunanlardan, Nâzım üstünden 'kolay politika' yapan, '500 bin imza toplayarak bu işi hallettiğini' sanan istismarcı solculardan da kurtarmak gerekmektedir.

Nâzım; 'maddeden ayrı bir ruha' inanmayan bir adamdı ve mezarının Türkiye'ye gelmesi, Nâzım'ın ne fiziği ne de ruhuyla ilgili değildir. Onun mezarının gelmesi; Nâzım'ın uğruna yaşamını ortaya koyduğu büyük davasına, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya; sosyalist bir dünya mücadelesine bir yarar sağlayacaksa mezarın Türkiye'ye gelmesinin de bir anlamı vardır. Aksi halde, bugün bulunduğu yerde de Nâzım, 'rahat'tır! Bu yüzden de bugün sermaye güçlerinin, kendi davalarının dayanağı yapmak için kullanacakları bir 'Nâzım'ın mezarı', 'Nâzım'a vatandaşlık' sadece düzenin ve sahiplerinin imajını cilalar. Tıpkı, Nâzım'dan şiir okuyan Demirel'in AGİT'te 'demokrasi kahramanı' ilan edilmesi ya da; Nâzım'dan iki dize geveleyen Türkeş'in birden 'çağdaş' ve 'demokrat'lık unvanı kazanması gibi.

Dahası politikada doğruluk ve yanlışlık koşullara bağlıdır. 'Nâzım'ın mezarını getirme'; 20-40 yıl önce demokrasi mücadelesinin bir dayanağı idi, bugün ise demokrasi mücadelesini katledenlerin, onu sermayenin kalkanı durumuna getirenlerin kullanmak istediği bir şeydir. Bu yüzden de; Nâzım'ın mezarı' ve 'vatandaşlığı', 'kutsal emanetler' olarak değil, yeniden bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin bir simgesi olduğu ölçüde emekçilerin gündemine girmelidir.