Yılmaz Güneyin Duvar filmi geçtiğimiz günlerde yapılan bir galayla gösterime girdi. Galanın açılışı, Burdur saldırısında kolu kopan Veli Saçılıkın Oral Çalışlara gönderdiği mektubun okunması ve filmin oyuncularından Tuncel Kurtizin Ulucanlar katliamı, Burdur ve Bergama saldırılarını örnek vererek, Türkiyede 25 yıl öncesi ve bugünkü cezaevi koşullarının hiç değişmediğini belirten konuşmasıyla yapıldı.
Öykü, bundan 25 yıl önce Ulucanlar Cezaevinde geçer. Filmin senaryosu Yılmaz Güney tarafından gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazılmıştır.
1975 yılında Yılmaz Güney siyasi tutsak olarak Ulucanlar Cezaevinde kalmaktadır. Cezaevinin koşulları bugünkü koşullara benzer durumdadır. Sübyan Koğuşu denilen 4. Koğuşta (bu koğuş aynı zamanda 26 Eylül saldırısında yoldaşlarımızın şehit düşdüğü koğuştur) yaşları 18den küçük çocuklar kalmaktadır. Ve bu koğuşun pencerelerinde cam, içinde soba yoktur. Soğuk kış günlerinde çocuklar sefalet içinde yaşamaktadırlar. Filmde ağırlıklı olarak bu çocukların dramı anlatılır.
Cezaevinde yeni gelenlerin saçlarının kesilmesi, koğuştaki baskılar, angarya işlerin yaptırılması, cinsel tacizler, dayaklar, tecavüzler etkileyici sahnelerle anlatılır. Yılmaz Güneyin yoğun duyguları harekete geçiren tarzı filmde tam anlamıyla kendini gösterir. Film, en sıradan insanı bile isyan ettirecek sahnelerle örülüdür.
Senaryo, Yılmaz Güneyin Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz isimli romanının son bölümüdür.
Film birçok eleştirmen tarafından karamsar bulunmaktadır. Bir kurtuluş umudu göstermediği yönünde eleştirilir. Salt film üzerinden bakıldığında bu eleştiri bir parça olsun doğru gibi görünse de; bütün olarak romana bakıldığında, umutsuzluğun daha farklı bir bildiriye dayandığı görülür. Romanda Duvar filminin hapisteki çocukların hapse girmeden önceki yaşamları anlatılır. Güzel yaşamak amacıyla hırsızlık yaparlar. Bu, gecekondulu yoksul çocukların bireysel kurtuluş arayışlarıdır. Bu arayışların cevabı daha kötü duruma düşmeleriyle (hapse girmeleri, tecavüze uğramaları, sefalet içinde yaşamaları, en son birinin ölmesi gibi.) verilir. Yeşilçam melodramlarındaki mucize kurtuluşlara yüz verilmez.
Filmin sonlarına doğru çocuklar isyan çıkarırlar. Koğuşta barikat kurarlar. İdarenin adamını şişlerler. Son sahnede ise isyan kırılmış, çocuklar başka bir cezaevine sürgüne gönderilmişlerdir. Aslında başka cezaevine gitmek herkesin isteğidir. Yani Ulucanlarda yaşadıklarından daha kötüsünün olamayacağını düşünerek, neresi olursa olsun, başka cezaevine gitmeyi bir kurtuluş olarak görürler. İsyan sonrası gittikleri başka cezaevi hayallerinin cevabını verir: Cezaevine girişte çırılçıplak soyulur, duvar dibine dizilirler önce. Sonra cinsel tacizli kontrol ve arama, küfürler. Ardından sorgusuz sualsiz vahşice dövülürler.
Sonuç: Bu düzenden en küçük bir umut kırıntısı dahi beklenemez!
F tipi hücrelerin gündemde olduğu ve buna karşı kampanya yürüttüğümüz bir süreçte hapishane filmi denebilecek Duvarın gösterime girmesi, sermaye devletinin zindancılığının sinemanın diliyle etkili bir tarzda ortaya serilmesi anlamıyla olumludur. F tipi hücrelere karşı kampanyamızın bir aracı haline getirebileceğimiz oranda bize güç katacak, kampanyamızı yaygınlaştıracaktır.
Yılmaz Güney hücrelere karşı mücadelemizde aramızda...