İçindekiler:

15 Kasım 2021
Sayı: KB 2021/Özel-40

Sınıfsal müdahale ve sınıf mücadelesi
2022 Bütçesi
Sermayeye hizmet, emekçilere riyakarlık!
Mafyatik iktidara karşı mücadeleye!
Çetecilere tahliye, tutsaklara Nazi kampı!
Yılgınlık yok, direniş var!
MİB: Birliğini kur, inisiyatif al, harekete geç!
Düzenin açmazları ve işçi sınıfının birliği
Birleşik mücadele ve İşçi-Emekçi Mitingi
Cumhuriyetçi hurafe ve işçi sınıfı - H. Fırat
Emperyalist haydutların demokrasi zirvesi
“Kapitalizm gezegeni ve insanlığı öldürüyor!”
Dünyanın ikinci büyük buzulu hızla eriyor
Açlık ve yoksulluğun kaynağı kapitalizm
İEKK: Şiddet üreten sömürü düzenine karşı mücadeleye!
DGB: 25 Kasım’da mücadeleye!
Eğitim hakkı aleni bir şekilde gasp ediliyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sermayeye hizmet,
emekçilere riyakarlık!

 

Türkiye’de kapitalist sistemin ürettiği, AKP-MHP rejiminin daha da derinleştirdiği toplumsal bunalım giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Rejimin yönetememe krizi derinleşiyor. Düzen siyasetindeki tıkanmalar aşılamıyor. TL’nin pula dönmesi durdurulamıyor. Uluslararası ilişkilerde fiyaskolar birbirini izliyor…

Bu “çoklu krizler” doğal olarak yüklü faturalar üretiyor ve rejim bunları emekçilerin sırtına yıkıyor. Emekçilerin neredeyse tamamının sefalet ücretlerine mahkum edildiği, çalışma koşullarının hiç olmadığı kadar ağırlaştığı, işsizlik sorununun ölümle eş değer hale geldiği, vergi yüklerinin arttığı, zam yağmurunun kesilmediği bir süreç işletiliyor. AKP-MHP rejiminin bu icraatları işçi ve emekçilerin sorunlarını felakete dönüştürüyor. 

Gerici faşist rejim, salgınla birlikte derinleşen kriz koşullarında “yoksuldan çal zengine ver” politikasını hayata geçirmiş, böylece burjuvazinin büyümesine olanak sağlamak için emekçileri ise yoksulluğun girdabına sürüklemiştir. Bu dönemde bütçenin işçi ve emekçilerden esirgenmesine ek olarak, işsizlik fonu dahi sarayın ve kapitalistlerin yağmasına açılmıştır. Türkiye ekonomisinin büyümesine rağmen, TÜİK verilerine göre bile ücretlilerin payında büyük bir düşüş var. Ücretlilerin milli gelirden altıkları pay 2019-2020 arasında 2 puan, 2021 yılının ilk altı ayında ise önceki yılın ilk altı ayına göre 4 puan düş(ürül)müştür.

Sarayın aparatı TÜİK bile, sınıflar arasındaki uçurumun derinleştiğini kayıt altına alıyor. AKP-MHP rejiminin izlediği politikalar sayesinde sermaye sınıfı büyümeye devam ederken emekçilerin yoksulluğu daha da derinleştiriliyor. Nisan 2021 tarihli Türkiye raporuna göre, 2019-2020 arasında yoksulluk yüzde 10,2’den yüzde 12,2’ye yükselmiştir. Yani kapitalistlerin semirmeye devam etmesi için emekçiler yoksulluk batağına atılıyor. Zira saray rejiminin tek derdi, yandaş sermayesini ve beli başlı büyük sermayeyi koruyup kollamak, faizleri düşürmek gibi uygulamalarla vurgun yapmalarını ve kriz karşısında etkilenmemelerini sağlamak olmuştur.

Bunun yanı sıra Tayyip Erdoğan başta olmak AKP şefleri emekçilere hitap ederken “yoksulluk diye bir sorun yok, toplumun refahı arttı” zırvaları anlatıyor. Bu küstahça açıklamalarla emekçilere “aptallar yığını” muamelesi yapılıyor. Zırvalara dayalı bu küstahlık, rejimin şeflerinin temel davranış çizgisi haline getirilmiştir. Böylece yalan, aldatmaca ve riyakârlık ile işçi ve emekçileri oyaladığını düşünen gerici faşist rejim, bununla mafyatik saltanatının çöküşünü geciktirmeye çalışıyor.

AKP şefi Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde gerçeklerden kopuk konuşmalarına yenisini ekleyerek emekçilerle alay etme pervasızlığını sürdürdü. Yoksul emekçilerin taleplerine kulak tıkayan bu şatafat ve servet düşkünü zatı muhterem, Avrupa’daki ülkelerin boş raflarını işaret ederek güya Türkiye’de böyle bir sorun yaşanmadığını, “ülkede bolluk ve bereketin hüküm sürdüğünü” arsızca söyleme cüretinde bulunmuştur. Bir önceki konuşmasında da ülkedeki tanzim kuyruklarını unutmuş olacak ki “Almanya’da emek kuyrukları var” safsatasını ortaya atarak, yoksulluğa sürüklediği milyonlarla alaya etmiştir. 

Emekçilerin satın alma gücü günden güne azalırken, asgari ücret çoktan açlık sınırının altına düşürülmüşken, milyonlarca kişi ise asgari ücretten de düşük bir ücretle çalışırken market raflarının dolu olmasıyla övünmek, ancak saraylarda sefahat süren asalak takımının işi olabilir. Ayrıca raflardaki ürünlerin etiketlerinin her gün değiştiği, insanların raflara yaklaşamadığı bir dönemde böylesi sözlerin sarf edilmesi abesle iştigaldir. Emekçilere yabancılaşmış, altın mikrofondan fakirliği kutsayan sermaye sisteminin bekçileri, toplumu uçuruma doğru sürüklemekte bir an için tereddüt etmedikleri gibi, mafyatik düzeni koruyabilmek için her kepazeliği yapamaya hazır olduklarını da döne döne gösteriyorlar.

Emek sermaye çelişkisinin keskinleştiği günümüzde, kapitalizmin her gün yeniden ürettiği sorunların gerici faşist iktidar eliyle daha ağır bir boyuta ulaştığına tanık oluyoruz. İşçi ve emekçilere hoyratça saldıran rejim, halen sermaye düzeninin vurucu gücü olduğunu ispatlıyor. Bundan hareketle işçi ve emekçilerin biriken öfkesini saray rejimiyle birlikte kapitalist sisteme yöneltmeleri, hakları ve talepleri uğruna mücadeleye atılmaları günün acil görevidir.

 

 

 

 

 

Marmara’da talan!

 

AKP şefi Erdoğan’ın kararıyla Marmara Denizi ve Adalar “Özel Koruma Bölgesi” ilan edildi. Resmi Gazete’de yayınlanan karara göre, bölgenin yetkisi belediyelerden Çevre, Şehir ve İklim Bakanlığına devredilecek ve bu alanlarda KHK hükümleri uygulanacak. Bölgedeki her tür imar, plan, onaylama, proje ve uygulama hakkında Bakanlık karar verecek. Bu bölgede İstanbul’un Adalar ilçesinin yanı sıra Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ da yer alıyor.

“Marmara çok kirlendi” gerekçesi ile alınan karar hakkında Erdoğan, “Marmara Denizi koruma projesi ile bölgedeki çevre sorunlarını tek elden takip edip çözüme kavuşturabileceğiz” ifadelerini kullandı. Marmara’yı çok kirleten nedenlerin başında endüstriyel atıkların denize kontrolsüz bırakılması ve yapılaşma geliyor. Marmara’nın çürütülmesinin doğrudan sorumlusu olan faşist rejimin şefi Erdoğan bu kez de “çözmek” için yeni çevresel yıkımların kapısını aralıyor.

AKP’li yıllarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, beşli çetenin talan projelerini onaylayan bir merci olarak çalıştı. Ülkenin dereleri, ormanları, denizleri, gölleri, tarım alanları “doğayı koruma” adı altında ve Bakanlığın denetiminde bir bir sermayeye peşkeş çekildi. Bakanlığın “onayıyla” Kanal İstanbul, Karadeniz kıyı şeridi, Yassıada, Sivri Ada, Bozcaada, Boğazlar ve çevresi yapılaşmaya ve betona boğuldu. Tamamı ormanlık ve aynı zamanda doğal sit alanı olan, çeşitli canlı türlerine ev sahipliği yapan bu bölgeler “kongre ve turizm bölgesi” ilan edilerek yapılaşmaya açıldı. Yaşanan son örneklerden bir diğeri de Boğaziçi Üniversitesi kampüs alanının talana açılmasıdır. Asırlık ağaçların, tarihi yapıların ve 1200’den fazla bitki türünün barındığı alanın Bakanlık tarafından “yeniden düzenlenmesi” planlanıyor. Denetimi Bakanlığa devredilen alanların akıbeti geri dönüşümü olmayan yok oluşlar oluyor.

KHK’ları elinde bir sopa olarak kullanan Erdoğan, yasaların izin vermediği durumlarda doğal alanları ranta açmak için yasaları değiştiriyor, usulsüzlük ve kuralsızlıkla gemisini yürütüyor. Marmara Denizi ve Adalar’ın denetiminin Bakanlığa devredilmesinin, bölgeyi bir avuç sermayedarın insafına bırakmaktan başka anlamı olmadığı açıktır.