İçindekiler:

25 Haziran 2021
Sayı: KB 2021/Özel-24

Toplumsal kriz ve mücadele dinamikleri
Kürt ve Türk halklarının mücadele birliğini örmek
Düzen muhalefetinin HDP’ye yaklaşımı
Gelir dağılımı felaketi!
Düzen yargısı katilleri korumaya devam ediyor
Tecavüzcülerin tutuklanması zorlaştırılıyor
MKE işçisi özelleştirmeye karşı
DİSK Tekstil SML’de neye imza attı, ne yaptı?
1848 Haziran Ayaklanması... “Proletaryanın ilk kesin meydan savaşı!” - Karl Marx
Emperyalist işgal taşeronluğu
İran’da seçimler
Fransa’da polis devletinin tahkimatı
Ermenistan seçimleri
DGB: Özgürlüğümüzden vazgeçmiyoruz!
Çocuklara “telafisi” zor bir gericilik!
Çorum Katliamı 41. yılında…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

1848 Haziran Ayaklanması...

“Proletaryanın ilk kesin meydan savaşı!”

Karl Marx

 

(Parça)

 

Şubat barikatlarının üzerinde yükselen Geçici Hükümet, bileşimiyle, zorunlu olarak, zaferi paylaşan farklı partileri yansıtıyordu. Geçici Hükümet, Temmuz tahtını birlikte deviren, ama çıkarları arasında karşıtlıklar bulunan farklı sınıfların uzlaşmasından başka bir şey olamazdı. Üyelerinin büyük çoğunluğu burjuvazinin temsilcilerinden oluşuyordu. Cumhuriyetçi küçük burjuvaziyi Ledru-Rollin ile Flocon, cumhuriyetçi burjuvaziyi National’in (1) adamları, hanedancı muhalefeti (2) Cremieux, Dupont de l’Eure vb. temsil ediyordu. İşçi sınıfının yalnızca iki temsilcisi bulunuyordu: Louis Blanc ile Albert. Lamartine’in Geçici Hükümetteki varlığına gelince; her şeyden önce, bu, gerçek bir çıkara, belirli bir sınıfa karşılık gelmiyordu; Şubat Devriminin kendisiydi; yanılsamalarıyla, şiiriyle, hayalî içeriğiyle ve tumturaklı sözleriyle, ortak ayaklanmaydı. Bunların dışında, Şubat Devriminin sözcüsü, görüşleri gibi konumuyla da burjuvaziye bağlıydı.

Eğer Paris siyasi merkezîleşme nedeniyle Fransa’ya hükmediyorsa, işçiler de devrimci deprem anlarında Paris’e hükmeder. Geçici Hükümetin yaşamındaki ilk eylem, sarhoş Paris’ten ayık Fransa’ya seslenerek, kendisini bu ezici baskıdan kurtarma girişimiydi. Lamartine, barikat savaşçılarının cumhuriyeti ilan etme hakkına karşı çıktı; bu hakka yalnızca Fransızların çoğunluğu sahipmiş; onların oyları beklenmeliymiş ve Paris proletaryası zaferini bir gaspla lekelememeliymiş. Burjuvazi, proletaryanın tek bir gaspına izin verir; o da, mücadele ederek gerçekleştirdiği gasptır.

25 Şubat’ın öğle saatlerinde cumhuriyet henüz ilan edilmemiş, ama tüm bakanlıklar, Geçici Hükümetin burjuva unsurları ile National’in generalleri, bankacıları ve avukatları arasında paylaşılmıştı. Ama işçiler bu kez Temmuz 1830’dakine benzer bir düzenbazlığı kabullenmemek konusunda kararlıydı. Mücadeleyi yeniden başlatmaya ve cumhuriyeti silah zoruyla kabul ettirmeye hazırdılar. Raspail, Hotel de Ville’e bu mesajla gitti: Paris proletaryası adına, Geçici Hükümete, cumhuriyeti ilan etmesini emretti; halkın bu emri iki saat içinde yerine getirilmezse, arkasında 200 000 adamla geri dönecekti. Düşenlerin cesetleri daha yeni soğumuş, barikatlar kaldırılmamış, işçiler silahları bırakmamıştı ve karşılarına çıkarılabilecek tek güç Ulusal Muhafızdı. Bu koşullar altında Geçici Hükümetin devletle ilgili zekice kaygıları ve hukukla ilgili vicdani tereddütleri birdenbire ortadan kalktı. İki saatlik süre dolmadan, şu büyük tarihsel sözler Paris’in tüm duvarlarını kaplamıştı:

Republique française! Liberte, Egalite, Fraternite! (Fransız Cumhuriyeti! Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik!) Genel oy hakkına dayalı cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte, burjuvaziyi Şubat Devrimine sürükleyen sınırlı amaç ve güdülerin anıları bile silinip gitti. Burjuvazinin daha az sayıdaki kesimi yerine, Fransız toplumunun tüm sınıfları bir anda kendilerini siyasi iktidar çevresinin içinde buldu; locaları, salonu ve balkonu terk ederek, devrimci sahnedeki oyuna katılmak zorunda bırakılmışlardı! Anayasal krallıkla birlikte, bir devlet iktidarının keyfî bir şekilde burjuva toplumunun karşısında durduğu görüntüsü ve bu hayalî iktidarı hedef alan tüm ikincil mücadeleler de ortadan kalkmıştı!

Proletarya, Geçici Hükümete ve Geçici Hükümet aracılığıyla tüm Fransa’ya cumhuriyeti zorla kabul ettirerek birdenbire bağımsız bir parti olarak ön plana çıkmış, ama aynı zamanda tüm burjuva Fransa’sına meydan okumuştu. Ele geçirdiği şey, kendi devrimci kurtuluşu için mücadele edeceği alandı; hiçbir şekilde, bu kurtuluşun kendisi değil.

Şubat cumhuriyeti ise, her şeyden önce, mali aristokrasinin yanı sıra tüm mülk sahibi sınıfların siyasi iktidar çevresine girmesini sağlayarak burjuvazinin egemenliğini eksiksiz kılmak zorundaydı. Büyük toprak sahiplerinin çoğunluğu, yani Meşruiyetçiler (Lejitimistler), Temmuz Monarşisi tarafından mahkûm edilmiş oldukları siyasi hiçlikten kurtarıldı. Gazette de France’ın muhalif yayınlarla birlikte ajitasyon yapması, La Rochejaquelein’ın Temsilciler Meclisinin 24 Şubat’taki toplantısında devrimin yanında saf tutması boşuna değildi. Fransızların büyük çoğunluğunu oluşturan sözde mülk sahipleri, yani köylüler, genel oy hakkı aracılığıyla, Fransa’nın kaderinin hakemleri durumuna getirildi. Son olarak, Şubat cumhuriyeti, sermayenin arkasında saklandığı tahtı devirerek, burjuva egemenliğinin açıkça ortaya çıkmasını sağladı.

Temmuz günlerinde burjuva monarşisini mücadeleleriyle kazanmış olan işçiler, Şubat günlerinde de, burjuva cumhuriyetini yine mücadeleleriyle kazandı. Temmuz Monarşisi kendisini cumhuriyetçi kurumlarla çevrili bir monarşi olarak ilan etmek zorunda kalmıştı; Şubat cumhuriyeti de aynı şekilde kendisini sosyal kurumlarla çevrili bir cumhuriyet olarak ilan etmek zorunda kaldı. Paris proletaryası bu ödünü de zorla kopardı.

Henüz yeni kurulmuş olan Geçici Hükümete işçilerin çalışarak geçinebilmelerini güvence altına alma, tüm yurttaşlara çalışma olanağı sağlama vb. sorumluluklar yükleyen kararname, bir işçi olan Marche tarafından dikte edilmişti. Ve Geçici Hükümet birkaç gün sonrasında sözlerini unutmuş ve proletaryayı aklından çıkarmış göründüğünde, 20 000 kişilik bir işçi kitlesi Hotel de Ville’e şu sloganla yürüdü: Emeğin örgütlenmesi! Ayrı bir çalışma bakanlığının kurulması! Geçici Hükümet, uzun tartışmaların ardından ve isteksizce, emekçi sınıfların durumunu iyileştirmenin araçlarını bulma görevini verdiği daimi bir özel komisyon atadı! Paris’teki zanaat loncalarının delegelerinden oluşan bu komisyonun başkanlığını Louis Blanc ile Albert yapıyordu. Toplantı yeri olarak Luxembourg (Sarayı) verildi. Böylece, işçi sınıfının temsilcileri Geçici Hükümetin merkezinden uzaklaştırılır, aynı hükümetin burjuva kesimi gerçek devlet iktidarını ve idarenin dizginlerini tümüyle kendi ellerine alırken, maliye, ticaret, bayındırlık bakanlıklarının yanında, banka ile borsanın yanında, bir sosyalist sinagog kuruldu; bu sinagogun başrahipleri olan Louis Blanc ile Albert’in görevi, vaat edilmiş toprakları keşfetmek, yeni İncil’i ilan etmek ve Paris proletaryasını meşgul etmekti. Her tür dünyevi devlet gücünden farklı olarak, bu kişilerin elinde ne bir bütçe vardı ne de yürütme yetkisi. Burjuva toplumunun temel direklerini kafalarıyla vurarak kırmaları bekleniyordu. Luxembourg felsefe taşını (3) ararken, Hotel de Ville’de resmî geçerliliği olan para basılıyordu.

Ne var ki, Paris proletaryasının talepleri, burjuva cumhuriyetinin sınırlarını aştıkları kadarıyla, Luxembourg’un belli belirsiz varlığından başka bir varlık kazanamadı.

İşçiler Şubat Devrimini burjuvaziyle birlikte yapmış, Geçici Hükümette burjuva çoğunluğun yanına bir işçi yerleştirdikleri gibi, burjuvazinin yanında kendi çıkarlarını kabul ettirmeye çalışmışlardı. Emeğin örgütlenmesi! Ama emeğin mevcut burjuva örgütlenme biçimi, ücretli emektir. Bu olmadan ne sermaye olur, ne burjuvazi ne de burjuva toplumu. Ayrı bir çalışma bakanlığı! Ama maliye, ticaret, bayındırlık bakanlıkları, burjuva çalışma bakanlıkları değil midir? Ve bunların yanına eklenecek bir proleter çalışma bakanlığı, ancak bir iktidarsızlık bakanlığı, bir yerine getirilemez istekler bakanlığı, bir Luxembourg Komisyonu olabilirdi. İşçiler, burjuvazinin yanında kendilerini kurtarabileceklerine inandıkları gibi, diğer burjuva uluslarının yanında, Fransa’nın ulusal sınırları içinde bir proletarya devrimini gerçekleştirebileceklerini sanıyordu. Ama Fransız üretim ilişkileri, Fransa’nın dış ticareti tarafından, bu ülkenin dünya pazarındaki konumu ve bu pazarın yasaları tarafından belirleniyor; Fransa, Avrupa ölçeğinde, dünya pazarının zorbası İngiltere’yi de vuracak bir devrim savaşı olmadan, bunları nasıl parçalayabilirdi?

Toplumun devrimci çıkarlarını kendisinde toplayan bir sınıf, ayağa kalkar kalkmaz, kendi devrimci etkinliğinin içeriğini ve malzemesini doğrudan doğruya kendi durumunda bulur: Yere serilecek düşmanlar, mücadelenin gerekleri doğrultusunda alınması gereken önlemler; ve kendi eylemlerinin sonuçları, onu daha da ileriye taşır. Kendi görevi hakkında teorik araştırmalara girişmez. Ama Fransız işçi sınıfı bu noktada değildi; kendi devrimini gerçekleştirme yeteneğinden henüz yoksundu.

Sanayi proletaryasının gelişimi, genel olarak, sanayi burjuvazisinin gelişimine bağlıdır. Sanayi proletaryası, ancak sanayi burjuvazisinin egemenliği altında, devrimini ulusal bir devrim düzeyine yükseltebilecek olan geniş bir ulusal varlık kazanır ve her biri kendi devrimci kurtuluşunun araçları hâline gelen modern üretim araçlarını yaratır. Yalnızca sanayi burjuvazisinin egemenliği, feodal toplumun maddi köklerini kopararak, üzerinde bir proletarya devriminin gerçekleştirilebileceği tek zemini düzler. Kıtanın geri kalanındakilerle karşılaştırıldığında, Fransız sanayisi daha gelişkin ve Fransız burjuvazisi daha devrimcidir. Ama Şubat Devrimi doğrudan doğruya mali aristokrasiyi hedef almamış mıydı? Bu olgu, sanayi burjuvazisinin Fransa’ya hükmetmediğini kanıtlamıştı. Sanayi burjuvazisi, ancak modern sanayinin tüm mülkiyet ilişkilerini kendisine göre biçimlendirdiği yerde egemen olabilir ve sanayi de bu gücü ancak dünya pazarını fethettiğinde kazanabilir, çünkü ulusal sınırlar onun gelişmesi için yeterli değildir. Buna karşılık, Fransa’nın sanayisi, ulusal pazar üzerindeki egemenliğini bile, büyük oranda, az çok değiştirilmiş bir koruyucu gümrük vergileri sistemine borçludur. Bu nedenle, Fransız proletaryası, bir devrim anında, Paris üzerinde, altından kalkamayacağı hamleleri teşvik eden gerçek bir güce ve etkiye sahip olsa bile, Fransa’nın geri kalanında birbirlerinden kopuk ve dağınık sanayi merkezlerinde sıkışmış durumda ve köylülerle küçük burjuvaların sayısal üstünlüğü karşısında neredeyse yoklara karışıyor. Fransa’da, gelişkin ve modern biçimiyle sermayeye, sıçrama noktasındaki sermayeye karşı yürütülen mücadele, ücretli sanayi işçisinin sanayici burjuvaya karşı mücadelesi, kısmi bir olgudur; bu mücadele, Şubat günlerinin ardından devrimin ulusal içeriğine çok fazla katkıda bulunamadı, çünkü, sermayenin ikincil sömürü biçimlerine karşı mücadelenin, yani köylünün tefeciye ve ipoteğe karşı, küçük burjuvanın büyük tüccara, bankacıya ve fabrikatöre (tek sözcükle iflasa) karşı mücadelesinin üzeri, henüz, mali aristokrasiye yönelik genel isyanla örtülü durumdaydı. Dolayısıyla, Paris proletaryasının, kendi çıkarlarını toplumun devrimci çıkarları olarak dayatmak yerine, burjuva çıkarlarının yanı sıra onların da gözetilmesini sağlamaya çalışmış, üç renkli bayrağın önünde kızıl bayrağı indirmiş olmasından daha anlaşılır bir şey olamaz. (4) Devrimin akışı, ulusun proletarya ile burjuvazi arasında kalan ve burjuva düzenine, sermayenin egemenliğine isyan etmeyen kitlesini, yani köylüleri ve küçük burjuvaları, proletaryanın öncülüğü altında birleşmek zorunda bırakmadan önce, Fransız işçileri tek bir ileri adım atamadı, burjuva düzeninin kılına bile dokunamadı. İşçiler bu zaferi ancak Haziran’daki büyük yenilgi karşılığında elde edebildi.

Parisli işçilerin yarattığı Luxembourg Komisyonunun hakkının teslim edilmesini gerektiren konu, on dokuzuncu yüzyılın devriminin sırrını bir Avrupa kürsüsünden ifşa etmiş olması: proletaryanın kurtuluşu. O güne kadar sosyalistlerin gizli (apokryphisch) yazılarında gömülü kalan ve burjuvazinin kulağına yalnızca zaman zaman, uzaktan, yarı korkutucu ve yarı gülünç söylenceler olarak çarpan “çılgınca fanteziler”i resmen yaymak zorunda kaldığında, Moniteur’ün (5) yüzü kızardı. Avrupa, burjuva uyuklama hâlinden şaşkınlık içinde sıyrıldı. Demek ki, cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte, mali aristokrasiyi genel olarak burjuvaziyle karıştıran proleterlerin zihninde; sınıfların varlığını bile yadsıyan ya da bunu olsa olsa anayasal monarşinin bir sonucu olarak kabul eden cumhuriyetçi beyefendilerin hayallerinde; burjuvazinin bugüne kadar iktidarın dışında tutulmuş olan kesimlerinin ikiyüzlüce sözlerinde, burjuvazinin egemenliği kaldırılmıştı. O dönemde tüm kralcılar cumhuriyetçi, Paris’in tüm milyonerleri de işçi olmuştu. Sınıf ilişkilerinin bu hayalî feshine karşılık gelen ifade, fraternite, yani evrensel kardeşleşme ve kardeşlikti. Sınıf karşıtlıklarından bu huzurlu uzaklaşma, çelişen sınıf çıkarlarının duygusal bir şekilde uzlaştırılması, heyecan içinde sınıf mücadelesinin üzerine çıkılması, yani fraternite, Şubat Devriminin gerçek parolasıydı. Sınıflar yalnızca bir yanlış anlama yüzünden birbirlerinden ayrılmıştı ve Lamartine 24 Şubat’ta Geçici Hükümeti şöyle vaftiz etmişti: “un gouvernement qui suspende ce malentendu terrible qui existe entre les differentes classes” (“farklı sınıflar arasındaki bu korkunç yanlış anlamayı ortadan kaldıran bir hükümet”). Paris proletaryası bu yüce kardeşlik sarhoşluğu içinde kendinden geçmişti.

Geçici Hükümet ise, cumhuriyeti bir kez ilan etmek zorunda kaldıktan sonra, onu burjuvazi ve taşra için kabul edilebilir kılmak için her şeyi yaptı. Siyasal suçlar için ölüm cezası kaldırılarak birinci Fransız cumhuriyetinin (6) kanlı terörü reddedildi, basında tüm düşünceler serbest bırakıldı, ordu, mahkemeler ve idare, birkaç istisna dışında, eski makam sahiplerinin elinde kaldı, Temmuz Monarşisinin büyük suçlularının hiçbirinden hesap sorulmadı. National’in burjuva cumhuriyetçileri, monarşi döneminin isimlerini ve kostümlerini eski cumhuriyet dönemininkilerle değiştirerek eğleniyordu. Cumhuriyet, onlar açısından, eski burjuva toplumu için yeni bir balo elbisesinden başka bir şey değildi. Genç cumhuriyet, korkutmamayı, tam tersine sürekli korkmayı ve yumuşak bir uysallık ve dirençsizlik sayesinde kendi varlığını kazanmayı ve direnişi silahsızlandırmayı en önemli hizmeti olarak görüyordu. İçerideki ayrıcalıklı sınıflara ve dışarıdaki zorba güçlere cumhuriyetin barışçıl bir nitelik taşıdığı gürültülü bir şekilde duyuruldu. Şiarının yaşamak ve yaşatmak olduğu söylendi. Üstelik, Şubat Devriminden kısa bir süre sonra, Almanlar, Polonyalılar, Avusturyalılar, Macarlar, İtalyanlar ayaklanmıştı; her bir halk kendi özel koşulları uyarınca ayaklanıyordu. Korkuya kapılan Rusya ile kendisi de çalkantılar yaşayan İngiltere hazırlıklı değildi. Dolayısıyla, cumhuriyetin karşısına ulusal bir düşman çıkmadı. Yani, enerji kazandıracak, devrimci süreci hızlandıracak, Geçici Hükümeti ileriye itecek ya da onu kenara atacak olağanüstü dış karışıklıklar yoktu. Cumhuriyette kendi eserini gören Paris proletaryası, doğal olarak, Geçici Hükümetin, burjuva toplumunda tutunmasını kolaylaştıran her hareketini alkışlıyordu. Proletarya, işçiler ile patronlar arasındaki ücret anlaşmazlıklarında Louis Blanc’ın arabuluculuk yapmasını kabul ettiği gibi, Caussidiere’in Paris’teki mülkleri korumak için kendisine polislik yaptırmasını da uysallıkla kabul etti. Cumhuriyetin burjuva namusunu Avrupa’nın gözünde lekesiz tutmak onun point d’honneur’üydü (onur sorunuydu).

Cumhuriyet, dışarıda da içeride de dirençle karşılaşmadı. Bu da onu silahsızlandırdı. Görevi artık dünyayı devrimci bir şekilde dönüştürmek değil, yalnızca, kendisini burjuva toplumunun ilişkileriyle uyumlu hâle getirmekti. Geçici Hükümetin bu görevi ne tür bir bağnazlıkla üstlendiğini gösteren kanıtlardan hiçbiri, mali önlemlerinden daha açıklayıcı değildir.

(...)

16 Nisan, Geçici Hükümet tarafından burjuvaziyle birlikte düzenlenen bir yanlış anlamaydı. Çok sayıda işçi, Ulusal Muhafız genelkurmayı seçimlerine hazırlanmak için Champs de Mars’ta ve hipodromda toplanmıştı. Birdenbire, işçilerin Champs de Mars’ta silahlı olarak, Louis Blanc, Blanqui, Cabet ve Raspail yönetiminde, buradan Hotel de Ville’e yürümek, Geçici Hükümeti devirmek ve komünist bir hükümeti ilan etmek için toplandığı söylentisi Paris’in bir ucundan diğerine yıldırım hızıyla yayıldı. Genel alarm verilir (Ledru-Rollin, Marrast ve Lamartine, sonradan, bu konuda ilk girişimde bulunan kişi olmanın onurunu paylaşamadı), bir saat içinde 100 000 erkek silah altına alınır, Hotel de Ville’in her köşesi Ulusal Muhafızlar tarafından işgal edilir, “Kahrolsun komünistler! Kahrolsun Louis Blanc, Blanqui, Raspail, Cabet!” sloganı Paris’in her yanını titretir ve her biri vatanı ve toplumu kurtarmaya hazır sayısız heyet Geçici Hükümete bağlılıklarını sunar. İşçiler, Champs de Mars’ta yurtseverlik adına toplamış oldukları yardım paralarını Geçici Hükümete teslim etmek üzere sonunda Hotel de Ville’in önüne geldiklerinde, burjuva Paris’inin, büyük bir özenle hazırlanmış bir sözde mücadeleyle, gölgelerini yenilgiye uğratmış olduğunu şaşkınlık içinde öğrenir. Korkunç 16 Nisan kalkışması, ordunun Paris’e geri çağrılmasının (kaba bir şekilde sahneye konan komedinin asıl amacı buydu) ve taşradaki gerici federalist gösterilerin bahanesi oldu.

4 Mayıs’ta, tek dereceli genel seçimlerin ürünü olan Ulusal Meclis (7) toplandı. Genel oy hakkı, eski moda cumhuriyetçilerin ondan beklediği büyülü güce sahip değildi. Tüm Fransa’da, en azından Fransızların büyük çoğunluğunda, aynı çıkarlara, aynı anlayışa vb. sahip citoyen’ler (yurttaşlar) görüyorlardı. Bu onların halka tapınma biçimiydi. Seçimler, onların hayalî halkı yerine gerçek halkı, yani halkın ayrışmış olduğu farklı sınıfların temsilcilerini gün ışığına çıkardı. Köylülerin ve küçük burjuvaların neden kavgacı burjuvazinin ve restorasyon düşkünü büyük toprak sahiplerinin güdümünde oy vermek zorunda olduğunu gördük. Ama genel oy hakkı, cumhuriyetçi beyefendilerin düşündüğü gibi mucizeler yaratan bir maden arama çubuğu olmasa bile, sınıf mücadelesinin zincirlerini çözmek; burjuva toplumunun farklı orta katmanlarının, yanılsamalarını ve hayal kırıklıklarını hızla yaşayıp geride bırakmalarını sağlamak; (monarşi kendi sayım yöntemiyle burjuvazinin yalnızca belirli kesimlerinin kendilerini rezil etmesini ve diğerlerinin sahnenin arkasında gizlenmesini sağlar ve sahne gerisindekileri bir ortak muhalefetin halesiyle çevrelerken) egemen sınıfın tüm kesimlerini tek bir hamleyle devlet sahnesinin üzerine fırlatmak ve böylece aldatıcı maskelerini indirmek gibi çok daha büyük meziyetlere sahipti.

4 Mayıs’ta toplanan Kurucu Ulusal Mecliste burjuva cumhuriyetçileri, yani National’in cumhuriyetçileri üstün durumdaydı. Meşruiyetçiler ve Orleanscılar bile, başlangıçta, kendilerini gösterme cesaretini ancak burjuva cumhuriyetçiliği maskesinin altında bulabiliyordu. Proletaryaya karşı mücadeleye yalnızca cumhuriyet adına girişilebilirdi.

Cumhuriyetin, yani Fransız halkı tarafından kabul edilen cumhuriyetin kuruluş tarihi 25 Şubat değil 4 Mayıs’tır; bu, Paris proletaryasının Geçici Hükümete dayattığı cumhuriyet, sosyal kurumlara sahip cumhuriyet, barikat savaşçılarının gözlerinde canlanan hayal değildi. Ulusal Meclis tarafından ilan edilen biricik meşru cumhuriyet, burjuva düzenine doğrultulmuş devrimci bir silah değil, aksine, burjuva toplumunun siyasal düzeyde yeniden kuruluşu, siyasal açıdan yeniden sağlamlaştırılması demek olan cumhuriyettir; kısacası, burjuva cumhuriyetidir. Bu iddia Ulusal Meclisin kürsüsünde seslendirildi, cumhuriyetçi ve cumhuriyet karşıtı burjuva basın organlarının tümünde yankı buldu.

Böylece, Şubat cumhuriyetinin gerçekten de bir burjuva cumhuriyetinden başka bir şey olmadığını ve olamayacağını; buna karşın Geçici Hükümetin proletaryanın dolaysız baskısı altında onu sosyal kurumlara sahip bir cumhuriyet olarak duyurmak zorunda kaldığını; proletaryanın, düşünce ya da hayal dünyasının dışında, burjuva cumhuriyetinin ötesine geçme yeteneğine henüz sahip olmadığını; sıranın gerçekten eyleme geldiği her yerde burjuva cumhuriyetinin hizmetinde hareket ettiğini; proletaryaya verilmiş sözlerin yeni cumhuriyet için katlanılmaz bir tehlikeye dönüştüğünü; Geçici Hükümetin tüm yaşam sürecinin proletaryanın taleplerine karşı sürekli bir mücadeleden ibaret kaldığını görmüş olduk.

Ulusal Mecliste, tüm Fransa, Paris proletaryasını yargıladı. Şubat Devriminin sosyal yanılsamalarıyla ilişkisini hemen kesen Ulusal Meclis, burjuva cumhuriyetinden başka bir şey olmayan burjuva cumhuriyetini açıkça ilan etti. Hemen, proletaryanın temsilcileri Louis Blanc ile Alberts, kendi atadığı Yürütme Kurulunun dışında bıraktı; ayrı bir çalışma bakanlığının kurulmasıyla ilgili önergeyi reddetti ve Bakan Trelat’nın “Artık bütün sorun eski çalışma koşullarım geri getirmektir” şeklindeki açıklamasını alkış tufanıyla karşıladı.

Ama tüm bunlar yeterli değildi. Şubat Devrimi, mücadele eden işçiler tarafından, burjuvazinin pasif desteğiyle kazanılmıştı. Proleterler kendilerini haklı olarak Şubat’ın galipleri sayıyor ve galiplere özgü bir gururla hak iddialarında bulunuyordu. Sokakta alt edilmeleri gerekiyordu; burjuvaziyle birlikte mücadele etmek yerine burjuvaziye karşı mücadele etmeye başladıkları anda yenilgiye uğradıklarının onlara gösterilmesi gerekiyordu. Sosyalist ödünler veren Şubat Devrimi, krallığa karşı burjuvaziyle birleşen proletaryanın bir savaşma nasıl gereksinim duyduysa, cumhuriyeti sosyalist ödünlerden kurtarmak, burjuva cumhuriyetinin resmî egemenliğini sağlamak için de, ikinci bir savaşa gereksinim duyuluyordu. Burjuvazi, proletaryanın hak iddialarını silahla çürütmek zorundaydı. Ve burjuva cumhuriyetinin gerçek doğum yeri, Şubat zaferi değildir, Haziran yenilgisidir.

Proletaryanın 15 Mayıs’ta devrimci etkisini yeniden kazanmak için başarısız bir girişimde bulunarak Ulusal Meclisin kapısına dayanması ve kararlı önderlerini burjuvazinin zindancılarına teslim etmekten başka bir sonuç elde edememesi, karar sürecini hızlandırdı. Il faut enfinir! Bu durum sona ermeli! Ulusal Meclis, proletaryayı nihai mücadeleye zorlama kararını bu çığlıkla açığa vurdu. Yürütme Kurulu, halk toplantılarını yasaklayanı da dâhil olmak üzere bir dizi kışkırtıcı kararname çıkardı. İşçiler Kurucu Ulusal Meclisin kürsüsünden açıkça tahrik edildi, sövgülere maruz kaldı, alaya alındı. Ama asıl saldırı hedefi, görmüş olduğumuz gibi, ulusal atölyelerdi. Kurucu Meclis, Yürütme Kuruluna buyurgan bir şekilde bu atölyeleri hedef gösterdi; Yürütme Kurulunun da tek beklediği, kendi planının bir Ulusal Meclis emri olarak ilan edilmesiydi.

Yürütme Kurulu, ulusal atölyelere girişi zorlaştırarak, günlük ücreti parça başı ücrete dönüştürerek ve Paris doğumlu olmayan işçileri sözde kazı işleri yaptırmak üzere Sologne’a sürerek işe başladı. Hayal kırıklığına uğrayarak geri dönen işçilerin yoldaşlarına aktardıkları üzere, bu kazı işleri, yalnızca kovulmalarını perdelemek için kullanılan bir boş sözdü. Sonunda, 21 Haziran’da, Moniteur’de, evli olmayan tüm işçilerin ulusal atölyelerden zorla çıkarılmalarını ya da askere alınmalarını emreden bir kararname yayımlandı.

İşçilerin başka çaresi kalmamıştı; ya açlıktan ölmek ya da saldırıya geçmek zorundaydılar. 22 Haziran’daki çok büyük ayaklanmayla karşılık verdiler ve böylece, modern toplumu bölen iki sınıf arasındaki ilk büyük muharebe gerçekleştirildi. Bu, burjuva düzeninin korunması ya da yok edilmesi mücadelesiydi. Cumhuriyeti gizleyen örtü yırtıldı.

Önderleri, ortak planları, araçları bulunmayan, çoğu silahsız olan işçilerin, beş gün boyunca, orduya, Gezici Muhafıza, Paris Ulusal Muhafızına ve taşradan akın eden Ulusal Muhafıza benzersiz bir yiğitlik ve yaratıcılıkla nasıl geçit vermediği biliniyor. Burjuvazinin, yaşadığı ölüm korkusunun bedelini eşi görülmemiş bir vahşetle ödettiği ve 3000’den fazla tutukluyu katlettiği biliniyor.

Fransız demokrasisinin resmî temsilcileri cumhuriyetçi ideolojinin o kadar etkisi altındaydı ki, Haziran mücadelesinin anlamını sezmeye ancak haftalar sonra başlayabildiler. Hayalî cumhuriyetlerinin içinde yok olup gittiği barut dumanı yüzünden bilinçlerini yitirmiş gibiydiler.

Haziran yenilgisi haberinin bizde yarattığı ilk izlenimi, okurun izniyle, Neue Rheinische Zeitung’un sözleriyle aktaralım:

“Şubat Devriminin son resmî kalıntısı olan Yürütme Kurulu, olayların ciddiyeti karşısında bir sis katmanı gibi dağılıp gitti. Lamartine’in havai fişekleri Cavaignac’ın yangın füzelerine dönüştü. Fraternite’nin, yani biri diğerini sömüren karşıt sınıfların kardeşliğinin, Şubat’ta ilan edilmiş ve büyük harflerle Paris’in alnına, her bir hapishanenin, her bir kışlanın üzerine yazılmış olan fraternite’ningerçek, saf ve sıradan ifadesi iç savaştır; en korkunç biçimiyle iç savaş, yani emekle sermayenin savaşıdır. Proletaryanın Paris’i yanar, kan kaybeder ve inlerken burjuvazinin Paris’inin aydınlandığı 25 Haziran akşamı, Paris’in bütün pencerelerinin önünde bu kardeşliğin alevleri yükseliyordu. Burjuvazinin çıkarı ile proletaryanın çıkarı kardeş gibi olmaktan çıktığı anda, kardeşlik de sona ermişti. - Halkın kendi Şubat’ını birlikte yaptığı müttefikleri şunlardı: 1793’e ait eski devrimci geleneğin kılı kırk yaran sürdürücüleri; halk için burjuvaziden sadaka isteyen, uzun vaazlar vermelerine ve proletarya aslanını uykuda tutmanın zorunlu olduğu süre boyunca kendilerini rezil etmelerine izin verilen sosyalist taksonomistler; (8) taçlı baş dışında tümüyle eski burjuva düzenini isteyen cumhuriyetçiler; rastlantı eseri olarak bir kabine değişikliği yerine bir hanedanın devrilmesiyle karşı karşıya kalan hanedancı muhalifler ve uşak üniformasından kurtulmayı değil kesimini değiştirmeyi istemiş olan Meşruiyetçiler... Şubat Devrimi, güzel olan, herkesin sempatisini kazanan devrimdi, çünkü krallığa karşı onun içinden fışkıran karşıtlıklar gelişmemişti ve uyumlu bir şekilde yan yana uyukluyorlardı, çünkü bunların arka planını oluşturan toplumsal mücadele yalnızca uçucu, deyim ya da sözcük düzeyinde kalan bir varlık kazanmıştı. Haziran Devrimi, çirkin olan, hoşa gitmeyen devrimdi, çünkü deyimin yerine gerçek bir şey gelmişti, çünkü cumhuriyet, onu koruyan ve gizleyen tacı koparıp atarak, canavarın başını açığa çıkarmıştı. - Guizot’nun savaş çığlığı, Düzen!İdi. Varşova Rusların eline geçtiğinde, Guizot’cu Sebastiani, Düzen! diye bağırmıştı. Fransız Ulusal Meclisinin ve cumhuriyetçi burjuvazinin vahşi yankısı Cavaignac, Düzen! diye bağırıyor. Onun toplarından çıkan misketler, proletaryanın gövdesini parçalarken, Düzen! diye gümbürdüyordu. Fransız burjuvazisinin 1789’dan beri gerçekleştirdiği çok sayıdaki devrimin hiçbiri düzene yönelik bir kalkışma değildi, çünkü egemenliğin ve köleliğin siyasi biçimi ne kadar sık değişmiş olursa olsun, bu devrimler, sınıf egemenliğinin, işçilerin köleliğinin, burjuva düzeninin sürmesini sağladı. Haziran, bu düzeni hedef aldı. Haziranın vay hâline!” (“N. Rh. Z.” 29 Haziran 1848)

Haziranın vay hâline! diye çınlıyor Avrupa’dan gelen yankı.

Paris proletaryası Haziran ayaklanmasına burjuvazi tarafından zorlanmıştı. Hakkındaki hüküm daha o anda verilmişti. Ne açıkça ilan edilmiş acil gereksinimleri proletaryanın burjuvaziyi zorla devirmek için mücadele etmek istemesine yol açıyordu ne de proletarya bu görevin üstesinden gelebilirdi. Moniteur, cumhuriyetin, proletaryaya ait yanılsamalar karşısında eğilip bükülmek zorunda olduğunu düşündüğü dönemin sona erdiğini proletaryaya resmen açıklamak zorunda kaldı ve proletarya, burjuva cumhuriyetinin içinde, kendi durumundaki en küçük bir iyileşmenin bile bir ütopya olarak kalacağı ve bu ütopyanın, onu gerçekleştirmek istediği anda bir suça dönüşeceği gerçeğine, ancak yenilgisi sayesinde inanabildi. Şubat cumhuriyetine pazarlıkla kabul ettirmeye çalıştığı, biçimleri açısından abartılı ama içerikleri açısından sınırlı ve hatta henüz burjuva nitelikli olan taleplerinin yerini, devrimci mücadelenin cesur sloganı aldı: Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfı diktatörlüğü!

Proletarya, kendi mezarlarını burjuva cumhuriyetinin doğum yerleri hâline getirdiği anda, burjuva cumhuriyetini, amacının sermayenin egemenliğini ve emeğin köleliğini ölümsüzleştirmek olduğunu açıkça ilan eden bir devlet olarak, saf biçimiyle ortaya çıkmak zorunda bıraktı. Tüm zincirlerinden kurtulan burjuva egemenliği, yaralı, uzlaşmaz ve yenilmez düşmanını (yenilmez, çünkü onun varlığı, burjuvazinin yaşam koşuludur) sürekli karşısında gördüğünden, hemen burjuva terörizmine dönüşmek zorundaydı. Proletarya bir süreliğine sahneden uzaklaştırılarak burjuva diktatörlüğü resmen kabul edildiğinde, burjuva toplumunun orta katmanları, yani küçük burjuvazi ve köylü sınıfı, durumlarının daha da katlanılmaz hâle gelmesi ve burjuvaziyle çelişkilerinin derinleşmesi ölçüsünde, proletaryaya giderek daha fazla bağlanmak zorundaydı. Nasıl geçmişte sıkıntılarının nedeni olarak proletaryanın yükselişlerini gördüyseler, şimdi de sıkıntılarını onun yenilgisine bağlamak zorundaydılar.

Haziran ayaklanması kıtanın her yerinde burjuvazinin özgüvenini artırdığında ve halka karşı feodal krallıkla açıkça ittifak kurmasını sağladığında, bu ittifakın ilk kurbanı kim oldu? Kıta burjuvazisinin kendisi. Haziran yenilgisi, burjuvazinin, egemenliğini sağlamlaştırmasına ve halkı burjuva devriminin en alt basamağında, yarı mutlu, yarı hoşnutsuz ve hareketsiz bir şekilde tutmasına engel oldu.

Son olarak, Haziran yenilgisi, Avrupa’nın despot güçlerine, Fransa’nın, içeride iç savaşı yürütebilmek için dışarıdaki barışı her ne olursa olsun korumak zorunda olduğu sırrını verdi. Böylece, ulusal bağımsızlıkları için mücadeleye başlamış olan halklar, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın egemenliğine bırakıldı; ama aynı zamanda, bu ulusal devrimlerin kaderi proletarya devriminin kaderine bağımlı kılınırken, bunların görünüşteki özerkliklerine, büyük toplumsal dönüşümden bağımsızlıklarına son verildi. İşçinin köleliği sürdükçe, Macar da özgür olmasın, Polonyalı da, İtalyan da!

Son olarak, Kutsal İttifak’ın zaferleri nedeniyle Avrupa öyle bir biçim aldı ki, Fransa’daki her yeni proleter ayaklanması, doğrudan doğruya bir dünya savaşı ile çakışacak. Yeni Fransız devrimi, ulusal zemini hemen terk etmek ve 19. yüzyılın toplumsal devriminin gerçekleşebileceği tek alan olan Avrupa alanını fethetmek zorunda.

Dolayısıyla, Fransa’nın Avrupa devriminde inisiyatifi ele almasını mümkün kılan tüm koşullar, ancak Haziran yenilgisiyle yaratılabildi. Üç renkli bayrak, ancak Haziran isyancılarının kanma batırılıp çıkarıldıktan sonra, Avrupa devriminin bayrağı, yani kızıl bayrak oldu!

Ve biz şöyle haykırıyoruz: Devrim öldü! - Yaşasın devrim!

(Fransız Üçlemesi / Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Yordam Kitap, s.46-52, 58-63)

 

Metnin buradaki başlığı, Engels’in “1848 Haziran Günleri” başlıklı yazı serisinden (28-29 Haziran 1848) alınmıştır... (Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Sol Yayınları)

 

Dipnotlar:

(1) O dönemde Paris’te yayımlanan cumhuriyetçi günlük gazete (Le National),-çev.

(2) Odilon Barrot’nun liderliğini yaptığı, Şubat Devrimi (1848) öncesinde Orleans hanedanının iktidarda kalmasını ama bazı reformların yapılmasını savunan grup. -çev.

(3) Ucuz metallerin altına dönüştürdüğüne inanılan hayali taş. -çev.

(4) Devrimin ilk günlerinde, Parisli işçiler, Fransız Cumhuriyetinin bayrağının, 1832 Haziran ayaklanması sırasında Paris’in işçi mahallelerinde taşınmış olan kırmızı renkli bayrak olmasını istedi. Burjuvazinin temsilcileri, Fransız Devrimi sırasında ve I. Napoleon döneminde ulusal bayrak olan üç renkli (mavi, beyaz ve kırmızı) bayrak konusunda ısrarcı oldu. Bu bayrak, daha 1848’den önce National gazetesi çevresinde toplanmış olan burjuva cumhuriyetçilerinin amblemiydi. Sonunda, kırmızı bir rozet eklenen üç renkli bayrak ulusal bayrak olarak kabul edildi; rozet sonradan kaldırıldı. -İngilizce ed.

(5)O dönemde Fransa’nın resmî gazetesi olan Le Moniteur universel. Gazete, Luxembourg Komisyonunun toplantı tutanaklarını da yayımlamıştı. -çev.

(6)1789 Fransız Devriminin ardından 1792 yılında ilan edilen cumhuriyet, bu ülkenin tarihine Birinci Cumhuriyet olarak, Şubat Devriminin (1848) ürünü olan cumhuriyet ise İkinci Cumhuriyet olarak geçti. -çev.

(7) Marx, bu kitapta, 4 Mayıs 1848’de toplanan “Kurucu Ulusal Meclis”i (L’Assemblee nationale constituante), “Ulusal Meclis” ve “Kurucu Meclis” olarak da anıyor. -çev.

(8) Almanca metinde “sozialistische Systematiker”; İngilizceye “socialist doctrinaires” (sosyalist doktrinciler), Fransızcaya ise “methodiste socialistes” (sosyalist metodistler) biçiminde çevrilmiş. Taksonomi: Canlıların sınıflandırılması bilimi. -çev.