İçindekiler:

08 Ocak 2021
Sayı: KB 2021/Özel-02

Yaklaşan baharın ayak sesleri
“Kayyım rektör istemiyoruz”
Bahçeli’nin Boğaziçi korkusu
Rejim pervasızlığını aşıda da sürdürüyor
Pandemi sürecinde komplo teorileri
“Acı reçete” yılını mücadele yılına çevirelim!
Koronayı fırsatçılığının yeni adımı asgari ücret
Direnişçiler buluştu
Şükretmek mi, mücadele mi?
“Cumhuriyet’in kazanımları” çizgisi / 1 H. Fırat
Ortadoğu’da son gelişmeler
ABD ve İsrail’in İran sendromu
Trump destekçileri Kongre’yi bastı
Arjantin’de kadın hareketinin zaferi
Pandemi yılında kadınlar
Bir devrimci işçinin ardından
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gençlik özerk-demokratik üniversite için ayakta!

Yaklaşan baharın ayak sesleri

 

İşçiler, emekçiler ve gençler 2021 yılını AKP-MHP iktidarının çok yönlü saldırıları eşliğinde karşıladı. Kriz ve pandeminin ağır faturasını emekçilerin omuzlarına yükleyen iktidar ise, bir yandan temel ihtiyaçlara yaptığı zamlarla, emekçilere reva gördüğü sefalet ücretleriyle ve yeni hak gasplarıyla, öte yandan ilerici-muhalif güçleri hedef alan baskı politikalarıyla yeni yıla “merhaba” dedi.

Bu saldırılardan gençliğin payına düşen ise, eğitim hakkının pandemi koşullarında kapsamlı bir şekilde gasp edilmesi, eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleştirilmesi, üniversitelere gerici-faşist yandaşların rektör olarak atanması, demokratik hakların ortadan kaldırılması ve her geçen gün boyutlanan geleceksizlik dayatmaları oldu.

Gençliği ve somutta akademik alanı hedef alan söz konusu saldırılar yeni değil elbette. Özellikle 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından faşist tek adam rejiminin inşasına hız veren AKP iktidarının, toplumsal muhalefeti hedef alan saldırılarının önemli bir ayağını akademideki ilerici-sol dinamikleri ezmek oluşturuyordu. Bu sürecin diğer boyutunu ise “siyaset yasağı” vb. faşist uygulamalarla gençlik hareketini ezme politikası tamamlıyordu.

Üniversite gençlik hareketini ve akademiyi hedef alan saldırılar aradan geçen yıllarda artarak devam etti. Üniversiteleri bütünüyle teslim almak için kolları sıvayan Erdoğan yönetimi, bir yandan akademik kadroyu sistemli bir şekilde gerici yandaşlarla doldurdu, öte yandan dinci-faşist örgütlenmelerin önünü açan uygulamaları devreye soktu. “Kültürel iktidar” olma parolasını ve “dindar nesil” yetiştirme politikasını bu aynı süreçte yeni bir düzeyde önüne aldı. Eğitimin içeriği gerici bir temelde yeniden yapılandırılırken, eğitimin her aşamasında bilimsellikten uzak, niteliksiz ve dinsel gericilikle bulandırılmış müfredatlar devreye sokuldu. Böylece, faşist tek adam rejiminin inşası ve üniversitelerin rejimin başını ağrıtan “çıkıntılar”dan arındırılmasıyla, eğitimin yeniden yapılandırılmasının önünde fazla bir engel kalmamıştı.

Fakat, 2019 yılının ilk günlerinden itibaren ülkeyi kasıp kavuran pandemi, kurmak istedikleri “yeni” eğitim sisteminin ne denli çürük olduğunu ve hızla çöktüğünü gözler önüne serdi. Online eğitimde fiyasko üzerine fiyasko yaşandı, her sınav yeni bir kaosa ve skandala dönüştü. Sürecin belli bir aşamasında orta öğrenimde yüz yüze eğitime yeniden başlandı fakat salgın kapsamında gerekli önlemler alınmadığı için okullarda vaka sayıları hızla tırmanışa geçti. Okulların kapıları yeniden kapatıldı.

Bütünlüğü içerisinde bu tablo, üniversite gençliği açısından da eğitim hakkının açık gaspı anlamına geliyordu. Bu durum gençlik kitleleri içerisinde alttan alta biriken tepki ve öfkenin mayalanmasına yol açtı. Eğitim ve yaşam hakkı yok sayılan, geleceksiz bırakılan gençlik kitlelerinin öfkesi sık sık sosyal medya mecralarında yapılan paylaşımlara yansıdı.

Boğaziçi çıkışı ve gençlik hareketi

Bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan gençlik eylemlerinin gerisinde, yukarıda genel çerçevesini ortaya koyduğumuz sorunlar yumağı yer almaktadır. Kayyım rektör atanmasına karşı patlak veren Boğaziçi çıkışı, uzun süredir gençlik örgütlerinin pratiğine sıkışan gençlik hareketi için tam da bu nedenle bir sıçrama tahtası olabilmiştir.

Altı çizilmesi gereken bir başka nokta şudur: Boğaziçi eylemleri daha ilk gününde kendi dar sınırlarını aşarak üniversite gençliğinin geniş kesimleri tarafından sahiplenilmiş, birleşik bir harekete dönüşmüştür. Gerçekleşen eylemlere bir dizi üniversiteden yüzlerce öğrencinin ortak talep ve özlemleri ile katılması bunun en dolaysız göstergesidir. Eylemlerin çeşitlenmesi, henüz sınırlı da olsa ODTÜ gibi başka üniversitelere doğru yayılması da bu olguyu gözler önüne sermektedir.

Bunda ilk çıkışın önemi ve değeri elbette yadsınamaz. Fakat, şu ya da bu gerekçe ile mevcut hareketi yeniden Boğaziçi Üniversitesi’nin içerisine hapsetme eğilimi, yakalanan ivmenin kırılmasından, hareketin bölünüp parçalanmasından başka bir sonuç yaratmayacaktır. Ne yazık ki hareketin içerisinde bu eğilimi temsil edenler azımsanmayacak orandadır. Boğaziçi öğrencilerinin güçlü çıkışı, eylemlerin ve taleplerin meşruluğu, eylemin toplum çapında yarattığı etki, bunların bu anlamlı çıkışın kitleselleşmesi ve daha ileriye taşınmasının olanaklarını sunması, bu eğilimi taşıyanları kaygılandırmaktadır. Daha geniş gençlik kesimlerini harekete geçirecek, politikleştirecek ve faşist rejimle karşı karşıya getirecek bir eylem/mücadele çizgisi onları korkutmakta, değişik argümanlarla eylemliliği kendi dar sınırları içine hapsetmeye çalışmaktadırlar. Gözaltına alınanların daha güçlü bir biçimde sahiplenilememiş olmasının gerisinde de bu zayıflık vardır.

Dolayısıyla, yeni bir ivme yakalayan gençlik hareketinin en önemli zaafiyet alanı önderlik boşluğudur. Bir haftalık süreç, politik gençlik örgütlerinin sürece hazırlıksız yakalandığını ortaya koymuştur. Tam da bu nedenle, Boğaziçi’nde patlak veren ve hızla bu sınırları aşan bir gençlik hareketine yön vermek konusunda ilk anda yetersiz kalınmıştır. Halihazırda hareketin önünü açacak ve ileriye taşıyacak bir önderlik pratiği sergileme planında belirgin bir zayıflık sözkonusudur. Yansıyan olgular, gençlik örgütlerinin harekete yön vermek konusunda bir belirsizlik içerisinde olduklarını göstermektedir. O halde yapılması gereken ortadadır: Hareketin önünü açmak ve ileriye taşımak için, kolektif bir önderlik düzeyinin yaratılması!

Bu ise öncelikle, gençlik kitlelerini ortak bir eksende buluşturacak politikaların belirlenmesi, taleplerin saptanması ve buna uygun eylem ve etkinlik programının oluşturulması demektir. Açıktır ki Boğaziçi çıkışı, daha en başından, üniversiteleri hedef alan iktidara karşı politik bir muhteva taşımaktadır. Temel ekseni özerk-demokratik üniversite talebine oturmaktadır. Buradan hareketle, politik gençlik örgütlerinin bu temel talep etrafında bir araya gelmesi ve hareketin genelini bu talep etrafında birleştirmesi elzem bir yerde durmaktadır. Bunun için ilk olarak yapılması gereken, harekete dahil olan tüm dinamiklerin bir araya geldiği, süreci ve sonrasını değerlendirdiği, kararlar aldığı bir “Özerk-demokratik üniversite için gençlik forumu” toplamaktır. Bu tür oluşumların giderek okullara doğru inşa edilmesi, harekete örgütlü bir form kazandıracaktır.

Zira, politik gençlik örgütlerinin dışında kalan gençlik kitleleri büyük oranda örgütsüzdür ya da okul eksenli örgütlenmelerde kendilerini ifade etmektedir. Yukarıda tanımlanan türden merkezi-yerel oluşumlar, örgütsüz gençlik kitlelerinin mücadele ile daha güçlü bağlar kurmasını sağlamakla kalmayacak, zamanla örgütlü ve bütünlüklü bir sürecin parçası haline getirecektir. Birleşik, kitlesel ve militan bir gençlik hareketinin kalıcı mevzileri ancak bu şekilde inşa edilebilir.

Toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği: Gençlik hareketi

Yaşanan son gelişmeler, gençlik kitleleri içerisinde gelişen mücadele dinamiklerini ortaya koymuş ve gençlik hareketinin toplumsal mücadelelerde nasıl bir yer tuttuğunu bir kez daha gözler önüne sermiş bulunuyor.

AKP-MHP iktidarı bu gerçeğin farkında olduğunu, eylemler daha ilk başladığında sergilediği pervasız saldırılarla gösterdi. Gerçek dinamiklere dayalı bir patlamayı çıplak baskı ve zorla ezemeyeceğini Haziran Direnişi’yle görmüş bulunan iktidar, doğrudan politik gençlik örgütlerini hedef alan bir saldırı süreci başlattı. “Terör” demagojisini devreye sokarak, gençlik hareketi üzerinden toplumsal algıya yön vermeye çalıştı. Genç insanları hedef alan insanlık dışı saldırılarını toplum nezdinde meşrulaştırmak için her türlü kirli aracı devreye soktu. Dinci-faşist iktidarının tüm bu saldırılardan beklediği sonuç ise şudur: Mücadeleyi bölmek, Boğaziçi’ni yalıtmak, gençlik örgütlerini ezmek ve eylemleri adım adım sönümlendirmek!

Görünen o ki, gençlik kitleleri içerisinde biriken öfke ve mücadele potansiyeli AKP-MHP rejimini fazlasıyla ürkütmüş durumda. Zira, eğitim ve yaşam hakkını gasp ettiği, geleceğini kararttığı, en temel demokratik haklarını ayaklar altına aldığı gençlik adeta burnundan soluyor. İktidara boyun eğmiyor ve koşulları oluştuğunda nasıl bir mücadele dinamiği taşıdığını eylemli bir şekilde ortaya koyuyor.

Sınıf devrimcilerinin Haziran Direnişi sonrasında gündeme getirdiği Devrimci Gençlik Birliği politikası, tam da bu dinamikleri kucaklama ve örgütleme bakışının bir ürünü idi. Bugün de yapılması gereken, gençlik mücadelesinin yakıcı bir şekilde ihtiyaç duyduğu böyle bir örgütlenme ile gençlik kitleleri içerisindeki dinamikleri kucaklamaktır. Bu başarıldığı ölçüde, bugünden yarına uzanan süreçte birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketini geliştirmenin zeminleri de oluşup güçlenmeye başlayacaktır.