26 Mayıs 2020
Sayı: KB 2020/Özel-3

Pandemi ve sendikal düzen
DİSK ne yapıyor?
Tekstil sektöründe küresel kriz...
Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gerçeği
Meslek odalarına yönelik saldırılar gündemde
AKP-MHP rejiminin kayyım darbesi
Koronavirüs salgını ve kadın emeği
Çocuk istismarı ve çürüyen düzen gerçekliği
İstanbul’daki üniversitelerin online eğitim karnesi
Metal Fırtına 5. yılında… “İşgal, grev, direniş!”
Metal Fırtına ve sol hareket
Daha güçlü fırtınalar için taban komiteleri şart!
Sendikal bürokrasiyi aşarak yeni fırtınalara hazırlanalım!
Sermaye düzeninin “yeni normali”...
“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”
Pandemi ve “Yeni Küresel Düzen” arayışları
Balkanlar’da derinleşen çatışma dinamikleri
Kapitalist sistemde beslenme ve bağışıklık sorunu
Korona salgını, çekirge istilası ve açlık tehlikesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sendikal bürokrasiyi aşarak yeni fırtınalara hazırlanalım!

C. Berkay

 

Metal Fırtına’yı hatırlamak, sınıf mücadelesinin güncel seyrini değerlendirmek açısından önem taşıyor. Metal işçilerinin yaşadığı tüm sorunlar olduğu yerde duruyor. Sermayenin azgın emek sömürüsü, iktidarın yasak ve baskıları, ihanetçi-işbirlikçi ve uzlaşmacı sendikacılık…

Direnişi kırmak için elinden geleni ardına koymayanlar, bugün de işçileri ölümle burun buruna çalışmaya terk ettiler. Mevcut çalışma rejimini reddetme gücü bulamayan sendika bürokratları, mücadele isteği ve iradesinin yansımadığı göstermelik açıklamalar ile yetiniyorlar. Burjuvazi ile karşı karşıya gelmekten özenle uzak duruyorlar. Virüsün fabrikalarda hızla yayılması karşısında burjuvaziye akıl veriyorlar. İşçilerden yana yükselen ücretli izin talebini duymazlıktan geliyor, burjuvazinin cebine dokunmadan işçilerin biriktirdiği fonları çare olarak sunuyorlar. 1 Mayıs haftasında yaşananlar ise tek kelimeyle tükenmişlik...

Metal Fırtına’yı hatırlarken...

Sınıf hareketinin devrimci geleceği olan Greif Direnişi birçok bakımdan yeni bir yol açtı. İşçilerin örgütü olması gereken sendikanın işbirlikçi-ihanetçi bürokratların toplandığı bir kuruma dönüştüğü bilinciyle hareket edildi. Çürümüş bu anlayışa ciddi bir darbe vuruldu. Gücünü fark eden işçinin neler yapabileceği görüldü.

Metal sektöründe de daha organize olmuş çete sendikacılık ya da bürokratik icazetçiler egemendi. Sendikal bürokrasi mücadelenin önünde ciddi bir engeldi. Yıkılması, hiç olmazsa sarsılması gerekiyordu. Mücadele başladığında eskiyi savunanlar, sahip oldukları konumu sarsacak her direnişe karşı çıktılar. İşgal, grev hareketlerinin yayılması en büyük korkularıydı. 

Kara propaganda ve fiziki saldırılar gecikmedi. “Kötü örnek” derhal yok edilmeli, tecrit edilmeli, hiç değilse en dar sınırlarda tutulmalıydı. Başta izleyici kalmayı tercih edenler de açığa çıkan enerjiyi pasifze etmeye çalıştılar, başarılı olamayınca da “maceracılık”la suçladılar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, fırtına geliyor, önündeki engelleri sarsıyordu. Böyle gelmiş olsa da, böyle gitmeyecekti. Bir kıvılcım çakmak yetmişti. Metal işçisi sefalet sözleşmesine, işbirlikçi-ihanetçi sendikal anlayışa isyan etti. Sendikaları çetevari yöntemler ile yönetenlere karşı hesap sorma bilinci ve kararlılığı gelişti. İşçi kanı döküldükten sonra işçiler toplu olarak Türk Metal’den istifa etmeye başladılar.

Ne değişti?

İşçi sınıfının mücadele tarihinde sendikalar önemli bir yer tutmuştur. Sendikaların sınıf bilinci ve mücadelesine katkısı tartışmasızdır. Ancak burjuvazinin müdahaleleriyle, işbirlikçi ve uzlaşmacı sendika bürokratları eliyle işçi sınıfı denetim altına alındı. Sendikalar zamanla düzen siyasetinin farklı renklerinin arka bahçesi oldular. 

Bugün sendikal örgütlülük bakımından metal sektörü en büyük orana sahip. Sektörün en büyük fabrikalarının büyük kısmında faşist darbenin desteğini arkasına almış olan Türk Metal örgütlü. Burjuvaziye her türlü uşaklığı yapmakta üstüne yok. 

Türk Metal, 2015 direnişinden kendine göre “dersler” çıkardı. İhanetçi-işbirlikçi anlayış ayakta kaldıkça rötuşlar yapmak çok zor olmayacaktı. Ayağa kalkmış metal işçilerinin sınıf bilincini kuşanmış öncülerden ve taban örgütlenmelerinden yoksunluğuna, düşman cephesinin sınıfı bölüp parçalama planları ve ayak oyunları vb. eklenince, hareketin geriye çekilmesi kaçınılmazdı. Bundan sonra Türk Metal, “ben değiştim, artık eski Türk Metal değilim” yalanlarına başvurdu. “Üyelerimizin sorunlarını dinleyeceğiz, bizde de sendikal demokrasi var” diyerek göstermelik temsilci seçimleri yapması, metal işçisinin direnişinin ürünüydü.

Sözleşme dönemlerini sessiz-sedasız geçirmeyi adet edinmiş Türk Metal, artık yeni dönemde bunun kolay olmadığının farkında. Metal Fırtına öncesinde işçilerin metal sözleşmesinden haberi olmaz, eylemli tepkileri gündeme getirilmezdi. MESS ile yapılan görüşmeler usül gereği idi. Zam oranı önden belli olurdu. Başkan imzayı atar, “hayırlı olsun, üretiyoruz, kazandırıyoruz” der, kenara geçerdi. Sonrası, metal işçisini iki-üç yıl boyunca bekleyen kölelik koşulları… Boyun eğmeyip hakkını aradığında, ya işten atılır, ya fişlenir, ya da kirli icraatların hedefi olursun.

2015 sonrasında iki toplu sözleşme dönemi yaşandı. Her iki dönemde de sözleşme taslaklarına dair anketler yapıldı, fabrika içinde ve dışında eylemler örgütlendi. Üretime dokunmayan göstermelik eylemler yapıldı. Türk Metal’in “mecburen” yaptığı eylemlerde yer aldıkça, işçiler bu eylemlerin sınırlarını görüyorlar. Bilinç planındaki sınırlarına rağmen, etkili eylemler için sendikayı zorluyor, baskı altına almaya çalışıyorlar.

2014 TİS’inde yer alan üç yıllık sözleşme maddesinin 2017 TİS’inde geri çekilmesi de, Metal Fırtına’nın geleceğe bıraktığı kazanımlardan biriydi. Aynı düzeyde olmasa da 2019-2021 TİS döneminde de benzer eylemlere tanık olduk. Zaman zaman işçiler arasında bile alay konusu haline gelen cep çıkarma, maske takma vb. saymazsak, yapılmak zorunda kalınan eylemlerin Metal Fırtına’nın ürünü olduğunu söyleyebiliriz.

Bürokratik-icazetçi anlayış çıkmazda...

Birleşik Metal-İş cephesinde ise sürekli geriye giden bir süreç işliyor. Metal Fırtına öncesinde ve sonrasında sergilediği gerici tutumlar devam ediyor. 

Hatırlayacak olursak, 29 Ocak 2015 grevi metal işçilerinde büyük bir umut yaratmıştı. Bir grup işçi bölüğünün istek ve iradesi, Gebze mitingine katılan diğer sınıf kardeşlerini grev kararlılığına dahil etme çabası ve sonucunda bu kararı aldırması, yeni bir ayağa kalkışın işaretleriydi. Özellikle Greif Direnişi’ne tanık olan işçilerin, benzer mücadeleyi kendilerinin de verebileceğine dair inancı artmıştı. Ancak, grevin yasaklanması ve sendikanın boyun eğmesi, yanı sıra direnişçi işçilerin deneyimsizliği, politik geriliği vb. nedenler sürecin sonlanmasına neden oldu.

Metal Fırtına sürecinde de Birleşik Metal-İş bürokratları her ileri adımı karaladı, hareketi geri çekmeye çabaladı. Nasıl Bosch işçilerini mahkeme koridorlarında yetki belgesi peşinde yıprattılarsa, aynı yolu deneyerek fırtınayı da durdurabileceklerini sandılar. Türk Metal’e ders veren metal işçilerinin, diğerlerine (BMİS’e) de güveni zayıftı. Onların da birçok sınıf kardeşini Türk Metal’e karşı mücadelesinde defalarca yalnız bıraktığını biliyorlardı.

Birleşik Metal, grevleri yasaklayan burjuva iktidara karşı direnmek yerine ek protokoller ile süreçleri bağlamaya çalıştı. Grev hakkının mahkemelere teslim edilmesinin hiçbir anlamı olmadığı son sözleşme sürecinde anlaşıldı. 5 Şubat grevini yaptırmamak için atmadıkları takla kalmadı. Kayyum başkanlar atayanlar, sendikal demokrasiden, kurullardan, komisyonlardan bahsetmekten de geri durmadılar. 

Bütün bunları yapan bürokratlar sonra da, Kavel Direnişi’ni, 15-16 Haziran Direnişi’ni sahiplenmekten söz ediyorlar. Kimi kandırıyorlar? Kavel işçileri, 15-16 Haziran Direnişi’yle ayağa kalkan işçiler yasalara göre mi hareket ettiler? Tam tersine onlar kendi yasalarını, sınıf mücadelesinin yasalarını hayata geçirdiler. Fiili meşru mücadeleleri sayesinde sendikalarını kordular ve burjuvaziye korku saldılar. 

Sendika bürokratlarının tutumları şaşırtıcı değil. Yaptıklarının siyasal-sınıfsal bir mantığı var. Onlar burjuvazinin çizdiği sınırları ihlal edemezler, zira sosyal-siyasal konumları buna izin vermez. Aksi takdirde konumlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar.

Geçtiğimiz yıl Türk Metal ile Birleşik Metal arasında imzalanan protokol, metal işçisine ihanetin yeni bir aşaması oldu. Sarı sendika diye suçladıkları Türk Metal ile kol kola girerek, uluslararası platformlardan tecrit edilmiş bu mafyatik yapının yolunu açtılar. Dahası, birbirlerinin örgütlü olduğu fabrikalarda sendikal çalışma yürütmeme yönünde karar aldılar.

Çelik-İş ise, Metal Fırtına sürecinde oynadığı uğursuz rolünü oynamaya devam ediyor. Direnişin ön cephelerinden biri olan Tofaş’a girmesi, direnişin bölmesinin etkili bir yolu oldu. MESS için Çelik İş’in varlığı, bir süre için de olsa, Tofaş işçilerini denetim altında tutmaya yaradı. Sürecin sonunda Türk Metal’in fabrikalara geri dönmesiyle Çelik-İş, görevini layıkıyla yerine getirmiş olmanın huzuruyla aradan çekildi. İktidar yanlısı kimliğini açıkça ortaya koymaktan çekinmeyen bu sendika, MESS için “yedek lastik” olarak iş görmeye devam ediyor.

Sendika değiştirmek çare mi?

Metal işçilerinin yakın dönem mücadelesinde, sendikal bürokrasi gerçeği mücadeleyi tetikleyen bir etmen olmuştur. Bürokrasiye öfke duyan işçiler birçok kez bir sendikadan diğerine geçerek sorunların çözüleceğini düşünmüşlerdir. Ancak, “söz, yetki ve karar”ın işçilerde olmadığı, taban örgütlülüklerinden ve sınıfının çıkarlarını savunan bir önderlikten yoksunluk koşullarında, A çatısından B çatısına taşınmak ne fark eder ki? İşçilerin karşısına bu defa sendika bürokrasisinin başka bir rengi çıkmaktadır. Türk Metal’den istifa ile sınırlı kalındığı, taban örgütleri yaratılmadığı koşullarda, aynı Türk Metal dönüp dolaşıp, burjuvazinin sunduğu imkânları da kullanarak yetkiyi yeniden alabilmektedir.

Yeni anlayışın sonucu yeni bir sendika

Metal Fırtına sürecinde, mevcut sendikacılığa güven kalmaması nedeniyle, işçilerin inisiyatifinde yeni bir sendika kurma isteği kısa sürede yaygın kabul gördü. “Söz, yetki ve karar”ın işçide olduğu, demokratik seçimlerle işçi temsilcilerinin belirlendiği, aidatların düşürüldüğü bir sendika olmalıydı bu. Türk Metal’e ve diğerlerine mahkûm olmamak için gerekliydi bu. Fabrikalar Arası Kurul bu yolda atılan önemli adımlardan biriydi. Ancak MESS, Türk Metal, BMİS ve devlet baskısıyla bu adım birçok kez sekteye uğratıldı. Sonuçta bir grup işçi harekete geçerek yeni sendikanın temellerini attı. Yeni sendikanın kurulması, sınıf hareketinin verili düzeyinin de etkisiyle halihazırda metal işçilerinin sorunlarının çözümü olamasa da, bir işçi sendikasının sahip olması gereken ilkeler ortaya konulmuş bulunuyor.

Sendikalar öz örgütlülüklerimiz olmalıdır!

Sınıfın örgütlenmesinde sendikaların önemli bir işlevi yerine getirdiği, işçi sınıfının mücadele tarihinde sendikaların önemli roller üstlendiği biliniyor. Sendikaların bugün düşürülmüş bulunduğu durum geçicidir. Sendikaların tepesine çöreklenmiş bürokratlar defedilerek onların işçi sınıfının öz örgütlenmeleri haline getirilmesi; bunun olanaklı olamadığı koşullarda işçi sınıfının çıkarlarını savunacak sendikal mevzilerin yaratılması ya da var olanların güçlendirilmesi gerekiyor.

Metal Fırtına’dan beş yıl sonrasında işçi sınıfını yeni bir mücadele dönemi bekliyor. Virüs pandemisinin ekonomik, sosyal ve siyasal sonuçlarını önümüzdeki günlerde daha fazla konuşmaya başlayacağız. İşçi sınıfının ölüm-kalım savaşı verdiği bu zorlu dönemden ayakları üstünde çıkabilmesi, örgütlülüğünü güçlendirmesiyle; işçi inisiyatifine dayalı devrimci taban örgütlülüklerinin yaratılması, “söz, yetki ve karar”ın işçilerin elinde toplanmasıyla mümkün. Metal Fırtına’nın en önemli derslerinden biri budur.

Metal Fırtına, işçi sınıfının burjuvaziyle olan kavgasında, sendikal zeminde dahi sınıfın örgütlülüğünün tayin edici önemini ortaya koymuştur. Metal işçileri onbinler halinde harekete geçebilseler de, sermayenin ve Türk Metal çetesinin karşısına örgütlü bir güç olarak dikilememişlerdir. İşçi sınıfını bekleyen yeni mücadele döneminde bu zaafiyetin aşılması hayati önemdedir.