26 Mayıs 2020
Sayı: KB 2020/Özel-3

Pandemi ve sendikal düzen
DİSK ne yapıyor?
Tekstil sektöründe küresel kriz...
Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gerçeği
Meslek odalarına yönelik saldırılar gündemde
AKP-MHP rejiminin kayyım darbesi
Koronavirüs salgını ve kadın emeği
Çocuk istismarı ve çürüyen düzen gerçekliği
İstanbul’daki üniversitelerin online eğitim karnesi
Metal Fırtına 5. yılında… “İşgal, grev, direniş!”
Metal Fırtına ve sol hareket
Daha güçlü fırtınalar için taban komiteleri şart!
Sendikal bürokrasiyi aşarak yeni fırtınalara hazırlanalım!
Sermaye düzeninin “yeni normali”...
“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”
Pandemi ve “Yeni Küresel Düzen” arayışları
Balkanlar’da derinleşen çatışma dinamikleri
Kapitalist sistemde beslenme ve bağışıklık sorunu
Korona salgını, çekirge istilası ve açlık tehlikesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP-MHP rejiminin kayyım darbesi

 

Koronavirüs salgını gündemi meşgul ederken, dinci-faşist rejim rezil icraatlarını aksatmadan sürdürüyor. Bu icraatlardan biri de Kürt halkının tercih ettiği belediye başkanlarının zorbalıkla görevden alınması, bir kısmının ise zindanlara kapatılmasıdır. “Milli irade” lafını bıktırırcasına tekrarlayıp duranlar, Türkiye’de en yüksek oylarla seçilmiş belediye başkanlarını -tıpkı faşist askeri cuntalarda olduğu gibi- kolluk kuvvetleri marifetiyle görevden alıyorlar.

Irkçı-faşist zorbalığa rağmen HDP geçen yerel seçimlerde 3’ü büyükşehir olmak üzere toplam 65 belediye kazandı. Saray rejiminin şeflerini diken üstünde bırakan Kürt hareketinin bu başarısı, iktidarın ilkel-intikamcı saldırısıyla yok edilmek isteniyor. Bu faşist yöntemi daha önce de uygulamışlardı, ancak seçim sonuçları pek değişmemişti. Tüm ayak oyunlarına rağmen Kürt halkı rejimin istediği yönde tercih yapmadı. İnadına HDP’li adayları seçti.

***

Son kayyım saldırısının ardından HDP’li 40 belediye başkanı görevden uzaklaştırılmış oldu. Kayyım diye atananlar farklı görevlerde bulunan dinci-faşist zihniyetin tetikçileridir. Böylece rejim, Kürt kentlerinin ve beldelerinin yerel yönetimlerini darbeci bir yöntemle ele geçiriyor. Ancak olay bununla bitmiyor. Her kayyım atamasını bir sürek avı takip ediyor. Kolluk kuvvetlerini sokaklara salan devlet gece yarıları evleri basıyor, insanları zindanlara kapatıyor. Yetmiyor, belediyede çalışan emekçileri işten atıyor, belediyenin katkılarıyla yapılan kültürel, sanatsal, sosyal etkinlikleri sabote ediyor…

Görüldüğü gibi kayyım atamaları Kürt hareketini pasifize etme hırsının yansıması olduğu gibi, Kürt halkının iradesini hoyratça çiğneme ilkel-güdüsünün de bir dışavurumudur. Irkçılığın, keyfiyetin, zorbalığın, riyakarlığın karşımı olan bu saldırganlığa, yazık ki pek tepki gösterilmiyor. Düzen yargısı sarayın aparatı durumuna itildiği için, yasal zeminde bir şey yapılamıyor. Kürt halkı ise, seçtiği başkanların maruz kaldığı saldırıyı fiili-meşru bir direnişle engelleyemiyor. Kürt hareketinin tepkisi de belli sınırlarda kalıyor. Düzen muhalefeti ise ya zımnen destekliyor ya da izlemekle yetiniyor.

***

Amerikancı İslamcıların en ayırt edici özelliklerinden biri, gerçeği itibarsızlaştırma konusunda sınır tanımamalarıdır. İlke, değer, ahlak vb.nin zerresini taşımadıkları için gerçeğin yüz seksen derece zıddı olanı “mutlak gerçek” diye sunabiliyorlar. Darbe ve darbecilik konusu ise en çok kullandıkları retoriklerden biridir. Oysa onların önünü açan 12 Eylül faşist cuntasıdır. Nitekim hem 12 Mart hem 12 Eylül darbelerini desteklediler. Buna rağmen her zaman kendilerini “darbe mağduru” diye pazarlıyorlar.

Son günlerde piyasaya sürülen darbe tartışmaları, kepazelikte hiçbir sınırlarının olmadığını bir kez daha ispatladı. Yapay bir darbe tartışması başlatıp gündemi işgal ettiler. Oysa birçok icraatları faşist cuntaları aratır cinstendir. Tam da yapay darbe zırvalarıyla ortalığı işgal ettikleri günlerde, HDP’li 5 belediye başkanına karşı ‘kayyım darbesi’ yaptılar. Yine ev baskınları, yine gözaltılar, yine işten atmalar, yine tutuklamalar…

***

Kayyım darbesi, yerel yönetimlerin hareket alanlarının bu düzende ne kadar güdük olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu, elbette yerel yönetimleri kazanmak için çaba harcamaktan vazgeçmeyi gerektirmiyor. Ancak durum bu iken, yerel yönetimlere dayanaktan yoksun büyük anlamlar atfetmek de abesle-iştigaldir.

Yerel yönetimlerin kolluk kuvvetlerinin marifetiyle etkisiz hale getirilmesi, yalın bir geçeği yeniden hatırlattı: demokratik mevziler yaratmanın da hak kazanmanın da kazanımları korumanın da yolu kitlelerin fiili-meşru mücadelesinden geçer. Yani bu düzende güvence altına alınmış bir kazanım yoktur. Diğer bir ifadeyle demokratik hakların güvence altına alınması için bile kapitalist sistemin parçalanıp yıkılması şarttır.

 

 

 

 

 

Rejimin savaş tehditleri Libya’ya uzandı

 

AKP-MHP rejiminin savaş çığırtkanlığı ne koronavirüs salgını ne ekonomik kriz tanıyor. İçeride beka krizi yaşayan rejim, savaş kundakçılığı yaparak binlerce mil ötedeki Libya’yı tehdit ediyor. O kadar pervasız ki, hem savaşa giriyor hem çatışmaları körüklüyor hem ateşkes çabalarını baltalıyor hem de Libya’dan bir parça koparmak istiyor. Ancak bu kadarı bile saray rejiminin histerisini dindirmiş görünmüyor. 

***

Koronavirüs salgını yayılırken Libya’da çatışan tarafların ateşkes ilan etmeleri için girişimlerde bulunuldu. Saray rejimi destekli Trablus’taki kukla hükümet ateşkes önerilerini reddetti.

Trablus’taki kukla el Serrac hükümeti, Türk ordusunun da katkılarıyla Ramazan ayı başladığında savaşı şiddetlendirdi. Saray rejiminin doğrudan savaşa dahil olması, kukla hükümetin bazı bölgeleri ele geçirmesine fırsat sağladı. General Hafter’e bağlı güçler, Türk ordusunun saldırıları sonucu kayıp vererek bazı bölgelerden çekildiler. Savaşta doğrudan taraf olan AKP-MHP rejimi, uluslararası anlaşmaları ayaklar altına aldı. Zira BM Libya’ya silah satışını yasaklamışken, saray rejimi ordusuyla savaşa dahil oldu.

Bu pervasızlığa tepki gösteren Halife Hafter’e bağlı güçler bir açıklama yaptı. Açıklamada, “işgalci güç” diye nitelenen Türk ordusu mevzilerinin hedef alınacağı belirtildi.

H. Hafter’e bağlı güçlerin açıklamasını savaş çığırtkanlığını yükseltmek için bir fırsat sayan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, “Libya’daki Türk çıkarlarının hedef alınması halinde bunun çok ağır sonuçları olacak ve darbeci Hafter unsurlarını meşru hedef telakki edeceğimizi bir kez daha hatırlatıyoruz” tehdidini savurdu.

Bu tehdidin savaşı daha da şiddetlendirmek dışında bir işlevi olamaz. Zira Türk ordusu zaten Hafter güçlerini hedef alıyor. Son çatışmalarda Trablus’taki kukla hükümetin “başarısı” saray rejimi ordusunun doğrudan savaşa katılmasının sonucuydu. H. Aksoy’un savurduğu tehdit, zaten savaşın içine batmış bulunan saray rejiminin içine yuvarlandığı histerinin ne kadar şiddetli olduğunu gözler önüne seriyor.

Milyonlarca emekçiyi sefalete sürükleyen AKP-MHP rejimi, Suriye’den sonra Libya savaşına da batarak, milyarlarca lirayı bu işgalci savaşlarda çarçur ediyor. Salgına karşı sözde önlem alırken işçi sınıfı ve emekçileri yok sayan bu rejim, şimdi de milyarlarca lirayı savaşa akıtarak emekçilerin sefaletini daha da derinleştirecek adımları pervasızca atıyor. Elbette bu histerinin en ağır bedelini Libya halkı ödüyor.