18 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-14

Yayılmacı hevesler ve iflas tablosu
Pandeminin seyri ve baskı ortamı
Saray rejiminin sahte pandemi önlemleri
Kapitalizmde yaşam işçiye adil değil
İşçi eylem ve direnişlerinden…
“Bizim kazanımımız tüm işçilerin kazanımıdır!”
Sinbo’da Covid-19 ve ağır sömürü...
Devrimci sendikal anlayışa saldırmaktan vazgeçin!
İşçi Ahmet öldü, sen neyi bekliyorsun?
Parti Programı’nı sunuş konuşması - Mustafa Suphi
İstanbul’da Komünist ve İşçi Hareketi - Ethem Nejat
Türkiye’de Kadınlık Hareketi hakkında - Naciye Yoldaş
Sömürgeler sorunu hakkında konuşma - Hilmioğlu İsmail Hakkı
BAE-İsrail anlaşması...
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Özerk-demokratik üniversite için mücadeleye!
AKP sorumluluğu öğrenci ve velilere yıkma peşinde
Ape Musa Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşıyor
Ölümünün 35. yılında Ruhi Su’yu saygıyla anıyoruz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Ölümünün 35. yılında Ruhi Su’yu saygıyla anıyoruz

 

“Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben yalnız türkü söylemiyorum ki. Bu söylediğim türkülerle, aynı zamanda, çağdaş Türk toplumunun lied’lerini söylüyorum. Ben türkü söylerken sazım ne benimle yarışır, ne de türkülerle. Bize yalnızca eşlik eder, bizi tamamlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz böyle saygılı bir uyum içindedir. Burada bir şeye daha değinmek istiyorum. Sanatçı da tıpkı bir çiftçi, bir demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatı ile ekmek yiyebilmelidir.”

Ruhi Su

***

Zalimin zulmü karşısında direnişin ve emeğin sesi olmuş bir devrimci sanatçıdır Ruhi Su. Yıllar boyunca birçok nesil Ruhi Su’yu dinleyerek devrimci mücadeleyle bağ kurdu. Bu ulu çınar, Nazım Hikmet’in şiirlerini ilk besteleyen sanatçıdır. Halk müziğini çağdaş batı tekniği ile yorumlayan devrimci sanatçı her daim mücadelenin sesi olmuştur.

“Bir garip yetim” Mehmet

Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van’da doğar. Ermeni olduğu ve ailesini 1915 soykırımında yitirdiği rivayet edilir. Kendi anlatımıyla, “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biridir”. Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktür. Çocuğu olmayan, yoksul bir ailenin yanına verilir.

Mehmet altı yaşına geldiğinde, Adana, İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilir. Bu işgalin ardından Adana’da yaşayanlar toplu olarak Toros Dağları’na kaçarlar. Bu göç, “kaç-kaç yılları” olarak anılır. Mehmet de amcası ve yengesiyle bu göçün içerisindedir. Kaç- kaç yılları boyunca Mehmet çobanlık yapar, hayvanlarla ilgilenir, tarlada çalışır. Amca ve yengesinin onu terk etmesi üzerine Mehmet öksüzler yurduna verilir. Burada müzik yaşamı başlar. Bir yıl sonra öksüzler yurdunun müzik öğretmeni, yurda bir keman aldırtıp, Mehmet’i kemana başlatır. Dördüncü sınıfta kemana başlayan Mehmet, böylece, klasik müziğe de ilk adımını atmış olur.

1925 yılında Ankara’da bulunan Müzik Öğretmen Okulu sınav çağrısı yayınlar. Adana Öksüzler Yurdu’ndan dördüncü sınıf öğrencisi Mehmet ve beşinci sınıftan Şaban sınava girerler. Mehmet sınavı kazanır, Şaban kazanamaz. Okul Müdürü Mehmet’i çağırarak, “Sen bir sene daha bu okulda okuyabilirsin ama Şaban açıkta kalır, bu yıl onu kazanmış gibi gösterelim, sen nasılsa seneye yine sınava girersin” der. Mehmet kabul eder. Fedakârlık bilinci ile arkadaşının açıkta kalmaması için o sene müzik okuluna gidemez. Bu sırada, öksüz yurtlarına bir başka bildiri gelir: “Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek.”

Ruhi Su o günleri de şöyle anlatır:

“Bize bunu duyurdular. Çok üzüldüm ama yerimi Şaban’a verdiğime hiç pişman olmadım. Yeniden müzik öğretmen okuluna nasıl gideceğimi düşünmeye başlarken, askeri okula gitme hazırlıklarımız başladı. Doktor kontrolünden geçtik. Göz muayenesinde az görüyormuşum numarası yaptım ama sağlam olduğuma karar verdiler.”

Mehmet, askeri okulda da kantinde, yatakhanede keman çalmaya devam eder, ta ki bir gün komutan kemanını kırana dek. Daha sonra pişman olan komutanın bir kefaret gibi ödemek istediği “keman parasını” reddeder.

Başkaldırışlarla, sarsıntılarla dolu hayatı boyunca en büyük tutkusu olan müziğin peşinden gider Ruhi Su. Müzik Öğretmen Okulu’na girer. Müzik Öğretmen Okulu’ndan, Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar. Aynı zamanda müzik öğretmeni olarak da İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde çalışır. Ruhi Su hayatı boyunca her zaman birden çok uğraşı bir arada sürdüren emekçi bir ozan olmuştur. Devlet Operası’nda opera sanatçısı olarak çalışmaya başlar. Madam Butterfly’dan La Boheme’e Figaro’nun Düğünü’ne kadar pek çok operada oynar.

Kavganın yasaklı sesi

1950’li yıllara gelindiğinde Türkiye topraklarında işçi sınıfı mücadelesi grev ve direnişlerle yükselmiştir. Ruhi Su da bu dönemde TKP tutuklamalarında komünizm suçlamasıyla gözaltına alınarak tutuklanır. Yıllar sonra özgürlüğüne kavuşunca Ruhi Su’nun türküleri her yerde duyulur. Ezgili Yürek’in sesi her geçen gün ünlenir. Türkülerini tüm engellemelere, yüzüne kapanan kapılara, yasaklara rağmen işçi sınıfına ulaştırmak için yoğun bir çaba harcar ve hiç vazgeçmez. Sanatını tüm yokluklara rağmen icra etmiştir.

1960’lı yıllara gelindiğinde bir yandan sahneye çıkar diğer yandan halk türkülerini kaydedip, arşivler. Bu arada radyoda da ‘Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’ anonsuyla sunulan bir radyo programı yapar. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Böyle N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle radyodaki işine son verilir. 1975’te Dostlar Korosu’nu kurarak türkülerini gelecek kuşaklara bırakır.

Ruhi Su, türküler üzerindeki en verimli çalışma dönemini zindanlarda geçirir. Bestelediği türkülerin çoğu bu döneme rastlar. Adana Cezaevin’den İstanbul’a kadar, kaldığı her cezaevinde besteleri vardır. Ankara’dan İstanbul’a Sansaryan Hanı’na getirilişini anlatan türkü, “Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde"dir. Ruhi Su’yu İstanbul’dan Adana’ya otobüsle götürürlerken, ikişer kişiyi bileklerinden birbirleriyle zincire vururlar. Bu iki kişi tuvalete bile birlikte gitmek zorundaydılar. “Hasan Dağı, Hasan Dağı Eğil Eğil Bir Bak” türküsü, bu yolculuğun bir ağıtıdır. “Mahsus Mahal” türküsünü Ruhi Su “tabutluk” diye bilinen hücredeyken eşi Sıdıka Su için hazırlamıştır. Hapishanede bu türküler için de işkence görür. Zindanda da türküleriyle direnmeye devam eder.

1978 yılında romatizma şikâyeti ile gittiği hastanede kemik iliği kanseri başlangıcında olduğunu öğrenir. Yurtdışında tedavi olması gerekir ancak 12 Eylül faşist darbesi ile iş başına gelen askeri yönetim pasaport başvurusunu reddeder. Uzun uğraşların ardından bir defaya mahsus olmak üzere pasaport çıkartılsa da artık çok geçtir. 20 Eylül 1985 günü ise hayatını kaybeder. 22 Eylül’de defnedilen Ruhi Su’nun cenaze törenine binlerce kişi katılır ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüşür. Cenazede 163 kişi gözaltına alınır ve İstanbul siyasi şubede 15 gün tutulur.

***

Ruhi Su’nun ezgilerinde hep işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin soluğu vardır. Büyük ozan, ölümünün 35. yılında işçi sınıfının mücadelesinde türküleriyle yaşamaya devam ediyor. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

K. Düşgör

 

Kaynaklar:

-https://www.ruhisu.org.tr/ruhi-su/

-https://kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/kultur-sanat/ruhi-su-kavganin-hamurunu-turkunun-ak-unuyla-karan-yurek

-https://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/hic-susmadi-o-ezgili-yurek-susmayacak-130176

-https://www.kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/kultur-sanat/muzige-asik-bir-devrimci-ozan-ruhi-su

-http://bianet.org/biamag/sanat/138467-ruhi-su-yuzyillik-oyku

-https://abcgazetesi.com/kalkip-goc-eyleyeli-32-yil-oldu-ama-ruhi-sunun-sesi-bugune-nasil-ulasti-264585