18 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-14

Yayılmacı hevesler ve iflas tablosu
Pandeminin seyri ve baskı ortamı
Saray rejiminin sahte pandemi önlemleri
Kapitalizmde yaşam işçiye adil değil
İşçi eylem ve direnişlerinden…
“Bizim kazanımımız tüm işçilerin kazanımıdır!”
Sinbo’da Covid-19 ve ağır sömürü...
Devrimci sendikal anlayışa saldırmaktan vazgeçin!
İşçi Ahmet öldü, sen neyi bekliyorsun?
Parti Programı’nı sunuş konuşması - Mustafa Suphi
İstanbul’da Komünist ve İşçi Hareketi - Ethem Nejat
Türkiye’de Kadınlık Hareketi hakkında - Naciye Yoldaş
Sömürgeler sorunu hakkında konuşma - Hilmioğlu İsmail Hakkı
BAE-İsrail anlaşması...
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Özerk-demokratik üniversite için mücadeleye!
AKP sorumluluğu öğrenci ve velilere yıkma peşinde
Ape Musa Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşıyor
Ölümünün 35. yılında Ruhi Su’yu saygıyla anıyoruz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İşçi Ahmet öldü, sen neyi bekliyorsun?

 

İşçi Ahmet, borç-harç yapmış, kredi çekmiş bir araba almış. Arabanın borcu bir zincir gibi boynunda, onu sisteme mahkûm etmiş. İşini kaybetmemek için, sermayeye boyun eğmiş. Düşük zamma da kabul demiş, fazla mesailerle geçinmek zorunda kalışına da… İşsizlik sopası sırtında zincirleri kalınlaştıkça kalınlaştırmış. Pandemi yaşamını tehdit etmiş, suskunlukla kabullenmiş. Sermayenin kâr hırsı, hayatını tehdit ederken, çalışıyor olmayı, işini kaybetmemiş olmayı nimetten saymış…

Aldığı arabanın lira cinsinden ederi birkaç ay içinde arttıkça artmıştı. İçten içe sevinmişti, “arabam değer kazandı” diye… Halbuki, arabasının değerlendiği falan yoktu. Değer kaybeden, maaşını aldığı, geçinmek zorunda kaldığı Türk lirasının ta kendisi…

Ne de olsa Berat Albayrak, doların yükselişine karşı “Size ne bundan? Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz?” dememiş miydi? Esas sorun da maaşlarımız dolarla almıyor oluşumuz değil mi zaten? Bu yüzden maaşlarımız günden güne eriyor, borç-harç aldığımız araba değerleniyor sanıyoruz bir de… O arabanın borcu boynumuzda kalın bir zincir olarak durmaya, bizi hareketsiz bırakmaya devam ediyor…

Bu yüzden birçok işçi, fabrikasında pozitif vakalar çıksa da çalışmaya devam ediyor. Ücretsiz izinle açlığı tatmak istemiyor. Zira daha önce aylarca işsiz kaldı ve ölümden beter olduğunu biliyor. Bir çoğumuz “açlıktan öleceğime, virüsten ölürüm” demeye başladı bile…

Ahmet’in de hiçbir önlem alınmadan, ölümüne üretim alanına sürülmesinin sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştı. Nefes alamıyordu artık… Bir işçi olarak zaten nefes alamıyordu, şimdi de pandemiden kaynaklı nefes alamıyor. Borçları, boynunda bir zincir misali, nefes almasını daha da zorlaştırıyor.

Ve aklına, fabrika önünde dağıtılan bildiri gelir Ahmet’in. “Sermayenin kâr hırsı yaşamlarımızı tehdit ediyor!” diyordu bildiride… Şimdi daha iyi anlıyordu bunu. Gecesini gündüzüne katarak çalışmasının karşılığı binip keyfini bile süremediği, borcunu bile ödeyemeden öleceği bir araba, başkalarını zengin etmekle geçmiş bir yaşam olmuştu.

Böylesi bir yaşam, yaşamaya değer miydi, diye düşündü… Sonra o bildiri geldi aklına… Bildirinin mücadeleye çağıran son cümleleri… Ben mücadele edersem, evdekilere kim bakacak, borçları kim ödeyecek demişti bildiriyi okuyunca… Ama şimdi anlıyor ki, mücadele etmezse zaten açlık, yoksulluk ve ölümden başka bir şey yok bu yaşamda…

Solunum cihazına bağlı bir şekilde nefes almakta zorlanırken, televizyon izlemeye devam ediyordu, işçi Ahmet. Televizyona, Erdoğan çıkıyor, müjdeli haberi veriyordu: Karadeniz’de doğalgaz bulduk! Ardından Berat Albayrak: “En kötüsünü atlattık. Ekonomimiz yükselişte” diyor, Süleyman Soylu ise, herkesi terörist ilan edip, işkencecilere sahip çıkıyordu yaptığı konuşmalarda. Aldığı ilaçlardan mı yoksa, izlediklerinden mi bilinmez, işçi Ahmet’in midesi bulanıyordu.

Ahmet TV kanalını değiştirdi fakay bir başka kanalda enflasyon rakamlarından bahsediliyordu. Eylül ayı yıllık enflasyon %11,77 olmuş. Nasıl yani dedi Ahmet. Geçen sene pazara giderken eşine 100 lira veriyordu, şimdi 200 lira verse de dolap boş kalıyordu. Peki bu nasıl oluyor? Geçen gün eve giderken, salata için limon, cacık için hıyar almasını söylemişti eşi. İki limon almıştı manavdan, 3 lira vermişti. Geçen sene yarım kilo limon alabileceğini düşündü işçi Ahmet bu paraya. Hıyarın kilosu ise 5 liraydı.

Sonra kendi kendine kızdı. Senin salataya sıktığın limonla mı, cacığa koyduğun hıyarla mı ölçülür enflasyon diye… Belki de manav Yusuf zamlı veriyordur dedi.

O ara hastanede elektrikler bi gitti, bi geldi. Hemen aklına ödeyemediği fatura geldi. Evde de elektrik kesilecek yakında dedi. Faturalar geçen yıla göre iki kat zamlı geliyordu şimdi. Maaşları ise artmadı desen yeridir…

Elektrikler gelir gelmez televizyonu tekrar açtı. Ekonomi programı devam ediyordu. Cari açıktan bahsediyorlardı. Daha önce bir program da görmüştü. Ülkenin dışsatımıyla dışalımı arasında oluşan açığa deniyormuş cari açık. Bu yıl ilk 7 ayda 21,6 milyar dolar açık vermiş… 21,6 milyar dolar ne kadar eder onu düşünmeye çalışırken işçi Ahmet, hesaplayamayıp, çok para eder de karar kıldı. Ancak ekonominin hiç de denildiği gibi iyi olmadığını da anladı.

Sonra kanalı değiştirdi ama yine bir ekonomi programı çıktı karşısına… 4,1 milyon kişi işsiz diyordu biri. Bir önceki yıla göre işsiz sayısı 152 bin kişi azalmıştı ne de olsa. Ancak, son bir yıl içinde çalışan sayısı da 2 milyon azaldı diye ekledi öteki. İşçi Ahmet, işin içinden çıkamadı. Ortaokulda matematiği zayıftı zaten. Sonrasını da okuyamamıştı. İşe girmişti. Ancak, çalışan sayısı azalırken, işsiz sayısının artması gerekmez mi diye düşündü… Ben okumadım ondan kafam karşıtı dedi. Ama, etrafında binlerce işsiz olduğunu biliyordu. Hem de son birkaç ay içinde işinden oldu hepsi.

Sonra aklına arkadaşları geldi. İşçi Ahmet, arkadaşları işten atılırken susmuştu. Arkadaşlarının doğru olanı yaptığını biliyordu. Örgütlenmek gerektiğini defalarca anlatmışlardı ona… Ancak, ya işten çıkartılırsam sorusu beynini kemirmişti. Harekete geçmemişti. Arkadaşları işten atılırken de susmuştu. O gün, arkadaşlarının işten atılmasında suskunluğu ile, suskunlukları ile paylarının olduğunu düşünmemişti işçi Ahmet… Ama şimdi, nefes almakta zorlanırken aklına geliyor o günler… O gün örgütlenmiş olsalar, kendisi de harekete geçse, belki de bugün bu yatakta, solunum cihazına bağlı olmayacağını düşündü…

Gerçekten sermayeye diz çöktürebilirler miydi? Bunu asla bilemeyecek işçi Ahmet… Onun için geç oldu belki. Fabrikanın adı çıkmasın diye saklanan vakalardan ve ölümlerden birisi olarak kayıtlara şöyle geçti: Nefes darlığından vefat etti!

İşçi Ahmet’in nefesini kesen neydi peki? Vücuduna giren virüs müydü, yoksa her tarafını saran kapitalizm mi?

İşçi Ahmet, her şeyin farkına ölüm yatağında varmıştı. Peki diğer işçi Ahmetler, işçi Ayşeler de her şeyin farkına varmak için ölümü mü bekleyecek? Peki sen neyi bekliyorsun?

R. U. Kurşun