21 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-10

Sermaye iktidarı halkın sağlığını tehdit ediyor
Dinci-faşist iktidarın zor dönemi ve hesapları
AKP’nin Filistin riyakarlığında yeni halka
İstanbul Sözleşmesi tartışmaları üzerine
Okulların açılması ve paralı eğitim rantı
Üniversitelerin açılmasına dair “sözünü söyle”!
Faturayı kapitalistler ve saraylarda sefahat sürenler ödesin!
“Yan yana geleceğiz ve bu sisteme karşı çıkacağız!”
Ağır çalışma ve yaşam koşullarına karşı...
Renault işçisinden sendika ağalarına tepki
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler üzerine
Birleşik Arap Emirlikleri-İsrail ittifakı
Emperyalistler arası çelişkiler keskinleşiyor
Belarus’ta sular durulmuyor
Dünyada grevler, protestolar yükseliyor
Kapitalizm, iklim krizi ve tarım
Gençlik ırkçılığa karşı Bielefeld’de sokaktaydı
AKP dönemi ve yükseköğrenimin iflası
Geleceğimiz için örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz!
AKP şefleri kadınları aşağılamaktan geri durmuyor
Zafer direnen Kirazlıyayla kadınlarının!..
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP dönemi ve yükseköğrenimin iflası

 

Geçtiğimiz günlerde dünyanın en iyi 1000 üniversitesini sıralayan Şanghay Klasmanı yayınlandı. Şanghay Klasmanı sıralamasında, üniversitelerin aldığı Nobel Ödülü gibi uluslararası başarılar ve önerilir hale gelen akademik makale sayıları baz alınıyor.

Klasmanda toplam 11 üniversiteyle yer alan Türkiye’nin hiçbir üniversitesi ilk 100 sıralamasına giremedi. İstanbul Üniversitesi 401-500 aralığında yer alarak Şanghay Klasmanı’na göre Türkiye’nin en iyi üniversitesi oldu. Son birkaç yıldır uluslararası kuruluşların açıkladıkları “en iyi üniversite” sıralamalarında Türkiye payına zaten gözle görülür bir gerileme olduğu dikkat çekiyordu. Örneğin 2018 yılında yapılan bir başka araştırmada ilk 500’e Türkiye’den yalnızca 2 üniversite girebilmişti. Bunlar da Sabancı ve Koç’un özel üniversiteleriydi. 2019 yılındaki benzer iki farklı araştırmada da ilk 500 sıralamasına Türkiye’den yine yalnızca 2 üniversite girebildi.

Pandemi süreci Türkiye’deki eğitimin niteliksizleşmesini tüm çıplaklığı ile ayrıca gözler önüne serdi. Eğitimde yıllardan beri süregelen yıkım tablosu bu süreçte daha da ağırlaştı. Türkiye’nin 6 Bakanlığı’ndan dahi daha fazla bütçeler ayrılması ile övünülen İstanbul Üniversitesi’nin online eğitime uygun hiçbir alt yapısının bulunmadığı ortaya çıktı. Bu süreç eğitimin çeşitli aşamalarındaki hemen tüm öğrenciler için yalnızca mağduriyet anlamına geldi. 19 yıllık AKP iktidarı akademiyi ayaklar altına aldı, eğitimi temel insani ihtiyaç olmaktan çıkararak, satılabilir bir “hizmet” haline getirdi.

Sermaye devletinin eğitim alanına yönelik saldırısının yoğunluğu yıllardır hiç azalmıyor. Çünkü biliyorlar ki okul sıralarında oturan gençlik geleceğin temsilidir. Ve o gelecek, henüz okul sıralarında sömürülmezse, zapturapt altına alınmazsa egemenlerin sonu demektir...

Akademi ayaklar altına alındı

Yakın geçmişe baktığımızda “Bu suça ortak olmayacağız” diyen barış akademisyenlerini hatırlayabiliriz. O dönem Türk sermaye devletinin Kürdistan’da sürdürdüğü kirli savaşa karşı çıkan binlerce akademisyen bir bildiri yayınlayarak durumu protesto etmişti. Hemen ardından sermaye devletinin akademiye yönelik saldırılarının adeta “start”ının verildiği bir süreç işletildi. Yüzlerce akademisyen ihraç edildi, söz konusu bildirinin imzacıların imzaları çekilmeye çalışıldı, gözaltı-tutuklama terörü estirildi. Aynı yıl bunu, 15 Temmuz darbe girişimi ile gelen KHK ihraçları izledi. On binlerce öğretim görevlisi tek gecede yayınlanan bir kararname ile mesleklerinden ihraç edildi. Akademisyenler okullara alınmayınca protestolar başladı, akademisyenlerin cüppeleri polis postalları ile ezildi. Gelinen yerde üniversiteler, “kişiye özel” kadro ilanları ile eş, dost, akraba, yandaş takımının doldurulduğu işletmelere dönüşüyorlar.

Yakın zamanda AKP şefi Recep Tayyip Erdoğan’ın tepeden atamaları ile 16 üniversiteye rektör atandı. Bu rektörlerin geçmişleri yazdıkları akademik makale ve çalışmalar ile değil, bazı dönemlerde AKP milletvekilliği yapmaları ile öne çıkıyor. Genel planda atanan rektörlere baktığımızda da vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. 206 üniversitenin 68’inin başında bulunan rektörlerin uluslararası hiçbir yayını bulunmuyor. Uluslararası bilimsel makale yayımlayan 71 rektöre yapılan atıf sayısı ise sıfır. Birçok rektör henüz makale bile yazmamış.

Okullar ticarethane, öğrenciler müşteri haline getirildi

“Her ile bir üniversite kuracağız…” Bu sözler 2008 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından sarf edildi. Apartman mantığı ile çoğalan üniversiteler akademide niteliksizliğin, ticari eğitimin ve geleceksizliğin kapısını aralamaktan başka bir işe yaramadı. Türkiye’de toplamda 77 özel üniversite mevcut. Bu özel üniversitelerin ezici çoğunluğu AKP döneminde kuruldu. Artık “öğrenciler müşteri, rektörler patron” sözü, gerçek anlamda hayata geçmiş durumda. Dahası artık sermayedarların üniversitelerde verilecek eğitime dahi doğrudan müdahale edebildiklerini biliyoruz. Üniversite konseylerinde okulun temel bileşenleri olarak öğrenciler ve çalışanlar yer alamazken, sermayedarlar yer alabiliyorlar. Böylelikle AR-GE, staj, teknokent vb. adı altında sömürü, öğrenciler henüz sıralarının başındayken başlıyor. Eğitim, toplumsal ihtiyaçlardan ve bilimden uzak, birilerinin ihtiyaçlarına göre şekilleniyor. Diğer bir deyişle üniversiteler fabrikaların arka bahçeleri haline getirilmiş bulunuyorlar.

Paralı eğitim uygulamaları da her geçen gün artıyor. Pandemi koşullarında üniversiteler kapalı olmasına rağmen yemekhanelere getirilen zam haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Barınma, ulaşım ve beslenme üçgeninde boğuşan öğrenci geçim sıkıntısından ötürü eğitimine odaklanamıyor.

Baskı ve gericilik tırmandırılıyor

“Üniversiteler, her türlü siyasi müdahaleden, devletin, hükümetin müdahalesinden kesinlikle uzak olmalıdır. Üniversiteler olabildiğince bağımsız ve özerk bir işleyişe sahip olmalıdır. Ancak üniversitelerimizde aynı şekilde zihinler de bağımsız olmalıdır. Üniversitenin her bir ferdi özgür düşünceyi serbestçe ifade edebilmelidir.” Bu sözler de yine 2008 yılına ve Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Şu an üniversitelerin tablosu söylenenlerin tam tersidir.

AKP dönemi öğrenci gençlik dinamiğinin kırıldığı bir süreç olarak yaşandı. Üniversitelerde siyaset yasakları ile birlikte binlerce öğrenci soruşturma, uzaklaştırma ve okuldan atma saldırıları ile karşı karşıya kaldı. Dinci-gerici faşist çetelerin okullarda cirit atmasına izin verilirken, en ufak muhalif ses azgınca bastırılmaya başlandı. Üniversite kampüslerine adeta seyyar karakollar yerleştirdiler. Tüm bunların yanı sıra ilerici akademisyenlerin tasfiyesi ile meydan dinci-gerici yandaş akademisyen ve öğretim görevlilerine kaldı. Örneğin Elazığ’da yaşanan depremin ardından YTÜ’de profesör olan Bedri Gencer, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, afetleri çocuk evliliklerinin yasaklanmasına bağlayarak, “Allah’ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozarak gayretullaha dokunmayalım” demişti. Bu ifadelerinin ardından öğrenciler Bedri Gencer’in derslerini terk etmiş ve tepkiler yükselmişti. Tepkilerin ardından Bedri Gencer görevinden uzaklaştırılsa da bu zihniyeti yaratan ve akademide onlara kadro açan düzen halen daha yerli yerinde durmaktadır. Nereden bakılırsa bakılsın, bugün üniversiteleri bilimsel gelişimin odak noktası haline getirecek bütün ögelerin önü bir bir kapatılmaktadır.

Bu dönem boyunca gerici-faşist iktidarın baskı, zorbalık ve karanlığına karşı gençlik alanında hep bir tepki ve karşı ses de yükseltildi. Örneğin son süreçte okulların bölünmesine karşı 2 hafta İstanbul Üniversitesi Beyazıt Ana Kapı önünden yükselen binlerce ses yükseldi. Çeşitli üniversitelerde yemekhane zamlarını geri çektiren eylemlilikler gerçekleştirildi. Soma, Özgecan Aslan ve toplumsal gündeme dönüşen daha nice olayda üniversiteliler sözünü söyledi ve söylemeye de devam ediyor. Bu süreçler çoğunlukla gençlik örgütlerinin çabalarına daralan bir noktada dursa da üniversite gençliği mücadele açısından bu ülkenin topraklarında çok güçlü bir geleneğe sahip olduğunu göstermiştir. Büyüyecek olan mücadele dinamiği akademiyi, bilimi ve eğitimi de hak ettiği yerlere er ya da geç taşıyacaktır.

M. Nevra