14 Şubat 2020
Sayı: KB 2020/07

Kapitalizm bir felaketler düzenidir!
Talan düzenini kurtarmak için savaş kışkırtıcılığı
AKP şefi ABD gazıyla İdlib’de savaşı derinleştiriyor
Dinci gericilik için “kutsal” olan Kudüs değil dolardır
Eğilimleri devrimcileştirmek!
İntihar vakaları ve burjuva çürümüşlük
Ademlerin ölmemesi için
MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi’nde mesele tek başına ücret değildi!
Tekstil patronları ucuz iş gücü ve teşvik peşinde!
Kuruluşundan günümüze Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
Alman Devrimi’nin dersleri / İhanete uğrayan devrim - H. Fırat
Thüringen’de NSDAP - Manfred Weißbecker
Alman tekellerinin krize çözümü işçi kıyımı
Bretton-Woods Anlaşması ve emperyalizmin yeni denge arayışı
Birleşmiş Milletler’in İdlib riyakarlığı
AKP’nin kadın ve çocuk düşmanı politikaları devam ediyor
Özgürlük, eşitlik ve insanca bir yaşam için sosyalizm!
Neoliberal politikalar ve eğitimin piyasalaşması
Piyasacı eğitim ve üniversiteler
“Ulaş benziyor güneşe!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ulaş benziyor güneşe!”

 

“Hele ulaşa ulaşa
ulaş benziyor güneşe
ancak sen ölürsün böyle
böyle yiğit biz ölürüz
düşmanların aklı şaşa
ulaş benziyor güneşe
bundan sonra yeryüzünde
hep çiçekler ulaş aça.”

Yaşar Kemal

68 kuşağının devrimci genç önderi…

68 Kuşağının devrimci genç önderlerinden biri olan Ulaş Bardakçı, 1947 yılında Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra üniversite olarak ODTÜ’yü kazandı. O dönemde dünya genelinde artan toplumsal muhalefet ve örgütlenme eğilimi özellikle genç kuşakları mücadele saflarına çekiyordu. Ulaş Bardakçı da, devletin yapısını sorguluyor, içinde bulunduğu toplumun yaşadığı sorunları görüyordu. Böylelikle Ulaş, Fikir Kulüpleri Federasyonu çatısı altında Türkiye İşçi Parti’sine katıldı. Daha sonra kurulan Dev-Genç’in kuruluşunda yer aldı. Ulaş, her zaman devrimci gençliğin düzenlediği eylemlerde en ön saftaydı.  15 Ocak 1969 tarihinde ABD’nin Ankara büyükelçisi namı diğer adıyla “Vietnam kasabı” olan Robert Komer’in ODTÜ’yü ziyaretinde, Komer’in makam aracının yakılması eylemine katılan devrimcilerdendi.

71’ devrimci kopuşu…

1960’lı yıllarda TİP’in çatısı altında toplanan devrimci gençlik, düzene karşı duruşunu sağlamlaştırdıkça gençliğin devrimci dinamizmi TİP’in reformist, parlamentarist ufkuna sığamaz ve 71 yılında TİP’ten kopuşlar başlar. ‘71 devrimci hareketinde kendini ifade eden bu kopuş, döneme egemen olan reformist cendereyi kırmış, devrimci akımların oluşmasının önünü açmıştır.

1970 yılının sonlarında Mahir Çayan ile birlikte THKP-C’nin kurulması çalışmalarına katılan Ulaş Bardakçı, THKP-C’nin ilk genel komitesinde yer alır.

Siper yoldaşlığının temsilcilerindendi…

Ulaş 17 Mayıs 1971 tarihinde, tutsak olan THKO önderleri Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının serbest bırakılmaları için Mahir Çayan ile birlikte İsrail Başkonsolosu olan Ephraim Elrom’un kaçırılma eylemine katılır. Aynı örgütte yer almamalarına rağmen, birbirleri uğruna can verebileceklerini bizlere göstererek, siper yoldaşlığının örnek devrimcilerinden birisi olduğunu gösterir Ulaş Bardakçı.

Devletin başlattığı “Balyoz Harekâtı” sırasında yakalanan Ulaş Maltepe Hapishanesi’ne getirilir. 29 Kasım 1971 tarihinde THKP-C’den yoldaşları Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ile THKO’dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte Maltepe Hapishanesi’nden tünel kazarak firar eder. Daha sonra Ulaş İstanbul’da faaliyetlerini sürdürür.

19 Şubat 1972 sabahı…

Sermaye devleti, artan toplumsal muhalefeti bastırmak için devrimci öncüleri katletmek için hazırlıklara başlar. İşte Ulaş Bardakçı ve yoldaşlarına kurulan kanlı pusu, bu hazırlığın parçasıdır. Eli kanlı sermaye devleti, saldırı için 19 Şubat 1972 tarihini seçer. İstanbul Fındıkzade’de Tevfik Fikret Sokak’ta bulunan Kısmet apartmanı devletin kiralık katilleri tarafından basılır. Çıkan çatışmanın ardından Ziya Yılmaz ile evde bulunan Şerafettin Serdar, Osman Cahit İyigün, Hüseyin Özkan, Safiye Özkan ve Lale Dedealp yakalanır.

İkinci baskın, sabaha karşı saat 07.00 sularında Ulaş’ın Arnavutköy’de saklandığı eve yapılır. Ulaş Bardakçı, sermaye devletine boyun eğmeyerek direnir. Sermaye devleti ile girdiği çatışmada katillerin kurşunlarıyla ölümsüzler kervanına katılır. Ulaş Bardakçı genç yaşında yaşamını sınıfsız, sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelesine adadı. Ulaş ve dönemin devrimci önderlerinin bizlere miras bıraktığı; siper yoldaşlığı, davaya sarsılmaz bağlılık ve mücadeleyi her yerde ve her koşulda sürdürebilme geleneğini yaşatmak, bizlere devrettikleri bayrağı daha güçlü dalgalandırmakla mümkün olacaktır.

P. Sevra

 

 

 

 

 

Bir davaya bağlanmak

 

Erich Fromm “Ne mutlu acı çekebilen insana!” diyor. Burada kastedilen acı, kendisiyle ve çevresiyle çatışma halinde olan insanın halidir. Kişi, itirazlarıyla baş başa ve insanı insan yapan ihtiyaçlardan yoksun kaldığında, “depresif” olur. Acı çeken insan, yaşamındaki eksikliğin farkına varan insandır.

Mutluluğun bireysel arayışından artık vazgeçmiş olması ve çevresine karşı aşırı hassasiyeti kişiyi “sosyal” (buradaki sosyalleşmeden kasıt, kapitalist toplumun tüketim ilişkilerinde yer edinmiş insanın halidir) bir varlık olmaktan çıkarır, çünkü mutluluğu başka bir yerde arar. Fakat aradığı mutluluk bu sistemde mümkün değildir. Bunun farkında olarak ya da olmayarak bir kendini soyutlama hali başlar.

Tüketim toplumunun yarattığı aksiyon arkadaşlıkları, eğlenceler ve hatta iş yaşamı artık onun için yürütülemez ve katılamadığı durumlardır. Örneğin eğitim düzeyi ne olursa olsun bir işçi işyerinde eğer patronun her türlü iradesine bağımlı ise, sadece emeğiyle değil, tüm benliğiyle sömürülür. Hiyerarşik güç düzeni içerisinde, patronunun çıkarına karşı bir tutum sergilediğinde, ya işini ya da özgüvenini kaybetmekle karşı karşıya kalır. Çoğu zaman her ikisini de kaybeder. Bu özgüven kaybıyla birlikte, kendi adalet algısını sorgulama durumu başlar. Kişi algısını sorguladığı an, bir kimlik bunalımı baş gösterir. İşe yaramama, beğenilmemenin yanı sıra çevresinin onayını ve “saygısını” artık göremez hale gelir. Sonuç olarak “hasta” olur. Ki bunun en hafif biçiminin adıdır depresyon!

Peki ya alternatif? Alternatifi yaratabilmek için başka bir dünya yaratmak gerekir. Biz buna bilimsel adıyla sosyalizm, yaşamımıza ve insan halimize dokunuşuyla “ortak paylaşımında emeğin bütünleştirdiği bir hayat” diyoruz.

Böyle bir dünya elbette ki dur durak demeden gülümseyeceğimiz, bulutlar üzerinde uçulan bir dünya olmayacak. İnsan her türlü duygularıyla insandır. Fakat onu asıl insan yapan nitelikler bireysel ve toplumsal değerleri, emeği, özgür iradesi ve sorgulayabilmesidir. Onu bu imkanlardan yoksun bırakan burjuva sömürü düzeni, insan olmasının önünde engel teşkil ettiğinde, acı çekme hali başlar.

Depresyon psikiyatristler ve psikologlar tarafından farklı terapi ve ilaçlarla tedavi edilir. Aslında semptomların bastırılmasıyla kişi yeniden düzenle barışık hale getirildiğinde tedavi “başarıyla” sonuçlanmış olur. “Ve... mutluluk başlar!” Adına sağlıklı yaşam denilen durum yaratılmaya çalışılır. Kısacası iyileşmek demek, düzene ayak uydurmak demektir aslında. Bunun önkoşulu ise, kendi bireysel ihtiyaç ve sınırlarını merkeze koymak anlamına geliyor. Ki psikologlar da bunu önerir. Kendini dış etkilerden korumak için, ilişkilere “sağlıklı” sınır koymak gerektiği önemle vurgulanır. Bu sınırlar en yakın çevremizi, hatta çocuklarımızı da kapsar. “Önce kendini düşün!”

Rene Descartes’in “Cehalet mutluluktur” sözü bu sorgulayıcı, isyan edici ve varlığının koşullarını reddeden insanın tersine, bilmemeyi, bilmezden gelmeyi, görmemeyi anlatır. Yine Erich Fromm’un tanımıyla “topluma uyum sağlamış” insan tipinin halidir. Böylesi bir “mutlu insan” yalnızca bireysel tüketime ve haza indirgediği mutluluk için, dünyadaki açlığı, sömürüyü, yoksulluğu, baskıyı, çevre ve doğa katliamlarını, kısacası dünyasını ve insanlığı tahrip eden her şeyi görmezden gelmektedir.

Düzenin “mutlu insan”ı derin bir uyku halindedir. Kapitalizmin yaratmak istediği insan tipinin hali! Dahası, onun işine ve işleyişine yarayan insan hali…

Mutlu insan, mutlu bir toplumda mümkün olabilir. Yaşadığı toplumu şekillendirebilen, üretebilen, sorabilen, sorgulayan ve insani tüm değerler uğrunda mücadele eden devrimciler çoğaldığında, umut çoğalır. Umudun olduğu yerde depresyona ve korkuya yer yoktur.

Kapitalizm umudun katili olduğu müddetçe (ki öyle de kalacak doğası gereği), sosyalizm için kavga etmekten başka ilacı olmayacak depresyonun.

G. Tanya