26 Temmuz 2019
Sayı: KB 2019/28

Çözüm biçimsel değişimlerde değil, sömürü çarkının parçalanmasındadır!
TÜSİAD: Kıble batı emperyalizmi
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Doğal olmayan sel, heyelan ve yangınlar
Maltepe Belediyesi’nde yaşananlar ve CHP’nin işçi düşmanlığı
Kamu TİS’lerinin sonucunu işçilerin tutumu belirleyecektir!
Sermaye ve hükümet çıtayı belirlemiş: Sefalet ücreti, 3 yıllık sözleşme, hak gaspları
Fabrikalardan TİS görüşleri...
DEV TEKSTİL 3. Genel Kurulu ve DİSK/Tekstil pratiği
Sınıfın öncüleriyle birleşmek - A. Murat
Sudan’da direniş ve kararsız denge ikilemi
LSG’de fiili ve meşru direniş büyüyor, destek verelim!
Kadınlar Clara Zetkin’e ne borçludur? / 3
The Economist’ten kadınlara dair inciler
Bir yurt deneyimi
DEV TEKSTİL 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi
KESK TİS taleplerini açıkladı: Yüzde 38 zam!
Emperyalizme ve sömürüye karşı olmayan her savaşın faturası işçilere ve emekçilere kesilir!
“Özne”nin değişim için direngenliği ve 1996 SAG-ÖO direnişi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eski bir DİSK/Tekstil üyesi işçinin kaleminden...

DEV TEKSTİL 3. Genel Kurulu ve DİSK/Tekstil pratiği

 

Geçtiğimiz haftasonu Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası’nın 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti. Eski bir DİSK/Tekstil üyesi ve yeni bir işsiz olarak ben de genel kurula katıldım. Elbette sınıf bilinçli bir işçi olarak DEV TEKSTİL’in Greif işgali üzerinden yükselen fiili-meşru mücadele hattını ve devrimci sınıf sendikacılığı perspektifini biliyordum. DİSK/Tekstil’in ihanetlerle dolu sicili ise herkesin malumu. Ancak DEV TEKSTİL’in gerçekleşen genel kurulunda yapılan konuşmaları, aktarılan mücadele hattını dinlediğimde gözümün önüne gelen DİSK/Tekstil deneyimim gerçek anlamda kan dordurucu oldu.

Bilincimin derinliklerinde cereyan eden iki karşı anlayış ve pratiğin çarpışması, yer yer geçmişin mide bulandırıcı gerçeklerine ışık tutmakla birlikte umut verici bir etki bıraktı üzerimde. Umut verici etkinin Genel Kurul boyunca yapılan değerlendirmelerde ve DEV TEKSTİL’in yeni yönetimi adına yapılan kapanış konuşmasında somutlandığı bir gerçek. Mide bulandırıcı olanın ise DİSK/Tekstil’in “sendikacı” olarak karşımıza getirdiği bürokratların hafızamda yankılanan konuşmaları, tutumları ve bu konuşmalar ile tutumların beslendiği sendikal anlayış olduğunu belirtmek isterim.

İşçilerin kendi çabalarıyla çoğunluğu sağladığı ve fabrika yönetiminin yetkiye itiraz ettiği bir süreç düşünün. Duruşmaların her birinin arasında 5-6 ay olduğunu varsayarsak, patron tarafının elinde uzunca bir süre var. Patron tarafı misyonuna uygun olarak bu süreyi işçileri bölmek, aralarından bazılarını satın almak ve hatta işten atma saldırısı da dahil olmak üzere baskıyı arttırmak için değerlendiriyor. Buraya kadar normal. Patronun aksini yaptığı görülmüş değil. Denilecektir ki aynı süre sendika için, yani işçiler için de var. Sendika da bu süreyi kendi misyonuna uygun kullanabilir. İşçileri bilinçlendirebilir, işçilerin birliğini sağlayabilir ya da kuvvetlendirebilir. Karşı saldırılara eylemli yanıtlar verebilir vs...

Söz konusu DİSK/Tekstil olduğunda maalesef ki bu akıl yürütme tutmuyor. Size DİSK/Tekstil’in bu süreyi nasıl kullandığını birkaç örnek üzerinden anlatayım.

Öncelikle, sendikacı zata her soru sorulduğunda nedense suçlu işçiler oluveriyor. Arkasından işçilere büyük bir özgüven çöküntüsü yaşatacak cümleler sıralanıyor. Böylece sendika sorumluluklarından kolayca kaçıveriyor. Örneğin mahkeme sürecinin beklenmesi gerektiğinin salık verildiği bir konuşmada, arada çeşitli coşku basamakları tırmanılarak, “Grev de yaparız biz. Siz yeter ki yapalım deyin, biz arkanızdayız!” naraları atılıyor. Bu esnada toplantıya gelen öncü işçiler sevinçli, umutlu! Ama sonrasında konuşma, nasıl oluyorsa (sanırım burada usta demagoglar olduklarını kanıtlıyorlar) işçilerin greve çıkmayacağına bağlanıyor. “Bakın toplantıya kaç kişi gelmişsiniz. Daha toplantıya gelmiyorlar, greve nasıl çıkacaksınız. Sizin orda birlik yok” gibi cümlelerle devam eden konuşmanın sonunda, öncü işçiye moral çöküntü, arkadaşlarına yönelik inançsızlık ve atalet pompalanıyor.

Sonuç olarak en iyi seçeneğin mahkeme sürecini beklemek olduğu, işçiler suçlanarak ve birbirlerine düşman edilerek kanıksatılıyor. İşçileri toplantılara katmanın yol ve yöntemleri, işçilerin bilincini geliştirmek adına yapılabilecekler, bu konuda sendikanın üzerine düşenler mi? Gündem dışı!

Böyle bir konuşma esnasında çatlak bir ses duyuldu bir keresinde: “Grevin nasıl olacağını arkadaşlara anlatalım, eğitim çalışmaları yapalım, greve hazırlanalım.”

Cevap: “Bu konuları temsilcilerimiz işçilere anlatır. Hele bir mahkeme sonuçlansın, temsilci seçimlerimiz olsun, o zaman temsilcilerimizi biz eğitiriz, onlar da işçileri eğitir.”

İşte burada bir paradoks başlıyor. Sendikacı zatın dediğine göre grev için sendikanın tanınması gerek. İyi ama sendika da grevsiz tanınmıyor! Hay aksi(!)

Bu kadarla da kalınmıyor. Sendikanın işe yeni giren ve kendiliğinden üye olan işçilere ulaşması gerektiğini düşünen bir işçiye sendikacı zatın cevabı, “Ben bütün işçileri arayamam” oluyor. Doğal olarak işçilerde sendikanın ne iş yaptığı sorusu beliriyor.

Bu soruyu da “görüntüde” kotarma taktiği izliyorlar. Örneğin bir haftadır sendikacı zat ile toplantı yapmaya çalışan beş öncü işçi düşünün, toplantı saati gelip çatıyor, işçiler toplanıp bekliyor. Toplantı gündemi çok önemli. Patron tarafına sendika tarafından bir sözleşme taslağı sunulmuş. İşçilerin bu taslaktan haberi yok ve merak içindeler (Bu zaten başlı başına bir sorun ya, neyse diyelim). Ne mi oluyor? Sendikacı zatımız işçileri önce bir saat bekletiyor. Koştura koştura gelince de ilk anlattığı şey bilmem neredeki büyük mü büyük bir fabrikada işçilerle toplantı yapmışlar. Bilmem neredeki büyük mü büyük başka bir fabrikada ise (bu arada karşısındaki işçilerin çalıştıkları fabrikanın küçük mü küçük olduğunu da belirtiyor tabi) sözleşme imzalamışlar. Bilmem nerede sayın mı sayın başkanla görüşmüş... Bu yüzden geç kalmış...

Her fırsatta anlatılan bu mühim adam hikayeleri ile işçiler önce bir afallıyorlar. Karşılarında ne denli büyük işlerle uğraşan insanlar olduğunu düşünüp cümlelerini yutuveriyorlar. Sonra kendi sözleşmelerini sorduklarında ise sendikacı zat az önce anlattığı mühim işlerinden kaynaklı örgütlenme uzmanını ancak kapıda görebildiğinden, tam olarak bilgi alamadığından “yakınıp” cep telefonuna not ettiği birkaç maddeyi anlatıyor. Sorulan soruları ise “orasını hatırlamıyorum”, “vardı galiba” gibi yuvarlak cümlelerle geçiştiriyor. Ortada ne taslak metni var ne de elle tutulur bir şey. Her toplantıda anlatılan beylik hikayeler, karşı tarafa savuşturulan küfürlerle (burada da “ne babayiğidiz ama” pozları takınılıyor) toplantı ortaya karışık salataya dönüyor.

Kadın işçilerin izledikleri dizileri konuşmalarından ve toplantıya gelmemelerinden “şikayet eden”, 1 Mayıs’ta ne yapacağız diye soran işçiye, küçük yaşlardan beri 1 Mayıslara katıldığını anlatarak cevap veren bu sendikacı zat, kendinden menkul değil. Mensup olduğu sendikal anlayışın tipik bir temsilcisi olarak işçileri oyalayan, kandıran, fabrikada sendika çalışması yürüten işçiye en ufak bir değer vermeyen DİSK/Tekstil bürokrasisinin karakteristik özelliklerini taşıyor.

İşten atma saldırısının ve sendikalı işçi avının başladığı sırada sendikanın özenle bilinç vermekten uzak durduğu işçiler işsizlik korkusu ile sendikadan istifa etmeye başladıklarında dahi kılını kıpırdatmayan bir zihniyet bu. Kalan sağlar bizimdir hesabı ile “mahkeme süreci bittiğinde bir kişi bile sendikalı kalsa ben oraya girerim” diyebilen, bu “başarı”nın ardından işçilerin yine kendiliğinden sendikaya üye olacağından medet uman bir sendikal anlayıştan bahsediyoruz.

İşte mide bulandıran sinek!

Mide bulantımı bastırmaya çalışırken bir yandan da DEV TEKSTİL Genel Kurulu’nu izledim. Büyük bir “keşke” uyandı içimde. Keşke işçi arkadaşlarım da bu konuşmaları dinleyebilselerdi diye iç geçirdim. Bir sendikanın genel kurulunda işçilerin kürsüye çıkarak düşüncelerini anlattıklarını, genel kurula öneriler sunduklarını, meslek hastalıklarından mülteci işçiler sorununa, kadın işçilerin yaşadıkları sorunlardan işçi sınıfının deneyimlerinin paylaşılmasına kadar çeşitli konularda yapılan konuşmaları dinleyebilselerdi. Kıdem tazminatının gaspına karşı örülmesi gereken mücadele hattına ilişkin düşüncelerini paylaşabilselerdi. Keşke DİSK/Tekstil’e mecbur olmadığımızı görebilselerdi.

Tarihi ihanetlerle dolu bir sendikanın yeni bir ihanetine kurban giden ben ve işçi arkadaşlarım adına “keşke” diye iç geçirirken DEV TEKSTİL Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalarda umut büyüdü içimde. “İşimiz zor ve çok” diyerek devrimci sınıf sendikacılığını tekstil işçileri ile buluşturma çağrısı yapan Genel Kurul umut oldu. Biz işçileri bekleyen ekonomik ve sosyal saldırılara, bizi içten içe kemiren sendikal bürokrasiye rağmen gücünü taban örgütlenmesinden alan, söz-yetki-karar hakkı işçinindir diyen DEV TEKSTİL’in varlığı ve mücadele azmi umut oldu.

Bu yüzden buradan başta DİSK/Tekstil üyesi işçiler olmak üzere sendikal bürokrasinin ağı içinde debelenen işçi arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Çaresiz değiliz. Evet, sendikaları icazetçi anlayışlara bırakmamak için çabalayacağız, mücadele edeceğiz. Bunun için de rehberimiz var: Şanlı Greif işgali deneyimi ve bu deneyimin üzerinden yükselen devrimci sınıf sendikacılığı anlayışını kuşanan örgütlülüğümüz.

Küçük ve son bir söz de DEV TEKSTİL üyelerine söylemek istiyorum: Yeni Greif’lar yaratmak için daha fazla cüret, daha fazla inat...

Her şeye rağmen, umutla...

Eski bir DİSK/Tekstil üyesi

 

 

 

 

Kavgaya hazırlan!

 

Ödediğimiz vergilerle milyarları cebe indiren, zevk-i sefa içinde yaşayan milletvekilleri tatile girdi.

Ama bizler kışın ayazında olduğu gibi yazın sıcağında da fabrikalarda, işyerlerinde ekmeğimizi kazanmak için çalışmaya devam ediyoruz.

Yükselen enflasyon, artan hayat pahalılığı, sırtımızda sallanan işsizlik sopası yüzünden artık bırakalım tatili, dinlenmeyi bile unutuyoruz.

Biz üretiyoruz, biz zenginlikleri yaratıyoruz, ama patronlar ve onların temsilcileri emeğimiz üzerinden sefa sürüyorlar.

Ve keyif içinde hangi haklarımızı gasp edeceklerinin planlarını yapıyorlar.

Gündemlerinde kıdem tazminatımızı gasp etmek olduğunu biliyoruz. Eğer, tatilleri bitene kadar bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile oldu bittiye getirmeye çalışmazlarsa TBMM’nin Ekim ayındaki ilk işlerinden biri bu saldırı paketini hayata geçirmek olacak.

O güne kadar ise türlü türlü dalavereler ile haklarımızı gasp etmeye devam edecekler.

Daha yeni, Tüpraş işçisinin toplu sözleşme hakkını gasp ederek YHK kararı ile 3 yıllık sözleşme dayattılar.

Kendilerine zam yaparken kesenin ağzını açanlar kamu işçisinin karşısına %5’lik zam önerisi ile çıktılar.

Eylül ayında başlayacak MESS Grup TİS’lerinde ise metal işçisini en ağır kölelik koşullarını dayatacaklar, bugünden belli ki bir kez daha grev hakkını gasp etmeye çalışacaklar.

Su uyur, düşman uyumaz!

Evet, patronlar, onlar adına mecliste sallabaş maaş alan vekiller tatildeler ama boş da durmuyorlar anlayacağınız.

“Su uyur, düşman uyumaz!” atasözünde dendiği gibi her gün yeni haklarımızı gasp etmek için planlar yapıyorlar.

Çünkü onlar, baskı ve sömürü düzenlerinin bizim emeğimiz üzerinde yükseldiğini, biz bu sömürüye boyun eğdikçe sefa sürmeye devam edeceklerini çok iyi biliyorlar. Bu baskı ve sömürü düzeninin devam etmesinden başka birşey istemiyorlar.

Kavgaya hazırlanalım!

Eğer sömürü ve köleliğe boyun eğmek istemiyorsak birleşmeli ve sınıf kavgasına hazırlanmalıyız.

Onların krizin faturasını bizim sırtımıza yıkmasına izin vermeden, yeni haklarımıza göz dikmeden harekete geçmeliyiz.

Bizim yarattığımız zenginliklerle sefa sürmelerine izin vermemeli, emeğin söz sahibi olduğu eşit ve özgür bir ülkeyi hep birlikte kurmalıyız.

Bunun ise yolunu aslında hepimiz biliyoruz. Daha fazla birlik! Daha fazla dayanışma! Daha fazla mücadele!

(Ankara İşçi Bülteni’nin Temmuz 2019 tarihli sayısından alınmıştır...)

 

 

 

 

Sokağa taşmalıyız!

 

Önümüzde bir toplu sözleşme süreci var. İki yılda bir yapılıyor sözleşmemiz. Aslına bakarsanız sadece TİS’i beklemeyi de TİS’lerin 2 yıl gibi uzun bir periyotta yapılmasını da sağlıklı bulmuyorum. Yazık ki şu an için durum öyle.

Çalıştığım fabrikada şimdi TİS konusu gündemde. Talepler arasında zam meselesi ağır basıyor. Zammın sosyal hakların yükseltilmesiyle elde edilmesi düşünülüyor. En temel talepler olarak sosyal hakların alınması, yıllık izinlerin çoğaltılması (1 yıllık işçi 18 gün kullanıyor, her 5 yılda bir 5 gün yıllık izinlere ekleniyor), zam oranının da pazarlık payı gözetilerek %20 civarında olması konuşuluyor.

Fabrikamızda bu sürece hazırlık olarak atılan adım ise anket oldu. İşçinin nabzı bu şekilde ölçülüyor.

Ben bir Arçelik işçisi olarak, tek tek fabrikaların işçileri olarak değil, MESS kapsamındaki fabrikaların tüm işçilerinin ortak çıkarları olduğu anlayışı ve sorumluluğuyla hareket edilmesini savunuyorum. Tüm işçilerin böyle bakması gerektiğini düşünüyorum. Süreci
ortak ele almalı ve ortak hareket etmeliyiz.

Geçen dönemde tepkilerimiz fabrika sınırlarında kalmıştı. Bu yeni dönemde eylemler E5’e, sokağa taşmalı. Dışarıda bizleri görebilmelerini sağlamalıyız, eylemlerimizi tüm toplumun gündemine sokmalıyız.

Arçelik’ten bir işçi