8 Mart 2019
Sayı: KB 2019/10

Gerici kuşatmayı ancak işçi sınıfı kırabilir!
Haklarımız ve geleceğimiz için sınıfa karşı sınıf!
“AKP’yi geriletmek” adına savrulma!
Berkin Elvan ve dava süreci
Kredi teşvikleri işe yaramıyor, batık krediler artıyor
Kani Beko’ların grev düşmanlığı
Sermayenin “Rönesans”ı, işçinin Ortaçağ’ı üzerinden yükseliyor!
Lastik sektörü ve işçilerinin durumu üzerine
Burjuvazinin ümidi: Kornilov’un darbesi
TKİP VI. Kongresi kapanış konuşması…
Uzun soluklu bir devrimci yürüyüş!
Kapitalist küresel ekonomide “baharın” sonu
Küresel ısınma
Struma’dan Aquarius’a göçmen gemileri
Kadın işçilerin örgütlenme ve mücadele sorunları
Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!
ODTÜ’de gerici baskı ve yasaklara karşı mücadelenin olanakları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!

 

31 Mart yerel seçimleri öncesinde siyasal tablo “beka” tartışmalarından yerelde uygulanacak projelere kadar geniş bir yelpazede ilerliyor. Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin faturasının emekçilerin sırtına yüklenmesini manipüle etmek için kurulan “tanzim satış”larını bir “varlık” göstergesi olarak adlandırdı. İşsizlik kuyrukları, faturaların bel büken tutarları, açlık ve yoksulluk sınırı, işten atmalar emekçilerin payına düşenlerdir.

Diğer tarafta ise krizi fırsata çeviren burjuvazi ve her şeyi onların sırtından almaya çalışan bir iktidar gerçeği durmaktadır. Tüm toplumu ve gençliği düzene yedeklemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Burada seçim dönemi ve sonrasında gençliği taraflaştırmak için işlenecek gündemleri ele alacağız.

***

Ortadoğu ve daha özelinde Suriye’de açığa çıkan tablo emperyalizmin kanlı yüzünü bir kez daha ortaya sermiştir. Coğrafyamız açısından temel bir öneme sahip bu gündem AKP iktidarı tarafından bir malzeme olarak kullanılmaktadır. Oysa kendisi emperyalizmin kanlı işbirlikçilerinin temel dayanaklarından biridir. Emperyalizmin askeri olarak öne sürülen geniş gençlik kesimlerini anti emperyalist mücadelede taraflaştırabilmek önemli bir yerde durmaktadır. Bir yandan “Savaşa değil eğitime bütçe!” talebimizi yükseltirken, diğer yanıyla emperyalizm karşıtı mücadeleyi örgütleyeceğiz.

***

Eğitimin her alanında piyasalaşma hâkim hale gelmiştir. Üniversite öğrencilerinin burs- kredi almadan okuyamaması, burs-kredinin yanı sıra bir de çalışmak zorunda kalması, en önemli sorun alanlarından birini oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar, üniversite öğrencilerinin günde 5 saat çalışmaya, 2 saat okula ayırdığını ortaya koymuştur.

Yanı sıra 2019 Bütçesi’nden üniversitelere ayrılan pay bir önceki yıla oranla yüzde 42 azaltılmıştır. Son beş yılın verileri her yıl düzenli bir şekilde üniversiteyi terk eden öğrenci sayısında artış yaşandığını göstermektedir. 2017-2018 döneminde bu artış önceki döneme göre ikiye katlanmıştır. Kantin ve yemekhanelerde fiyatların artması, yurt ve barınma koşullarının insanca olmaması ve fahiş fiyatları bulması, bölüm masraflarının artması, ekonomik krizin gençliğe yüklenen faturasını işaret etmektedir. Bunun bir diğer yansıması işçi-emekçi çocukları için özel üniversitelere yönelim olmuştur. Şehir dışında okumanın masraflı olması nedeniyle pıtrak gibi çoğalan, liseden bozma görünümlü özel üniversitelere bu yönelim, hem aileler hem de çocukları için uzun yıllar borçlanmayı getirmektedir.

Dünya sıralamasında ilk 500 üniversite arasında Türkiye’de bulunan üniversiteler artık yok. “Bilim üretmek”le sorumlu olan üniversiteler, iktidarın üzerinden bir yükü daha almak için “tanzim satış noktası” kurmakla övünür hale geldiler. Dokuz Eylül Üniversitesi bunun en güncel örneği. Atanan kayyım rektörlerle “imam eriği” propagandası yapan rektörlerden, “Tayyip Erdoğan’a tapmak farzdır” diyen rektörlere kadar, gericilikte yelpazenin genişlediği bir süreci geride bıraktık. Üniversitelere cami, camilere “gençlik kolu” projeleri ile gençlik topyekûn bir kuşatma altında.

ODTÜ’de 8 Mart etkinliğine getirilen yasak, İstanbul’da Önder Babat eylemine yapılan saldırı, üniversite içerisindeki faaliyetlere dönük yasakçı tutum, son yılların üniversite tablosunu ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz aylarda ODTÜ’de gerçekleşecek evrim konferansına izin verilmezken, ardından kapılar Tayyip Erdoğan’a sonuna kadar açıldı. Bu tablo bize üniversitelerde “son kaleler”in de tehlikede olduğunu göstermektedir.

MİT geçtiğimiz haftalarda rektörlere bir konferans düzenledi. Hakan Fidan, “Bölgesel Güvenlik Değerlendirmesi” adı altında YÖK’te akademisyenlerle bir araya geldi. Tartışılan başlıkların yanı sıra MİT ve YÖK’ün açık işbirliği, üniversitelerde açılan “istihbarat” bölümleri, cirit atan resmi ve sivil polislerle üniversite üniversite olmaktan çıkıyor.

Dinci gericilik tüm kanalları kendisine akıtmak için özel bir çaba sarf etmektedir. AKP’nin Ardahan’da yapacağı miting için başka şehirden getirtilen parti üyeleri Ardahan’daki Kaşgarlı Mahmut KYK yurdunda konaklatıldı. Eskişehir’deki Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) Gündüzalp Öğrenci Yurdu’nun yemekhanesinden AKP seçim aracına sefer taslarıyla yemek taşındığı görüntülendi. Tüm bunlar, AKP’nin arka bahçesine dönen üniversitelerin tablosunu özetlemektedir.

İhraç edilen, intihar eden ve öldürülen akademisyenleri ile üniversitelerin içerisinde bulunduğu derin krizi ve çürümeyi yansıtmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin fırsata çevrilmesi ve ilerici birikimin tasfiyesini hedefleyen adımlar bir boşluğa da yol açmıştır. Türkiye'nin ilerici birikiminin tasfiyesi sonrası buraları asgari nitelikten yoksun gericiler doldurmaktadır. İmamlar, gericiler, tarikatlar, ülkücü çeteler devreye sokulmaktadır. Tam bir kaosun hüküm sürdüğü eğitim alanına bir akademi alanı eklenmiştir. Eskişehir Üniversitesi'nde meydana gelen katliam, Ceren Damar'ın vurulması akademi alanındaki çeteleşmeyi ayyuka çıkarmıştır.

Dünyada bir heyula dolaşıyor”

Toplumun ve gençliğin üzerine çöken bu karanlık tablodan çıkışı sağlayacak yegane ışık mücadelenin kendisidir. ODTÜ'de “kafeteryayı kapattırmıyoruz” eylemi, Önder Babat eylemi, bölünen üniversitelerin öğrencilerinin “taşınmama” üzerine bir araya gelmesi, KYK yurtlarında ve İstanbul Hadımköy'de yurt koşullarının yetersizliği, çalışmayan kaloriferlere karşı öğrencilerin tepkisi anlamlıdır. Keza gelişen kadın eylemlerinde, gerici yasanın geri çektirilmesinde, alanlara çıkan kitlenin büyük bir kısmı genç kadınlardan oluşmaktadır. Bu dinamik henüz üniversitelerde kendini ortaya koyamasa da, kadın sorununda duyarlılık ön plandadır.

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da gençlik mücadele dinamizmi taşımaktadır. Toplumsal muhalefetin en önemli bileşenlerinden biri olarak sokaklarda ve direniştedir. Fransa’da “sarı yeleklilerin” eylemlerinde ve Macron’un eğitim politikalarına karşı işgal gerçekleştirdiler, direniş alanlarında yerlerini aldılar. Arnavutluk’ta “Yeni Yüksek Öğrenim Reformu”na karşı boykotta ve sokaklarda, Avustralya’da Adani Kömür Madeni’nin inşasını protesto etmek için parlamento işgalinde oldular, Hollanda’da bursların kaldırılmasına, Latin Amerika’da paralı eğitime, İtalya’da “güvenli okullar” dayatmasına karşı sokaklara çıktılar. İsveçli genç öğrenci Greta Thunberg’in başlattığı boykotun Almanya'nın farklı kentlerinde küresel ısınmaya karşı bir gençlik hareketine dönüşmesi ve yayılması, Belçika, İsviçre ve Almanya’da öğrencilerin “Fridays for Future” şiarı ile dersleri boykot edip, yürüyüşler düzenlemeleri de güncel örneklerdir.

Evet, “dünyada bir heyula dolaşıyor.” The Economist, milenyum (Y kuşağı) gençlerinin sosyalizme ilgisi olduğunu ve “sosyalizmin tekrar moda olduğunu” yazdı. Bu, dünya çapında gençliğin nasıl bir arayış içinde olduğunun göstergesidir.

Kapitalizme köle, karanlığa teslim olma!

Gençlik, kapitalizme köle, karanlığa teslim olmayacaktır. Dünya gençliğinin ayakta olduğu bir süreçte bu dinamik elbette coğrafyamızda da da kendisini dışa vuracaktır. Dolayısıyla gelişen her süreci bu dinamiği açığa çıkarmak için değerlendirmek gerekiyor. Seçim dönemi boyunca düzenin çok yönlü kuşatması altında bulunan gençlik kitlelerine “verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var” diyebilmek önemli bir yerde duruyor.

Bunu gençliğin gündemleri ile birleştirmek, yaratıcı bir çalışma ile üniversitelerin içerisinde yürütebilmek, cüretli ve ısrarlı bir çalışma ile mümkündür.

Hesap sorma çağrısını yükselteceğimiz birkaç örnek:

Ataması yapılmadığı için intihar eden “Merve Çavdar’ı unutma! Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!”

Üniversitelerin bölünmesi sürecini örnekleyerek; “Bir yasa ile üniversiteni bölenleri unutma! Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!”

ODTÜ’de ihmallerden kaynaklı öldürülen İrem Kütük’ü unutma! Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!”, vb...

Düzeni, düzen partilerini, kapitalizmi etkin bir biçimde teşhir edeceğimiz bir döneme girmiş bulunuyoruz. Geniş gençlik kitlelerini bu taraflaştırma çabası gençliğin siyasal öznelerini eğitmek anlamına da gelmektedir. Düzene karşı devrim bakışı ile örgütlü mücadelenin önemini anlatacağımız bir süreç bizi bekliyor.