1 Haziran 2018
Sayı: KB 2018/22

İşçi ve emekçiler seçim vaatlerine kanmamalı!
Rejim krizinde yeni evre
Her şey sermayenin refahı için!
Sarayda “sol cumhurbaşkanı”!
Flormar direnişine omuz verelim!
İşçi sınıfı mücadeleyi sürdürüyor
Sınıf mücadelesi ve sendikalar üzerine değinmeler - II
Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!
CHP’nin demagojik yalanları
Kocaeli’den seçim izlenimleri
Yeni Haziranlar mayalanırken…
Kaybettiklerimizin hesabını mahkemelerde değil sokaklarda soralım!
Gençlik sahte vaatlere prim vermemelidir
Paris’te mücadele dalgası: Kitlesel eylemler sürüyor
Sosyalizmin görkemli çiçeklenişinin toprağındaki kökler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif...

Sosyalizmin görkemli çiçeklenişinin toprağındaki kökler

S. Gül

 

Sonsuz denilen sona erdi, mutlak denen kayboldu! Yere göğe hükmeden egemenler yerle bir oldu. Dünya gerçeğin hareketiyle yeni çelişkilere, yeni karşıtlıklara ve bu karşıtlıklar arasındaki savaşımlara dönmeye ve dönmeye devam etti.

Mutlak sayılan karanlık zamanlarda hakikatin peşinden ayrılmayanlar, gerçeğin kavgasını her daim vermişlerdir. Gerçeğe sarılanlara görünmüştür geleceğin düşü; çünkü onlar var olana değil, olması gerekene, çürüyene değil gelişene, eskiye değil yeniye yüzlerini dönmüşlerdir.

Haşmetli Osmanlı imparatorluğunun egemenliği altında bütün sefaletiyle kırılan halkın çelişkisinden, yarin yanağından gayrı her şeyin paylaşılacağı bir dünya özlemini ortaya koyan Şeyh Bedrettin’in yüzyıllar geçse de geleceğin sesi soluğu olması bundandır.

Şeyh Bedrettinlerin zorba, zalim düzene karşı başkaldırış destanını anlatan, düşünü kuşanan ve onu gerçek kılmak için kavga veren Nazım Hikmet’in ölümünün üzerinden yıllar geçse de bugüne ulaşması bundandır. O gelişmekte olana yönelmiştir. Paranın hükmündeki saltanata değil, bu saltanatı yıkacak olana yüzünü dönmüştür ve selamlamıştır yeni doğanı, işçi sınıfını.

Yoksul köyleri, yoksul kentleri, dumanı tüten fabrikalardan ocağı yanmayan evlere giren işçileri yazan Orhan Kemal’in bugünün gerçekliğine dokunabilmesi bundandır.

Toprak ağalarını zengin eden yoksul Kürt çocuklarının ucuz emeğini anlatan Ahmed Arif’in; fırsatçının, fesatçının, hayının karşısında yeni kuşakların taze umudu, kavga türküsü olması bundandır.

Haramilerin saltanatı üzerine kurulmuş olan düzene karşı, ezilenlerin gerçekliğini ortaya sermiş devrimci sanatçılar, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif’i selamlıyoruz.

Dünyaya doğrudan bakan, onu gerçek gelişimi içerisinde kavrayan yazar ve şairler olarak Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kemal sömürü düzeninin sürmesine yardım eden yalanları yıkmada gerçeği göstermiş, anlatmış ve ezilenleri olması gerekene yöneltmişlerdir.

Çelişkiler yumağı olan, ezen ve ezilenin kavgasıyla dönen dünyada sanat, elbette ki çelişkileri anlatmaktır. Nazım, Orhan ve Ahmed de eserlerinde çelişkileri anlatır.

Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret Nazım Hikmet

1902 Selanik doğumlu Nazım Hikmet’in gençlik yılları Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı ve burjuva cumhuriyetin gelişim dönemine denk gelir. 21 yaşındayken dönemin ilerici birikimini barındıran Türkiye Komünist Partisi üyesidir. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra soruşturma, tutuklama, baskı ve yasakları arttıran Takrir-i Sükun Kanunu çıkar. Dünya görüşünü gerçek yaşam içerisinde ören Nazım Hikmet, bunun karşılığında baskı, hapis, sürgün ve işkenceden payını alır. Yaşadığı toprakların ötesinde, 1930’lu yıllarda faşist yönetimlerin iktidara geldiğine tanıklık eder. Dünyanın her yerinde ezilenlerin kavgasına omuz verir. Alman faşizmini yerdiği, Mussolini’nin saldırılarının gerisindeki korkaklığı anlattığı şiirleri nedeniyle soruşturmalara uğrar. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın emriyle başlatılan soruşturmalarda “askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçundan 15 yıl hapse mahkum olur.

İnsanlığın kurtuluş mücadelesine kendisini adayan Nazım Hikmet, dediği gibi tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibarettir. Bütün ömrü uğruna baş koyduğu dava, kavga ve bunun karşılığında hapisler, sürgünler, işkencelerle geçer ama gerçeği savunmaktan, kavgasını sürdürmekten hiç geri adım atmaz. Onu yargılayanlara, düzen mahkemelerinden “Ben komünistim bu muhakkaktır. Komünist şairim ve daha esaslı bir komünist olmaya çalışıyorum!” diye seslenir.

Nazım Hikmet, Türkiye’de maddeci sanat anlayışının, toplumsal gerçekçi sanatın öncüsüdür. Sanatı dünyayı değiştirme amacının bir aracı olarak görmüştür. Sanatı ezilen, yoksul halktan alıp daha ileri bir düzeye çıkarmayı, olması gereken üzerinden ona tekrar vermeyi ve onu bu yolla daha iyiye, güzele, doğruya yöneltmeyi amaçlamıştır. Değiştirme ve dönüştürmeyi sanatın bir parçası haline getirmiştir.

Doğayı, toplumu, tarihin akışını belirleyen yasaları marksist bilinçle kavrayan Nazım, egemenlerin sınırlara böldüğü dünyada ezilenler arasındaki sınırları kaldırmıştır. İtalya’da, Almanya’da faşizme karşı savaşan emekçilere seslenmiştir. Çek defterlerinin, kasaların, paranın belirlediği vatanda, kendisini vatan haini ilan etmiştir. İşsizlik, açlıkla, Amerikan askeri olmakla hür olan işçi, emekçilere gerçek hürriyeti, ekmeğin, kitabın herkese yetebilceği bir hayatı göstermiştir.

Emekçi çocuklarının başka bir ülkedeki emekçi çocuklarını öldürmeye gönderildiği Kore savaşında “askere gitme Mehmet!” demiştir. Çünkü, emperyalistlere hizmetin bedeli olarak bu kirli savaşta yüzlerce genç ölmüş Türkiye ise Sovyetlere karşı oluşturulan NATO’ya alınmıştır. İşte Nazım bunun hesabını sormak için sarılmıştır kaleme kağıda...

Orhan Kemal: Ben halkımı, köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım

Nazım sınıfsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesinin arı bir neferidir. Bu mücadelede pek çok insana örnek olmuş, pek çoğunun mücadeleye atılmasını sağlamıştır. İlerici sanatçıların yetişmesinde sorumluluk almış, emek harcamıştır. Bunlardan biri de 1938’de hapishanede yolları kesişen Orhan Kemal’dir. “Nazım’dan dünyayı, insanları, hikaye ve şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi öğrendim“ diyen Orhan Kemal, İttihat ve Terraki Fırkası üyesi bir memur olan, cumhuriyetin kuruluşunun ardındansa milletvekilliği yapan ve sonrasında muhalif düşünceleri nedeniyle Beyrut’a kaçmak zorunda kalan Abdülkadir Kemali’nin oğludur. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana Ceyhan’da doğar. Birinci dünya savaşı yıllarında doğan Orhan Kemal işçilik yaparak yaşamını sürdürür. 1937’de çalıştığı bir fabrikada bir işçiyle evlenir. 1938’de Maksim Gorki, Nazım Hikmet kitapları okuduğu için yargılanır, 5 yıl hüküm giyer. Nazım’la tanışması ve ilk uğraşı şiirden romana yönelmesi de böylelikle olur. Nazım, Orhan Kemal’le ve eğitimiyle yakından ilgilenir, onun politikleşmesinde önemli bir yere sahiptir.

Orhan Kemal yaşadığı, gördüğü, hayatın içinden pek çok şeyi konu etmiştir yazılarına. Amelelik yapan, türlü işler tutan Orhan Kemal kendisini ve kendisi gibi yaşayan yoksulları anlatmıştır. Grevdeki işçileri, Çukurova’nın çocuk işçilerini, bereketli topraklar üzerinde süren sefaleti anlatmıştır. Değişen dünyanın gölgesinde Türkiye’nin değişen dengelerini, ilişkilerini izleriz Orhan Kemal’in kitaplarında. 1950’li yıllarda artan makineleşme, köylerden kentlere göç, açılan fabrikalar, işçileşen köylüler, IMF, NATO gibi emperyalist kuruluşlarla kurulan bağlar ve halka çıkarılan yoksulluk, açlık faturası en yalın ifadeleriyle yer bulur Murtaza (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1953), Grev, 72. Koğuş romanlarında.

1956’da çıkardığı Ara Sokak adlı öykü kitabı nedeniyle yargılanır. Mahkemede, niçin sürekli yoksulların yaşamını işlediği, bu ülkede zenginlerin yaşamını niçin yazmadığı sorulduğunda “Ben gerçekçi yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok” diye cevap verir. 1966’da “hücre çalışması ve komünizm propagandası” yapmak iddiasıyla ceza alır.

Bozuk düzene karşı işçi sınıfının safında yer alan, mücadele veren Orhan Kemal de toplumsal gerçekçi sanat anlayışının en özlü temsilcilerinden biri olmuştur. Yaşamın değiştirilebilir olduğunu, sanatın bunu göstermesi gerektiğini şu sözlerle özetlemiştir:

Toplumcu bir yazarım. Bireyin gerçek mutsuzluk ya da mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden gelebileceğine inanıyorum. Hikaye, roman, tiyatro oyunlarımın da bu inançtan hız alacağı doğal.

Çağımızın pek çok toplumları gibi, içinde yaşadığım kendi toplum düzenimizin de insanlarımızı mutlu kılmaktan uzak olduğu su götürmez. Ben, hikaye, roman, tiyatro oyunlarımla bozuk düzenimizin nedenlerini insanlarımıza göstermek, onları uyarmak, gösterip uyarmakla da kalmayıp bu bozuk düzeni düzeltmeye çaba göstermelerini, bu çabayı elbirliğiyle göstermemiz gerekliliğini yanıtlarım; yanıtlamaya çalışırım.

...Ben halkımı köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım… Belirli bir takım şartlar yüzünden geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların, imkana kavuştukları zaman değişip gelişeceklerine, ileriliği benimseyeceklerine, uygarlaşacaklarına inanıyorum.”

Çelişkileri gösteren devrimci sanatın yapı taşlarından Orhan Kemal’in inancı boşa çıkmamıştır. Sınıf edebiyatının ustasını, işçi sınıfı unutmamıştır. 2 Haziran 1970’te hayata gözlerini yuman Orhan Kemal’in cenazesine onlarca işçi katılır. Dahası 15-16 Haziran’da işçi sınıfının görkemli başkaldırısı Orhan Kemal’in inancının ete kemiğe büründüğünün kanıtı olmuştur.

Ahmed Arif, hükümdarlara, saldırganlara, haydutlara karşı kavganın şairidir

Yüzünü ezilenlere, yoksullara dönen, dünyayı değiştirme zorunluluğunun bilincinde olan ve bu bilinci sanatına yansıtan, sanatıyla bu kavgaya omuz veren devrimci sanatçılardan biri de Ahmed Arif’tir.

1927’de Diyarbakır’da doğan Ahmed Arif, ciğerleri küçük, kenar mahallelerin çocuk işçilerini anlatır bize şiirlerinde. Öşür, haraç, angarya, talan ve zulme başkaldırışı fısıldar. Dağların kuytuluk yamacında ölenleri, karnında açlığın boşluğunu taşıyanları tanırız Ahmed Arif’le. Kürdistan’da paşa buyruklarıyla sorgusuz, sualsiz vurulanların çığlığı olmuştur Ahmed Arif ve bu zülme karşı gelecek olan yeni kuşakların umudu.

Ahmed Arif, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde felsefe bölümünde okur. Üniversitede dönemin ilerici örgütü Türkiye Gençler Derneği’ne üyedir. Ahmed Arif yazdığı şiirlerinde, yazılarında eşitlikten, özgürlükten, haklıdan, sömürüsüz bir dünyadan bahseder. Bu komünist düşünceler nedeniyle baskıya maruz kalır. 1951 yılında tutuklanır ve götürüldüğü Sansaryan hanında türlü işkencelere uğrar, sürgünlere gönderilir.

Ahmed Arif de yaşadığı toplumun çelişkilerini anlatmıştır. Yaşadığı çağın tanıklığını yapan eserleriyle bu çağın zorbalarına karşı savaş vermiştir, ezilenlerden yana saf tutmuştur. Var olanı değiştirmeye çalışmıştır, gelişmekte olana bel bağlamıştır. Binlerce yıl sağılan, nazlı seher-sabah uykuları parçalanan, üstlerine haraçlar salınanları anlatan Ahmed Arif, hükümdarlara, saldırganlara, haydutlara karşı kavganın şairidir. Nice şah, sultan gölgesiz geçip giderken dünyadan, Ahmed Arif bugün hâlâ yaşamaktadır.

***

Haziran sıcağında yitirdiğimiz Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif geleceği selamladır, geleceği anlattılar. Mutlak gelecek olan sosyalizmin görkemli çiçeklenişinin toprağında derin kökler olarak yaşamaya devam edecekler. Saygıyla anıyoruz...

 

 

 

 

Kayıplar mücadelesinde 23. yıl

 

27 Mayıs 1995 tarihinde ilk kez gözaltında kaybedilen yakınlarını aramak için Galatasaray Meydanı’nda başlatılan eylemin 23. yılında kaybedilenler için bir kez daha anma yapıldı.

Gözaltında kaybedilenlerin fotoğraflarının serildiği alana mumlarla ‘23’ yazılan anmada ilk olarak, sağlık sorunları nedeni ile anmaya katılamayan Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak’ın mektubu okundu. “Hiç kimse çocuklarının kemiklerini aramasın” diyen Ocak, 23 yıldır bunun için mücadele ettiklerini söyledi.

Kayıp yakınlarının konuşmalarıyla devam eden anmada, 23 yıldır oğlu Murat’ı arayan Hanife Yıldız “Sözün bittiği yerdeyiz, artık bizden sonra konuşacak gençler olacak” dedi.

Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren “Annelerimizden aldığımız mücadeleyi sürdürdük, çocuklarımız da bu mücadeleyi devam ettirecek” dedi. Kayıplar mücadelesinde 2. kuşak adına Hüseyin Taşkaya’nın kızı Serpil Taşkaya kendisinden önceki kuşağın başlattığı mücadelenin, kayıpların akıbeti açıklanana, sorumlular yargılanana kadar devam edeceğini söyledi.

Galatasaray Meydanı’nda büyüyen Besna Tosun ise 23 yıldır mücadelenin sürdüğünü söyleyerek “Kaybedilen, toplumun vicdanıdır, kimse kaybedilmesin diye bu meydandayız” dedi. Bugünkü iktidarın ve daha önceki iktidarların da katilleri cezasızlıkla ödüllendirdiğini ifade ederek onlardan da hesap soracaklarını dile getirdi.

İHD ve TİHV adına basın açıklamasını ise Sebla Arcan okudu. Kayıplar için eylemin 27 Mayıs 1995’te “Kayıplarımızı istiyoruz!” şiarıyla başlatıldığı belirtilen açıklamada devletin failleri koruması teşhir edildi. Bu mücadelenin her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda devam ettiği belirtilerek taleplerin sıralanmasıyla açıklama sonlandırıldı.

 

 

 

 

Hapishanede yaşam direnişle savunuldu

 

Menemen R Tipi Hapishanesi’nde ağır hasta tutsakların “tedavi hakkı” için başlattıkları açlık grevi 24 Mayıs’ta talepleri kabul edilince kazanımla sonuçlandı.

İzmir’deki Menemen R Tipi Hapishanesi’nde hasta tutsaklar Dicle Bozan, Yusuf Bulut, Ergin Aktaş ve Exmede Xani’nin 20 Mayıs’ta başlattıkları açlık grevi, taleplerinin 24 Mayıs’ta kabul edilmesi üzerine kazanmla bitirildi.

Hasta tutsakların “tedavi hakkı” üst başlığı altına toplanacak üç talebi vardı: Ameliyat zamanı gelen arkadaşlarının ameliyatlarının yapılması ve tedavilerinin gerçekleşmesi; hapishane koşullarının düzeltilmesi; uzun zamandır karşılanmayan sevk taleplerinin yerine getirilmesi.

Dicle Bozan Elazığ Hapishanesi’ne sevk (sürgün) olmuştu. Açlık grevi eyleminin dışında kaldı. Yusuf Bulut ise dini inancı gereği ramazanda oruç tutacağı için açlık grevinin dışında kaldı.


 
§