23 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/24

Katar krizi AKP iktidarını sıkıştırıyor
Referandumun ardından düzen siyasetine yeni dizayn
“Adalet Yürüyüşü” üzerine…
Kıvılcımları yangına dönüştürmek elimizde!
Kıdem tazminatının gaspına karşı örgütlü mücadeleyi büyütelim!
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ertelenmesi ve ortalığa saçılan gerçekler
MEB’den Öğretmen Strateji Belgesi’ne güzelleme
Topyekûn saldırılara karşı topyekûn direniş!
İstanbul’da kamu emekçilerinin direnişi sürüyor
CT’de enjeksiyon bölümü bedellerle çay molasını kazandı
Türk Metal’in anket oyununa işçilerden tepki
Petkim işçileri üretimi durdurdu, giriş çıkışları kapattı
Diam Vitrin işçileri süreçlerini anlattı
Sendikal bürokrasi kadın işçiyi ve kadın sorununu görmüyor
Modern Nazi Kampı: Elsi Elektrik
DGB MYK Haziran Ayı Toplantı Sonuçları
İncirlik krizi ve arka planı
Londra yangını: Kapitalizm diri diri yakıyor!
Hollanda’da koalisyon yine kurulamadı
Yargısız infazlar ülkesi Türkiye
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yargısız infazlar ülkesi Türkiye

 

13 Haziran’da Kadıköy’de Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) üyesi İnanç Özkeskin polis tarafından katledildi. 18 yaşındaki Sıla Abalay ise yine bir ev baskınında 6 Mayıs’ta katledilmişti. Katledenler her seferinde aynı yalanı söyledi: “Çıkan çatışmada bir ‘terörist’ ölü olarak ele geçirildi.”

Klişe yalan pişkince tekrarlanıyor

Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatlarından Günay Dağ, Özgür Yılmaz ve kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil, İnanç Özkeskin’in katledildiği evde yaptıkları incelemede herhangi bir çatışma izine rastlamadıklarını söyledi. İnanç Özkeskin’in annesi “çatışma olmadığını sadece 3 el ateş edildiğini” belirtti.

Sıla Abalay’ın katledildiği ev ise mühürlendi. Avukatlar evde inceleme yapamadı. Sadece bu bile çatışma olmadığını ortaya sererken, Abalay’ın komşuları da “çatışma olmadı” dediler. Ama katiller, 18 yaşındaki Sıla’yı “örgütün en yüksek sorumlusu olarak ‘çatışma’da ölü ele geçirdik” dediler.

İki yıl önce Günay Özarslan’ı katlettikten sonra aynı klişeyi tekrarlamışlardı. Sonradan avukatların yaptığı incelemede yine çatışma izine rastlanmamıştı.

Ölülerimizden bile korkan devlet gerçekliği

Yargısız infaz edildiği halde, “çatışmada ölü ele geçirdiklerini” söyledikleri Günay Özarslan’ın cenaze törenine de saldırdılar. Yoldaşlarının Gazi Cemevi’nden törenle kaldırarak, Gazi Mezarlığı’na defnetmek istediği Günay Özarslan’ın cenazesine yönelik saldırıyı ÇHD İstanbul Şubesi’nin o gün kamuoyuna dönük yaptığı açıklama özlü olarak anlatıyor: “Günay Özarslan isimli devrimcinin cenazesi İstanbul Gazi Mahallesi Cemevi’nde ve Gazi Mahallesindeki mezarlığa ailesi ve arkadaşlarınca defnedilmek isteniyor. Fakat İstanbul polisi buna izin vermiyor. Yaklaşık 2 saattir hiç ara vermeden (kelimenin gerçek anlamı ile kullanılmıştır) yoğun gaz bombalarıyla Cemevi tarumar edilmiş durumda. Cemevi’nde Derneğimiz üye ve yöneticileri de bulunmakta. Halihazırda yüzün üzerinde insan Cemevinde sıkışmış durumda. Hiçbir şekilde naaşın defnine izin verilmiyor.”

Benzeri bir durum İnanç Özkeskin’in cenazesi için de geçerli. Halkın Hukuk Bürosu tarafından sosyal medya üzerinden yapılan duyuruda, “İnanç Özkeskin’in cenazesini almak için Adli Tıp Kurumu önünde bekliyoruz. Polis ‘Her şey bizim istediğimiz gibi olacak yoksa vermeyiz’ diyor” ifadeleri kullanıldı. İnanç Özkeskin’in yakınlarının cenazeyi cemevi aracıyla götürmesine ve istedikleri mezarlıkta defnetmelerine polis engel olmaya çalıştı. Günay Özarslan da, İnanç Özkeskin de sonsuzluğa uğurlandılar. Ama her iki olay da sermaye devletinin ölülerimizden bile korktuğunu net bir biçimde gösteriyor.

Ulucanlar Katliamı sonrasında Habip yoldaşın cenaze törenine yönelik saldırı da aynı korkunun ürünü idi. Bu korku, onlar için yapılan anıtlara yönelik saldırılarda da kendini gösteriyor. Hemen hemen bütün devrim şehitlerinin mezarına saldırı yapıldı. Kürdistan’da gerilla mezarları kepçelerle yok ediliyor, ya da bombalanıyor.

Korktuklarını gerçekleştireceğiz, ölümsüzleşenlerimize sözümüz devrim olacak!

Katlediyorlar. Korktukları için katlediyorlar. Korktukları için ölülerimize saldırıyorlar. Sermayenin devrim korkusunu işçi sınıfının devrimci eylemi ile mutlaka gerçekleştireceğiz. Çünkü ölümsüzleşenlerimize; Denizlere, Mahirlere, İbolara, Habiplere, Ümitlere, Haticelere, Mazlumlara, Berkinlere ve İnançlara sözümüz devrim olacak! Sözümüzü tutacağız.

 

 

 

 

30 Haziran Kore “Destanı”


30 Haziran 1950 tarihi Türk sermaye devletinin emperyalizmin tasmasını kendi elleriyle boynuna geçirdiği gündür.

Japon emperyalizmi tarafından 1910 yılında işgal edilerek sömürgeleştirilen Kore, uzun yıllar boyunca kölece bir boyunduruk altında yaşamıştır. Kore halkı toprakları elinden alınmış, ana dili yasaklanmış, açlığa, sefalete mahkûm edilmiştir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın son bulmasıyla beraber SSCB Kore bağımsızlık hareketini desteklemiş, Kore halkının Japon emperyalizmine karşı örgütlenmesine destek olmuştur. 1945 yılında ise Japon emperyalizmini Kore topraklarından atmak için Kızıl Ordu Kore’ye girmiştir. Kızıl Ordu bir haftada Kore’nin kuzey bölgesini işgalden kurtarmıştır. Ancak Amerikan emperyalizmi, Japonya’ya destek olmak için güneyden savaşa müdahil olur. Kore’nin güneyinde milliyetçi-muhafazakâr Kore’liler, Japonya ve Amerika’dan oluşan bir şer bileşeni kurulur. Bu bileşen Kore’nin özgürlük mücadelesine karşı işgalci bir kuvvet olarak ortaya çıkar. SSCB desteğiyle Kuzey Kore’de, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulur. Buna misilleme olarak Japon işgalini destekleyen işbirlikçi güçlerden güneyde Amerikan kuklası bir cumhuriyet kurulur. 1950 yılında Kuzey Kore ordusu, Güney Kore topraklarına girer. Güney Kore’de halk komiteleri şeklinde örgütlenen komünistlerin yardımıyla Eylül ayına gelindiğinde Güney Kore’nin %90’ı işgalden kurtarılmış olur. Bunun üzerine Amerikan emperyalizmi, bütün batılı emperyalist güçleri ve yardakçılarını; SSCB ve bağımsızlıkçı Kore halkına karşı savaşa çağırır. ABD-BM işbirliğiyle 15 ülkenin askeri birlikteliği sonucu vahşice Kuzey Kore’ye saldırı başlar. Bu saldırılarda 20 milyon Koreli yaşamını yitirir.

Türk sermaye devleti bu savaşı Amerikan emperyalizmine kölece bağlılığın ispatına dönüştürür. Öyle ki, ABD emperyalizmi Türkiye’den 500 askerlik bir destek ister. Türk sermaye devleti ise 5096 askerini Kore’ye savaşa gönderir. Bu savaşta Türkiye’den giden askerlerden 37 subay, 26 astsubay, 658 er olmak üzere toplam 721 ölü, 2147 yaralı, 346 hasta, 234 esir ve 175 kayıp verilmiştir. Türkiye uşakça tutumu sayesinde savaştan sonra NATO üyesi olarak kabul edilir.

T. Erdoğan’ın 20 dakika süren son Beyaz Saray ziyaretinde Trump’ın, Türkiye’nin “sadakatinden” bahsederken Kore savaşını hatırlatması boşuna değildir. Trump, Kore savaşını hatırlatırken Türk sermaye devletinden beklediği uşaklık performansının da çerçevesini ortaya koymaktadır.

Türk sermaye devleti ve onun kalemşörlerinin destanlar, hikayeler yazdığı Kore savaşı uşaklık belgesinden başka bir şey değildir. Bugün “eyyy Amerika!”, “eyyy AB!” diye bağırıp Amerika ve Avrupa emperyalizmi ile her türlü kirli işbirliği içinde olanlar Suriye’de yeni Kore’ler yaratmaya devam ediyor. Emperyalist-kapitalist düzen işbirlikçileriyle beraber emekçi halklara kan kusturuyor.

Emperyalist savaşları durdurmanın tek yolu ise işçi sınıfının uluslararası anlamda tarih sahnesine çıkmasından geçmektedir. Zira her ülkeden ve ulustan işçilerin birliği, halkların kardeşliğinin de teminatıdır.

K. Harun

 
§