12 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/18

Sosyal yıkım saldırılarını geri püskürtmek için genel grev, genel direniş!
Sermaye OHAL rejimiyle büyüyor
Silah tüccarları kazanıyor, yoksullar ölüyor
Yargısız infazlar ülkesi Türkiye
Metal işçilerinin güncel durumu ve işçi birliği üzerine
Teknorot işçileri satış sözleşmesine karşı üretimi durdurdu
MİB MYK Mayıs Ayı Toplantısı Sonuçları
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevinde kritik sürece girildi
Patronların sefalet dayatmaları TİS süreçlerini tıkıyor
Kayseri 1 Mayıs’ının gösterdikleri ve devrimci sorumluluk!
Devrimci Gençlik Birliği Türkiye Meclisi Sonuç Bildirgesi
DGB Türkiye Meclisi toplandı
Gençlik Denizler’i mezarları başında andı
İbrahim Kaypakkaya kavgamızda yaşıyor!
Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’nın anısına...
Katledilen gençlerin aileleri: “Polis de onu kollayan da katil”
Sınıfsal bir sorun olarak “namus” cinayetleri
AKP Türkiye’sinin gerçeği: Toplumsal çürüme ve yozlaşma
Astana anlaşması üzerine
Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine
Büyük çınar Mahzuni Şerif
“Kahramanlık destanları” adı altında gerçekler çarpıtılıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’nın anısına...

 

Türkiye’de 1960’lı yıllar bir sosyal uyanış dönemidir. Öte yandan bu dönem, aynı zamanda bir devrim arayışı dönemidir de. Bu dönemin ve bu dönemde yaşanan arayışın ve mücadelenin karşılığı, daha doğru bir ifade ile mahsulü, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’dır.

En başta onlar bu arayışı anladılar. En önce onlar ileri atıldılar. Her birinin kendine özgü özellikleri vardı, ama ortak yönleri de vardı. Her üçü de yoğun önderlik vasıfları taşıyordu. En çok onlar devrimi arzuladı. En fazla onlar devrim yapma iradesine sahipti. Herkesten önce onlar tereddütsüz biçimde devrim yapma görevini üstlendi. Ondandır ki, dönemin devrimci önderleri oldular.

Üçü de devlete silah çekti. Şiddete dayalı devrimi savundu. Deyim yerindeyse şiddete dayalı devrim fikrini ilk kez onlar Türkiye topraklarına taşıdı. 50 küsur yıl sol harekete egemen olan burjuva reformizminin tam tersine, onlar çok kesin olarak iktidara talip oldular. İktidar olmak için önce mevcut devleti yıkmak, demek oluyor ki, devrim yapmak gerekiyordu. Devrim yapmak için o güne kadar devrimci parti ve örgütten başka bir silah icat edilmemişti. Üçü de birer devrimci örgüt kurdu.

Zaman “sabırsızlık zamanı” idi. Öyle ki, duracak-düşünecek zamanları yoktu adeta. Bir an önce hazırlanmak ve bir an önce devrimi yapmak gerekiyordu. Onlar birer dava adamıydı. Çok kararlıydılar, kararlıca harekete geçtiler. İkirciksiz biçimde ileri atılıp, hesapsız biçimde savaştılar. Pratiğin büyük sınavından alınlarının akıyla geçtiler. Büyük yiğitlik örnekleri ortaya koydular. Vuruldular, kırıldılar ama dizleri titremedi, düşmana asla boyun eğmediler.

‘60 ve ‘70’li yıllar özel bir dönemdi. Deniz, Mahir ve İbrahim’ler de “özel insanlar“dı. Elbette ki, yaşama ve yaşatmaya ölesiye tutkundular. Fakat onlar toplamında bir feda kuşağı olan bu dönemin devrimci kuşağının en önündeydiler. Ve tarih onlara, dünya devrim tarihinde benzer süreçlerden geçen ülkelerdeki devrimci kuşaklarınkine benzer çok özel bir görev ve sorumluluklar yüklemişti.

Deniz, bir vesileyle “Erken öleceğiz biz” demişti. Öyle de oldu. Üçü de çok genç bir yaşta aramızdan ayrıldı. Üçü de dava adamıydı. “Uğruna tereddütsüzce ölünecek dava”ları için yiğitçe ve yüreklice kendilerini feda ettiler. Mahir, 30 Mart 1972’de Kızıldere manifestosunu yazarak; Deniz, 6 Mayıs 1972 sabahında, Ulucanlar’da kurulan idam sehpalarını devrimci bir öndere yaraşır biçimde devirerek; Kaypakkaya, 18 Mayıs 1973’te, komünizmi cepheden savunup, düşmanı çılgına çevirerek ölümsüzleştiler. Türkü söyler gibi dövüştüler, kısa zamana sığdırdıkları yaşamları ile gelecek kuşaklara esin kaynağı oldular.

‘60’lı yıllar yeni bir dönemdi. İktisadi ve toplumsal önemli gelişmeler vardı. Bu temel üzerinde yoğun ve yaygın sosyal sınıf hareketleri oluşup, gelişti. Bu yoğun mücadelelerdir ki, ‘60’lı yılların sonunda gerçekleşen bir kopuşu mayaladı. Bu yılların sonlarına dek sol harekete egemen olan burjuva sosyalizminden bir ilk kopuş yaşandı. Şöyle ki, Türkiye bir ara dönemden geçiyordu. Söz konusu olan bir geçiş toplumuydu. Koşullar her alanda değişiyordu. Ancak yetersizdi, eksikti. Eksik gelişme koşulları, Engels’in son derece veciz sözleri ile, eksik teorilerle karşılandı. Burjuva sosyalizmi dönemi kapandı, küçük-burjuva sosyalizmi dönemi başladı.

Adına ‘71 devrimciliği’ de denen, küçük-burjuva sosyalizmi iki döneme, ‘60 ve ‘70’li yıllara damgasını vurdu. Gelişti, güçlendi, nihayetinde azami sınırlarına dayandı. Türkiye hızla modern sınıf ilişkilerinin egemen hale geldiği, sert sınıf mücadelelerinin yaşandığı bir ülke haline geliyordu. İşçi sınıfı çıplak bir sermaye egemenliği ile yüz yüzeydi. Küçük-burjuva sosyalizmi misyonunu tamamlamıştı. Anlaşılıp, aşılmayı bekliyordu. Nitekim böyle oldu. Küçük-burjuva sosyalizmi dönemi sona erdi. Bu kez adına sınıf devrimciliği de denen, ‘proletarya sosyalizmi’ dönemi başladı.

Şimdi dönem tartışmasız olarak proletarya sosyalizmi dönemidir. Şimdi dönem yeni bir devrimler dönemidir. Şimdi zaman adım adım Yeni Ekimler’e doğru akıyor.

D. Yusuf

 

 

 

 

 

Hapishanelerde saldırılar artarak sürüyor

 

Sermaye devletinin OHAL kılıfıyla hayata geçirdiği saldırılar ardı arkası kesilmeden, yoğunlaşarak sürüyor.

Şakran Hapishanesi’nde Mart ayı sonlarında gardiyan ve jandarmanın saldırısına uğrayan açlık grevi eylemcisi Serkan Şahin’in babası Hüseyin Şahin ve 3 aileye, “Çocuklarıyla bir yıl boyunca görüşmeme” cezası verildi. Saldırıya uğrayan tutsaklara, saldırı sonrasında görüş yasağı verilmesi hapishanelerde çok sık uygulanan bir saldırı. Ancak görüşçüye görüş yasağı verilmesi, saldırıların artık zıvanadan çıktığının göstergesi.

Bu saldırıların yanı sıra; Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) verilerine göre, Bandırma 2 No’lu T Tipi Hapishanesi’nde tutsaklar 8 kişilik koğuşlarda 20 kişi kalıyorlar. Açık görüşlerin süresi 1 saatten yarım saate indirildi, ayda bir yapılan açık görüşler iki ayda bir yapılmaya başlandı. Görüşçülere çıplak arama uygulaması yapılıyor, tutsakların tedavi hakları engelleniyor.

Tarsus Kadın Hapishanesi’ndeki tutsaklar, arama adı altında koğuşlara giren erkek gardiyanlar tarafından saçlarından sürüklenerek darp edildi. Kadın tutsakların koğuşlarına, banyo ve tuvalet koridorlarına kamera takmak, bütün hapislerdeki bir saldırı türü. Bu saldırılar fiziki şiddeti içerdiği kadar, cinsel istismarı da içeriyor.

Açlık grevleri bitirildi, saldırılar azalmadı

PKK ve PAJK davası tutsaklarının açlık grevi KCK’nin açıklamasıyla bitirildi. Sonrasında hapishane koşullarının düzelmesi bir yana saldırılar bile azalmadı.

Elâzığ T Tipi Hapishanesi’nde ikinci grupta 35 gün süresiz dönüşümsüz açlık grevine giren Rozerin İldan’a 6 ay telefon ve sosyal faaliyetten men cezası verildi. Adana Kürkçüler F Tipi Hapishanesi’nde “karıştır, barıştır” saldırısı da devam ediyor. Siyasi tutsaklarla, adli tutuklular aynı koridordaki hücrelerde tutuluyor. Tutsaklar arama bahanesiyle, sürekli fiziki saldırıya uğruyor.

Mersin E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutsaklara hapishane müdürü dahil 10 kişilik gardiyan grubu tarafından falaka ve farklı işkenceler yapıldı. İşkence iddialarına ilişkin müdürle görüşen Avukat Rıza Oğuz da yaka paça hapishaneden atıldı.


 
§