26 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/16

Haklarımız ve geleceğimiz için 1 Mayıs’a!
16 Nisan referandumu üzerine
Referandum sonuçları ve CHP’nin ikiyüzlülüğü
Referandum ve işçi sınıfı
Kamu emekçileri ihraçlara karşı direniyor
Çalışma Bakanı’nın kıdem tazminatı yalanları ve gerçekler
Saldırı dalgası kıdem tazminatı ile başlıyor!
Sınıf devrimcilerinden 1 Mayıs etkinlikleri
Tarihten güncelliğe dünyada ve Türkiye’de 1 Mayıs - H. Fırat
II. Enternasyonal’in 1 Mayıs kararı ve F. Engels
OHAL koşullarında 1 Mayıs
1 Mayıs’ta alanlarda sesimizi yükseltelim!
Erdoğan’ın yenilgisi ve Kürtlere dönük kirli hesapları
Filistinli tutsaklar açlık grevinde
Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için 1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Çernobiller’in olmaması için mücadeleye!
TKİP’nin işçilere, emekçilere ve gençliğe 1 Mayıs çağrısı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni Çernobiller’in olmaması için mücadeleye!

 

Bundan tam 31 yıl önce, 26 Nisan 1986 yılında Ukrayna’nın Kiev kentinde bulunan Nükleer Güç Reaktörü’nde yapılan bir deney sırasında nükleer kaza gerçekleşmiş ve bu olay, adını tarihe 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazası olan Çernobil Felaketi olarak geçirmişti.

Bu kazadan yayılan radyasyon oranı Hiroşima’ya atılan atom bombasının 400 tanesine bedeldir (Socialisme Nu, Angela Ettema). Patlama sonucu reaktörün alevler içinde kalmasıyla birlikte, atmosfere yüksek oranda radyoaktif element yayılmış ve o anda bine yakın acil durum çalışanı ve Çernobil personeli etkilenmiş, çalışanların bazılarının maruz kaldıkları radyasyon ölümüne neden olmuştu. Kazadan dünyanın haberi ancak dört gün sonra oldu. Bundan sonraki yıllarda Ukrayna’da ve çevre ülkelerde radyasyon on binlerce canlının ölümüne neden oldu ve olmaya da devam ediyor.

Felaketin ardından Türkiye’de ciddi bilimsel araştırmalar yapılmadı ve radyasyon seviyesini gösteren sayısal veriler açıklanmadı. Bunun kendisi sermaye iktidarı için önemli olanın insan sağlığı ve doğal çevreden çok sermayenin ihtiyaçları ve kârı olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Hatta felaketin ardından o dönemin Anavatan Partisi hükümetinde Sanayi Bakanı olan Cahit Aral daha da ileriye giderek pişkince kameraların önüne geçip demli bir bardak çay içmiş ve şöyle demişti: “Bu Karadeniz’de değil bir, 17 tane Çernobil’i eritseniz, ancak radyasyon burada etkili olabilir denilebilir. İnsan vücudu radyasyonsuz yaşayamaz. Bunun azı faydalı, çoğu zararlıdır. Bir de çaydaki radyasyonun suya geçmemesi Allah’ın bir vergisi. Çok düşük oranda geçiyor.”

Bu aynı zihniyetin devamcıları olan T. Erdoğan da nükleer santrali evdeki tüp gazına indirgemişti. Bu konuda en ölçüsüz olanı ise eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız oldu. Yıldı nükleer santrallerle ilgili yaptığı bir konuşmada “bekarlık nükleerden daha risklidir” demişti. Çernobil’in ve sonrasında Fukuşima’nın etkileri tüm dünyada sürüp bunlara yenileri eklenirken, sermaye iktidarı bilim insanlarının ve çevreci örgütlerin tüm karşı koyuşlarına rağmen Türkiye’de yeni Çernobillerin önünü açan nükleer santral projelerini hayata geçirmeyi hedefleyen adımlar atıyor. Bu hedeflerin gerekçesi olarak Türkiye’nin giderek ‘büyüyen’ ekonomisi ve beraberinde enerji-elektrik tüketim talebindeki artış gösteriliyor.

Sermaye temsilcileri nükleer enerjinin önemini şu değerlendirmeler ile yapıyorlar; “ Nükleer santraller baz yük santrallerdir, günün 24 saati çalışır. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynakları iklim ve meteorolojik koşullara bağlıdır. Nükleer santrallerin kapasite faktörü % 90 civarında iken, güneş ve rüzgar santrallerinde bu oran en fazla % 20 civarındadır. Yeni nesil nükleer santrallerin işletme ömrü 60 yıl iken bu, rüzgâr ve güneşte 15-25 yıl civarındadır.” (http://nukleerakademi.org) Onlar açısından sermayelerini büyütmek için her yolun mübah olduğunu, nükleer felaket ve benzeri felaketlerde yaşanan ölümlerin önemli olmadığını, Mersin’de, Sinop’ta olduğu gibi insanlık ve doğal yaşam için yeni felaketlere sebep verecek nükleer projelere imza atmalarından ve Çernobil felaketinin 31. yılında, yarattığı tahribatın insanlar ve doğal çevre üzerinde halen devam ettiğinden görüyoruz. O halde sermayenin kendi çıkarları ve kârı doğrultusunda hem nükleer santral projelerine, hem de doğayı talan ve yağma edecek diğer projelerine karşı mücadeleyi yükseltelim.

P. Sevra

 

 

 

 

Faşizmin kanlı yüzü: Guernica

 

İspanya İç Savaşı sürerken faşist Franco Nazi Almanya’sından Guernica şehrinin bombalanmasını ister. Nazi Almanya’sı bunu bir fırsat olarak görür ve 26 Nisan 1937’de İspanya’nın Bask bölgesindeki Guernica’yı savaş uçakları ile bombalar. Bombardımanda 40 ton bomba kullanır faşistler. Saldırıda şehir yerle bir olurken binlerce insan hayatını kaybeder, yaralanır. Nazi Almanya’sının Hava Kuvvetleri Komutanı azılı bir faşist olan Hermann Göring daha sonra  Nürnberg Duruşmaları’nda saldırıyı anlatırken Hitler’i, Franco’ya her şart altında destek vermesi gerektiği konusunda uyardım. Böylece, öncelikle o bölgede komünizmin daha da yayılmasının önüne geçebilirdik. Ayrıca genç Luftwaffe (hava kuvvetleri) güçlerim için şu veya bu teknik konuda testler yapma imkânı sağlayabilirdik” diyecekti. Faşizmin Guernica’da yarattığı yıkımı ise Picasso resmedecekti. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Nazi işgali altındaki Paris’te yaşayan Picasso, Gestapo tarafından sorgulanır. Bir Nazi subayı, ressamın evinde Guernica’nın fotoğrafını görünce, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorar ve Picasso’dan “Hayır, siz yaptınız” cevabını alır. İspanya İç Savaşı'nda barikatlarda İspanyalı işçi ve emekçilerin yanında dünyanın bütün ülkelerinden yüzlerce devrimci ve anti-faşist yer alır. Faşizme karşı verilen bu enternasyonal direnişte “no pasaran” diyerek teslim olmaktansa ayakta ölmek yeğlenir. İspanya’da 30 yıl sürecek Franco diktatörlüğü başlar.

Guernica’nın bombalanmasının üzerinden 80 yıl geçti. Bugün Franco, Hitler, Musolini gibi azılı faşistler hayatta değiller. Ancak özellikle de Ortadoğu üzerinden süren emperyalist yağma savaşları ile halklar hâlâ katlediliyor. Ortadoğu emperyalistlerce kan gölüne çevrilmiş durumda. O gün olduğu gibi bugün de kapitalizmin yarattığı emperyalist savaşlar ezilen halkları, işçi ve emekçileri, kadınları, gençliği, çocukları katletmeye devam ediyor. Sistem yeni Hitler'leri, Franco'ları yaratıyor. Kapitalizm yapısal krizi derinleştikçe, sistem yönetilemez duruma geldikçe tıpkı iki emperyalist paylaşım savaşında olduğu gibi yeni ve büyük yıkımları tetikliyor. Bugün Avrupa'dan, Amerika’ya, Asya’ya birçok devlet polis devleti uygulamalarını arttırıyor. Avrupa’da ırkçı partiler yükselişe geçiyor, bu coğrafyada ise baskı ve zorbalık tüm pervasızlığı ile sürüyor.

Fakat bütün bunlara karşı binlerce işçi ve emekçi dünyanın dört bir yanında sokaklara çıkıyor. Fransa’da El Khomri saldırısına karşı sokaklar dolduruluyor, Amerika’da Trump’un iktidarı eylemlerle karşılanıyor, Almanya’da göçmenlere uygulanan faşist politikalar ve faşistlerin etkinlikleri protestolarla karşılanıyor. Türkiye’de ise referandum sonucunu meşru görmeyen binler sokakları dolduruyor. Bütün bunlar gösteriyor ki, sermayenin ve kapitalizmin saltanatı yıkılmaya mahkumdur. İşçi ve emekçileri, ezilen halkları hedef alan bu azgınca saldırıların, polis devleti uygulamalarının nedeni budur. Guernica’nın ve ardından yaşanan binlerce katliamın yalnızca adı ve kötü anılarının kalacağı özgür bir dünyayı yaratmak ise büyüteceğimiz mücadele ile mümkündür

İ. Y. Gün



 
§