6 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/01

Katliamlara ve barbarlığa geçit verme!
Kitle katliamlarını “lütfa” çevirenler
İşçi sınıfı mücadeleyi 2017’ye taşıyor
İşçi derneklerine yönelik saldırılar ve devrimci sorumluluk
Asgari ücret AGİ dahil 1404 TL oldu
İşçi sınıfı yasalara değil, kendi tarihine sırtını dayamalı!
Metal Fırtına ruhunu kuşanmaya!
Metal işçisinin mücadele tarihi yol gösteriyor!
“Hep birlikte tekstil işçilerinin birliğini ve mücadelesini örelim!”
Temel özellikleriyle kapitalist emperyalizm
Türkiye-AB ilişkilerinde “yeni” gelişmeler
“Operasyonel mekanizma”dan “Fırat Kalkanı”na...
Suriye savaşı yeni bir aşamada
Kapitalizmin “küreselleşme” efsanesinin çöküşü
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri:3
Kapitalist üretimde kadın iş gücü
“Kadınlar için önemli”
Komer’in arabası 49 yıldır yanıyor!
Kauçuk granül skandalı
Hasret Gültekin: Bir insan ömrünü neye vermeli?
Metin Göktepe'nin katledilmesinin üzerinden 21 yıl geçti!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Halep düğümü çözüldü, sırada Rojava var

Suriye savaşı yeni bir aşamada

 

Halep, son dönemlerde Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerde tehlikeli bir tırmanışa neden olan Suriye krizinin seyrinde kilit rol oynuyordu. Suriye’deki iç savaşın akıbeti Halep’in, kimin ya da hangi güçlerin elinde olacağına bağlıydı. Soru nihayet cevabını buldu. Halep kent merkezi, Rusya destekli Suriye’nin eline geçti.

Başta isim değiştirmiş El Nusra çeteleri olmak üzere, uzun süredir Halep merkezinin kimi bölümlerinde yuvalanan bilumum cinayet çeteleri umutsuz bir direnişin ardından ve bu arada da Türk sermaye devletinin telkinleri ile şimdilik Halep merkezini terk ettiler. Konvoylar halindeki bu terk ediş Rusya ve sermaye devletinin denetimi/garantörlüğü altında gerçekleşti.

Adı geçen cinayet çetelerinin ilk elden sığınacakları yer, öteden beridir yerleşik oldukları, El Nusra canilerinin hakimiyetindeki İdlib’di. Onlar da bunu yaptılar. Suriye iç savaşında her daim aktif rol oynamış olan IŞİD adlı cinayet çetesi ise esas olarak Rakka’da konuşlanmış bulunuyor.

ABD ve batılı müttefiklerinin, fakat en çok da bölgedeki en kadim işbirlikçisi siyonist İsrail’in eskiden beri Suriye’yi etnik ve mezhepsel temelde en az üçe bölmek şeklinde her bakımdan kirli ve karanlık planları vardı. Halep kenti işte bu planda merkezi bir yer işgal ediyordu. Bu plan Suriye’yi bitap düşüren iç savaş vesilesiyle nihayet hayata geçirilebilseydi, eş deyişle merkezi ve kırsalı ile Halep ABD ve işbirlikçilerinin, elbette ki adı geçen cinayet örgütlerinin eline geçseydi eğer, kurulmasını arzuladıkları üçüncü bölgenin merkezi Halep olacaktı.

Sonuçta ABD, Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kılacak, Suriye’ye doğrudan müdahale girişimi de dahil pek çok çaba göstermesine rağmen, Halep savaşını Rusya ve desteklediği Suriye, yanı sıra da İran kazandı. Bu, Suriye ama en fazla Rusya için tartışmasız olarak politik, askeri ve moral bir zafer oldu. Buna karşın, bu aynı gelişme, ABD, batılı emperyalist müttefikleri, hâlâ mesai halinde oldukları cinayet örgütleri, fakat en çok da siyonist İsrail için politik, askeri ve moral darbe oldu. Bu güçler deyim uygunsa Suriye savaşında stratejik denebilecek bir yenilgi aldılar.

Halep zaferinin sağladığı ek imkanlarla Rusya, gelinen aşamada Suriye ve Ortadoğu’daki gücünü ve etkisini daha bir arttırmıştır. Rusya, geçmişten farklı olarak, artık bölgede kalıcı bir güçtür. Bunun kendisi, önemli bir gerilim nedenidir.

Gerilimin tırmanmasının esas nedeni dünya çapındaki hegemonya kavgasıdır

Halep düğümünün çözülmesi ve Rusya’nın bundaki rolü, bu vesileyle elde edilen politik, askeri ve moral zafer, Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra ABD ve batılı emperyalist koalisyona vurulmuş bir yeni darbe olmuştur. Bunun, sadece Suriye ve Ortadoğu ile sınırlı bir etkisi olmayacaktır. Güçler dengesinde Rusya aleyhine ciddi bir gelişme yaşanmaz ise eğer, bu durum, genel hegemonya kavgasının seyrinde de önemli bir rol oynayacaktır.

Halep düğümü çözülmüş, ancak, Suriye krizi henüz tam olarak çözülmemiştir. Suriye’de fay hatları oldukça kırıktır, iç savaş bunu ayrıca kırık hale getirmiştir. İstikrarsızlık buranın da bir gerçeğidir. Halep’in hakimiyetinin Suriye’nin eline geçmesi tam zafer değildir. El Nusra ve Ahrar’u Şam gibi cinayet örgütlerinin buradan sürülmesi bir şeydir, ama iç savaşın sonu demek de değildir. Bu, olsa olsa savaşın yeni bir aşaması anlamına gelmektedir. İç savaş buna rağmen devam edecektir. Bu arada, Rusya ve Türk sermaye devletinin garantörlüğü koşulu ile ilan edilen ateşkes ve sözde barışın da bir hükmü yoktur. Söz konusu olan son derece kırılgan bir ateşkestir. Nitekim imzaların daha mürekkebi kurumamışken, ateşkes bozulmuştur. El Nusra ve Ahrar’u Şam bir yana, Türk sermaye devletinin sözde denetimindeki ÖSO adlı çeteler dahi ateşkese uymayacaklarını ve Rusya, Türkiye ve İran’ın katılacağı Suriye’nin geleceğinin tartışılacağı Astana toplantısına katılmayacaklarını açıklamış bulunuyorlar.

Gerçek şu ki, bölgenin geleceğini çok büyük ölçüde, emperyalist bloklar arasındaki hegemonya mücadelesi tayin edecektir. Bu mücadelenin bundan sonraki seyri ve sonuçları hakkında şimdiden kesin şeyler söylenemez. ABD’de devlet başkanlığını resmen devralması yla Trump’ın ne gibi hamleler yapacağı büyük merak konusudur ve bu ancak önümüzdeki süreçte açıklık kazanacaktır.

ABD’ye mahkumiyet ve Rusya’ya mecburiyetin ağır faturası

Türk sermaye devletinin olayların gelip dayandığı bugünkü tablodaki yerine gelince… Ne kadar gizlenirse gizlensin Halep’in Rusya destekli Suriye rejiminin eline geçmesi, Türk sermaye devleti için de politik ve moral bir darbe olmuştur. Daha başka bir anlatımla bu gelişme, sermaye devletinin saldırgan ve maceracı politikalarının iflasının yeni bir kanıtıdır. Türk sermaye devleti bunu, Rusya ile gelinen yerde flörtü de aşan ilişkisi ile dengelemeye çalışmaktadır.

Bilindiği gibi Türk sermaye devleti ABD’nin kışkırtması ile tarihinin en akıl almaz macerasına girişti, Rus uçağını düşürdü. Maceranın seyri ve sonu biliniyor. Türk sermaye devleti, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından keskin bir U dönüşü yaparak ve efelenmeyi bir yana bırakarak Rusya ile yeniden ilişki kurdu. Kelimenin en tam anlamıyla Rusya’nın önünde diz çöktü. Türk sermaye devletinin, kahramanlık menkıbeleri eşliğinde ballandıra ballandıra anlattığı Cerablus seferi karşısında Rusya’nın sessiz kalması tam da bu sayede mümkün olmuştur. Sermaye devleti yeniden Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu ve konuşulacağı masalarda kendisine yer bulmasını da bu ilişkiye borçludur. Türk sermaye devleti hâlâ Rusya’ya büyük rüşvetler vermeyi sürdürüyor. O kadar ki adeta Rusya’nın bir dediğini iki etmiyor. Kimi çevreler bu gelişmeyi Türk sermaye devletinin Avrasya kampına geçişi ya da bir eksen kayması olarak niteliyor. Şüphesiz ki, gerçek böyle değildir.

Sermaye devleti elbette ki, ilk elden ABD’nin izni ile Cerablus seferine çıktı. ABD, sermaye devletinin adını “Fırat Kalkanı“ olarak kodladığı bu seferin gerçek hedefinin Kürt halkının kazanımları olduğunu biliyordu. Bu nedenle onun bölgeye girişine belli kayıtlar koymuştu. Yani iznin sınırları vardı. Bu sınırları ihlal ettiği her durumda ona dur dedi. Örneğin Menbic’e girmekten söz etti, ABD engelledi. Cerablus çevresindeki Kürt yerleşim birimlerine ve zaman zaman da dosdoğru YPG’ye dönük saldırılara müdahale etti. Musul seferine katılmasına daha baştan onay vermedi. Rakka seferine katılma talebine de henüz onay vermiş değil. Vereceğe de pek benzemiyor. Ve dahası, El Bab’daki IŞİD karşıtı operasyona da çok gönüllü ve aktif destek sunmuyor. Bunların tümü birden bir mesafeli duruşun ifadesidir ve Türk sermaye devleti ile efendileri arasında sorunlar olduğunu ve burnu sürtülünceye dek bu durumun süreceğini anlatıyor.

Sonuç olarak, Türk sermaye devleti ile Rusya arasında, Rusya’ya büyük rüşvetler verilerek kurulan bu ilişki stratejik olmayıp konjonktüreldir. Gitgide büyüyen bir açmazın, her defasında daha da ağırlaşan bir faturaya mal olan bir mecburiyetin sonucudur. Hesapsız planlar ve dayanaksız hayallerden oluşan saldırgan ve maceracı politikalar onu bir yandan ABD’ye mahkum ederken, diğer yandan da Rusya’yla sözü edilen ilişkiye girerek iki arada bir derede durmaya mecbur etmiştir.

Kürt sorunu: Sermaye devletinin yakıcı bir başka açmazı

Emperyalizmin taşeronluğunda girişilen bu kirli maceranın Türk devleti payına asıl acı meyvesi, buna ağır faturası da denebilir, kendini Kürt sorunu üzerinden ortaya koydu. “Kürt sorunu, Suriye-Irak krizlerinin de yarattığı uygun ortamda, artık tamamen bölgesel bir karakter kazanmış bulunmaktadır. Bu aynı gelişmenin temel önemdeki öteki boyutu ise, yaşanan gelişmelere paralel olarak fırsatları en iyi biçimde değerlendiren, böylece gücünü ve etkisini sürekli pekiştiren, bu arada uluslararası ilişkiler alanında gitgide daha çok meşrulaşan Kürt hareketi gerçeğidir. Sorunun bölgesel bir nitelik kazanmasına paralel biçimde Kürt hareketi artık her bakımdan bölgesel bir güç konumundadır.” (Geçiş Sürecinde Türkiye, EKİM, Sayı: 295, Şubat 2015)

Günümüz Ortadoğu’sunda bazı statükolar, özellikle de Kürt sorunuyla bağlantılı olarak, kaçınılmaz olarak değişecektir. Fakat Türk sermaye devletinin bunu kendi hesabına ‘hamle’ ya da ‘atılım’lara dönüştürmekte herhangi bir şansı yoktur. Tayyip Erdoğan iktidarının buna yönelik yeni hesapsız maceraları, Türkiye halkları için yaratacağı acı faturalarla birlikte, muhtemeldir ki onun beklenmedik bir yoldan ve biçimde yıkılışının da bir vesilesi olacaktır yalnızca.” (Ortadoğu’da gerilim ve Türkiye, EKİM, Sayı: 304, Ekim 2016)

 
§