11 Mart 2016
Sayı: KB 2016/10

Kölelik düzenine geçit verme!
Rant kavgası, iktidar dalaşı, kriz, saldırganlık
Cerattepe direnişi ve AKP'nin korkusu!
Newroz çağrısını her alanda yükseltelim!
Kirli savaş devam ediyor: Sırada "kentsel dönüşüm" saldırısı var
Metal işçileri ek zam talebi ve saldırılara karşı alanlara çıktı
Renault işçisi yenildi mi?
Kazanmak için genel grev!
“Yarım devrim yapanlar kendi mezarını kazarlar!”
Türkiye A.Ş. ve işçi sınıfı
İEKK: Mücadelede, direnişlerde, barikatlarda biz de varız!
Kürdistan’da 8 Mart eylemleri
Kadınlardan 8 Mart eylemleri
Sermaye düzeninden soracak hesabımız var!
Mücadele tarihinden: TEKEL Direnişi
Meslek liseliler sınıfın parçasıdır!
Sınavlarınız sizin olsun, Berkinler gelecek!
Bu mücadele gelecek mücadelesidir
Bahar: Katliamların ve direnişlerin mevsimi
Ateşkes, görüşmeler, çatışmalar…
Proletarayanın büyük öğretmeni Karl Marks'ı okumanın ve silahlarıyla kuşanmanın tam zamanıdır
TKİP: Newroz'un isyan ateşini körükle!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mücadele tarihinden:

TEKEL Direnişi

 

Türkiye'nin dört bir yanından gelen binlerce TEKEL işçisi Ankara'nın göbeğinde özlük haklarının gaspına ve işçiler için kölelik anlamına gelen 4C'ye karşı günlerce çadır kurup direndiler. TEKEL'de süreç özelleştirme saldırısının ardından başlamıştı. İşçiler önce işletmelerin özelleştirilmesi, kapatılması sebebiyle il il gezmek zorunda bırakılmıştı. Son olarak da 4C saldırısının gündeme getirilmesi TEKEL işçileri için bardağı taşıran nokta olmuştu.

Tüm Türkiye'nin gündemine oturan direniş 15 Aralık 2009'da başladı ve 78 gün sürdü. Direniş boyunca TEKEL işçisi kadınlar da mücadeledeki yerlerini aldılar. Kadın işçiler erkek işçilerle birlikte soğuğa, yağmura, gaza, tazyikli suya karşı direndiler.

TEKEL direnişçisi kadınlar, diğer pek çok direnişte olduğu gibi tüm direniş boyunca kararlılıklarını gösterdiler. Aile baskısına, polis saldırılarına rağmen yılmadılar. Mücadele içerisinde sınıf bilinçleri gelişti ve direnişi en iyi değerlendirenler konumuna geldiler. Yaşadıklarını da en iyi kendileri ifade ettiler*.

Ankara TEKEL işçisi Figen Ekinci 4C'yi ve işçiler için ne anlama geldiğini şöyle ifade ediyordu:

“Buraya gelen bakanlar 'Sizi memur yaptık' dediler o zaman bize... Yılda 10 ay çalışıyoruz, iki ay ücretsiz izine çıkartılıyoruz. Artı iki aylık dönemde SSK’lı bir işte, ek bir işte kesinlikle çalışamıyoruz. Dört ayda bir, iki günlük rapor alabiliyorsun, yani 4C’linin hastalanma hakkı yok. O dönemde bize ölümü gösterip, kansere razı ettiler.”

Diyarbakır'dan gelen Şengül Yılmaz ise süreci şöyle değerlendiriyordu:

“İşçide bir bilinç oluşmadı, oluşturulamadı. Çalıştığımız süre bir ay da olsa 'tamam olsun' dendi, bazı sorunlar görmezlikten gelindi. Kitlesel anlamdaki eylemler çok daha önce yapılabilirdi. Çünkü o zaman biz üretiyorduk, fabrikalar çalışıyor, pazarlamalar işliyordu, üretimden gelen gücümüzü kullanabilirdik.”

O dönemde başbakan olan Erdoğan'ın “TEKEL işçileri yan gelip yatıyor” sözüne karşı kadın işçiler “Hastalık sahibi olduk, yatmadık biz yan gelip, hiçbir zaman” diyerek tepki gösteriyorlardı. Hamidiye Taş işçilerin çalışma koşullarını şöyle özetliyordu:

“Hastalığımda çalıştığım yerin de etkisi var tabii. Küçücük havasız boğucu bir yerde çalışıyorduk. Çalıştığım yerde işçiye değil, tütüne daha fazla önem veriliyordu... Yine de ekmeğimizdir çalışırız, diyorduk.”

Tüm ülkenin gündemine oturan TEKEL Direnişi tam da “Kürt açılımı” sürecine denk gelmişti. Türkiye'nin dört bir yanından gelen ve birlikte mücadele eden TEKEL işçileri “asıl açılımı biz yaptık” demişlerdi. Fatma Çelebi de bu birliğe işaret ederken kadınların mücadeleye katılmalarını zorlaştıran engelleri ve bu engellerin nasıl aşıldığını şöyle ifade ediyordu:

“Kaç gün geçtiğinin bile farkında değiliz. Burada her kültürden, Kürt, Türk, Çerkes herkes var ve herkes işinin ekmeğinin peşinde, başka bir şeyin peşinde değiliz. Gücümüz buradan geliyor. İnşallah haklarımızı alacağız. Evlerinden dışarı çıkamayan kadınlar var burada belki de şimdiye kadar, sadece işe gidip gelen kadınlara kimse 'gitme sen kadınsın' diyemiyor, diyemez de artık.”

Türkan Avcı ise kadınlara yüklenen toplumsal rollerle birlikte çocuk bakımının sadece kadının sorumluluğunda görüldüğünü ve mücadele içerisinde aile yaşantılarında yaşanan değişim-dönüşümleri şöyle anlatıyordu:

“Anneyim ben sorumluluklarım burada da devam ediyor. Çocuğum ana sınıfına gidiyor. Sabahları erken uyandırıyorum babasını kalkıp ona sütünü içirmesi için. Yemek konusunda da 'şunu yap, bunu pişir' filan diyorum, buradan. Her şeyi kadın yaptığı böyle bir günde yük ona yüklendiğinde erkek de ne yapacağını şaşırıyor tabii.”

* Direnişçi kadın işçilerden yapılan alıntılar Petrol-İş Kadın Dergisi “İŞÇİ KADIN OLMANIN EYLEM HALLERİ: TÜRK-İŞ ÖNÜNDE TEKEL İŞÇİSİ KADINLAR Sayı 34, Şubat 2010” sayısından alınmıştır.

 

 

 

 

Hani okullar çocuklarımızın ikinci eviydi?

 

Son zamanlarda okullardan ardı ardına gelen taciz ve tecavüz haberleri liseli bir kadın annesi olarak beni çok üzdü ve öfkelendirdi. 17 yaşındaki Cansel'in matematik öğretmeni tarafından tecavüze uğraması ve ardından intihar etmesi, gene liseli bir öğrencinin etek boyu yüzünden okulun müdürü tarafından “sen bu etekle ancak otobana çıkarsın” demesi ve ilkokulda bir öğretmenin öğrencisini kucağına oturtup taciz etmesi...

Çocuklarımıza burası sizin ikinci eviniz denilen ve bir zamanlar çocuklarımızı güvenerek gönderdiğimiz okullarda bu olayların yaşandığını duydukça dehşete düşmemek mümkün değil. Beni en çok üzen şeylerden biri de bizzat kadınların yaşanan bu korkunç olaylara karşı kılıf uydurmaları. Etrafımdaki “ileri görüşlü” denilebilecek kadınların dahi en basitinden Cansel olayına karşı “öğretmeniyle ilişkisi varmış” ya da “okula makyaj yapıp gidiyormuş” demeleri taciz-tecavüz olaylarına karşı gösterdikleri tepkilerden en basitidir.

Taciz-tecavüz olaylarının sanki bir gerekçesi olabilirmiş gibi yansıtılması, “Bu tecavüz olayları neden oluyor?” diye sormak yerine kadınların dahi “Gecenin o saatinde orada ne işi varmış?”, “Tek başına minibüse neden binmiş?” gibi sorular sorması, topluma sirayet eden gerici zihniyet düşünüldüğünde çok da garip değil aslında. İktidarın gerici söylemleri ile kadınlara verdikleri değer ortada. Bana göre zaman zaman cumhurbaşkanının ve başbakanın kadın bedeni üzerinden yaptığı çıkışlar, diyanetin verdiği fetvalar tacizin ve tecavüzün önünü açıyor.

İktidarın ve sermayenin kendi çıkarları söz konusu olduğunda bir gecede yasa değiştirirler, kadına şiddet, taciz-tecavüz söz konusu olduğunda ise herhangi bir önleyici yaptırım yok. Hatta suçu işleyenlere takım elbise giydiği için ya da “ben 5 vakit namaz kılıyorum” dediği için iyi halden ceza indirimi yaparak teşvik ediyorlar.

Sadece bu örneklere baktığımızda bile ne kadar çürümüş bir sistemde yaşadığımızı görüyorum. Ben kadının kurtuluşunun devrim ve sosyalizmde olduğunu biliyorum. Ama bu düşlediğimiz güne varana kadar kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüze karşı caydırıcı düzenlemelerin yapılması için de mücadele etmemiz gerekiyor.

Küçükçekmece'den bir EKK'li

 
§