27 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/44

Gerici hedeflerine savaşla ulaşmaya çalışıyorlar
“Masum” gösterilmeye çalışılan, Türkiye’nin Suriye’deki kirli çıkarlarıdır
Dink cinayeti; “katil devlet”, çünkü…
Devlet terörünün bir laboratuvarı: Türkiye
Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!
Yasak ve katliamlara karşı direniş!
İHD Silvan raporunu açıkladı
Anlatılan senin hikayen değil Mösyö Burjuvazi!
Bayteks işçileri: Direnişimizde kararlıyız!
Mersin’de DEV TEKSTİL Temsilciliği açıldı
Birleşik Metal-İş’te “at izi, it izi!”
Önlemler hiçe sayılıyor, işçiler katlediliyor!
Ford Otosan’da temsilcilik seçimleri üzerine
MİB metal işçilerini sempozyuma çağırıyor
Genel durum ve güncel gelişmeler
Taştekin: Son bariyer yıkıldı
Madalyonun iki yüzü
BM Fransa’nın tasarısını onayladı
EKK’dan 25 Kasım eylemleri
Kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı
25 Kasım etkinlikleri
Özgürlüğümüzden ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz!
“Bu davet bizim!”
Kuru bir yaprağa verilmiş söz...
Alaattin Yoldaş'a...
Alaattin'e...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Alaattin'e

 

2009 senesinin 19 Kasım’ında,

şehr-i İstanbul sokaklarında,

ayaz bir gecede müjdelerken

yeni insanlığın sesini

yeryüzünün lanetlilerine

Türk sermayesinin kara kafalı, kara yüzlü

yüreksiz itleri

vurdular kumral bir delikanlıyı...

Bolşevik’ti delikanlı.

Saatlerce sürmüştü kovalamaca-çatışma.

İki kişiydiler müjdeleyiciler.

Ekimciler'in geleneğiydi bu.

Üzerlerine gelen kurşunları dahi paylaşırlardı.

Delikanlı yaralı,

yerde kendini zorladı.

Ve sırtını dayadı bir duvara.

Gözlerinde acının zerresi yoktu.

Kinle bakıyordu katillerin, cellatların suratına.

Cellatlar yaklaşıyordu yanına.

Gölgeleri bile yoktu cellatların.

Yürekleri olmayanların gölgeleri de olamazdı zaten.

Biraz sonra delikanlı kaldırdı kafasını baktı gökyüzüne,

Sırtını dayadığı duvardan.

Gökte pırıl pırıl bir ay.

Gözleri daldı biraz düşünceye.

Daldı, belki de eskilere gitmişti.

Ömrü boyunca, kendini bildi bileli işçiydi hep.

Defne ve zeytin kokan bir kentin

yoksul evinde doğmuştu.

Belki de işten arta kalan zamanda koşmuştu

soluğu kesilene kadar asi nehrinin kıyısında.

İlk sevdalar,

ilk özlemler,

ilk isyan

ve en büyük aşkı

yine bu nehrin kıyısında tattı.

Parti el uzattı.

Öyle bir aşktırki bu,

kavrandıkça derinleşir.

Yürüdükçe alevlenirdi.

Koştu sevdiğine bir gece vakti.

Küçük bir otobüs terminalinden binip

bıraktı ardında

defne ve zeytin kokan küçük bir şehri.

Ama Asi’yi bırakmadı.

Çünkü artık Asi de kendisiydi.

Hem de yeraltı nehirlerinde damar damar.

Yeraltı nehirlerimizin asi damarıydı artık.

Ve aktı gitti sevdalıca,

Sevdiğinin çağırdığı başka bir kavga şehrine.

Mekan değişirdi, zaman değişirdi.

Hatta koşullar, düşmanın rengi, ihanetin biçimi dahi değişirdi.

Ama sevda asla değişmezdi.

Dedim ya,

öyle bir sevdadır ki bu,

kavrandıkça derinleşir, yüründükçe alevlenirdi.

Şimdi delikanlı daha da bilenmişti.

Yeraltında akan asi damar daha coşkun akıyordu.

Çaresi yok,

bu nehir yeraltında aka aka varacaktı elbet

er ya da geç devrim denizine.

Cellatlar ne yapabilirdi ki?

Sadece bentler örebilirdi nehrin önüne.

Ama her defasında nehir taşar

ve yıkar geçer o bentleri.

Varırdı Habipler'in gözü misali masmavi bir denize.

İşte cellatlar bu şehirde de yakalamışlardı

delikanlı Ekimci'yi.

Günlerce işkence yaptılar.

Elektrik, su, falaka, tekme, tokat...

kırıldı diş, kırıldı kol, parmak, tırnak...

ama irade asla...

tek bir "ah" bile alamadılar cellatlar ağzından delikanlının.

Bu yüzden attılar kapkara bir zindanın içine, dip çukurunun.

Sevdalılar burda da vardı,

açlığa yatmıştı sevdalılar.

Cellat sevdayı bitirmek için saldırıyordu zindanlarda.

Sevdalılar, sevdalar büyüsün diye yatmışlardı açlığa.

Sevdaları kadar açtılar.

Açlıkları kadar onurlu, gururluydular.

Alınlarında hepsinin sevda ateşi kızıl bantları vardı.

Delikanlı Hazal misali,

zerre kadar bir kere bile düşünmeden yemeyi, itti önünden yemeği.

Kararı kesindi.

Ve bu defa yeraltı nehirlerinin asi damarı

sonsuz bir kaynak gibi fışkırmıştı

Esenyurt sokaklarında.

Kuşatmalar, yine kuşatmalar ve kurşunlar.

İlk değildi elbet bu kuşatma.

Kaç tane kuşatma yarmıştı delikanlı hayatında.

Daha bir kaç ay önce celladının ellerinden alıp

kurtarmıştı yoldaşlarını.

Hemde eksik bir bedenle.

Lakin silahı tutan bilek değil yürekti.

Bastı tetiğe ardı ardına,

delikanlı biraz da bencilce davranarak!

Düşmanın tüm kurşunlarını kendine alarak.

Şimdi yaralı sırtı duvara dayalı.

Etrafında katil sürüsü,

ne yapacaklarını bilemeden korkarak bakarken...

yüreksizlerden en yüreksizi korkarak bastı

makineli tüfeğin tetiğine.

Bu çaresizliklerini bitirsin diye hemen.

Yumdu gözlerini delikanlı

şehr-i İstanbul’un işçi sokağında.

20 Kasım sabahı

bütün insanlık bir fotoğrafa baktı.

Mahzun bir gülümseyiş bir bıyık altından,

bir mezar taşına eli dayalı kumral delikanlının.

Bütün insanlık tanıyordu,

insanlığın en temizleri hafızalarına leke düşürmemişleri

tanıyordu bu delikanlıyı.

Asi nehri kadar eski

ama Asi nehri kadar inatçı bir savaşçının suretiydi

gülümseyen resimdeki delikanlı.

Resimdeki yiğit,

bir zaman diliminde

Roma dağlarında Spartaküs’ün özgür köleler ordusunda

sadece bir neferdir.

Akmıştı oraya da nehir.

Bir zaman yarin yanağından gayri

herşeyi paylaşmak için

Şeyh Bedrettin’in azap ortağıydı.

Bir zaman Paris’te komünarca dövüşen,

bir zaman Haziran günlerinde

barikatın ön saflarında taş atan,

bir zaman bir tekstil fabrikasında,

Greif’te çatıda direnen 13. işçi,

bir zaman Bursa’da bir metal fabrikasında,

kızgın demire şekil verir gibi,

sınıf kardeşlerini bilinçlendiren mütevazi işçi.

Filistin’de Faris’in gözlerinde

umut elinde taş.

Kürdistan’da sosyalizmi haykıran dimdik bir baş.

Yatıyor şimdi yoldaş.

Defne ve zeytin kokan şehrin

Asi’ye bakan tepesinde.

Yüreğimiz kin dolu,

burjuvaziye en derinden.

Söyleyeceğiz zafere kadar her dilden,

Alaatin Karadağ ölümsüzdür!

Alaatin Karadağ Na Mırın!

Alaatin Karadağ Ma Bi Mud!

Çukurova’dan bir işçi


 
§