Alaattin'e
2009 senesinin 19 Kasım’ında,
şehr-i İstanbul sokaklarında,
ayaz bir gecede müjdelerken
yeni insanlığın sesini
yeryüzünün lanetlilerine
Türk sermayesinin kara kafalı, kara yüzlü
yüreksiz itleri
vurdular kumral bir delikanlıyı...
Bolşevik’ti delikanlı.
Saatlerce sürmüştü kovalamaca-çatışma.
İki kişiydiler müjdeleyiciler.
Ekimciler'in geleneğiydi bu.
Üzerlerine gelen kurşunları dahi paylaşırlardı.
Delikanlı yaralı,
yerde kendini zorladı.
Ve sırtını dayadı bir duvara.
Gözlerinde acının zerresi yoktu.
Kinle bakıyordu katillerin, cellatların suratına.
Cellatlar yaklaşıyordu yanına.
Gölgeleri bile yoktu cellatların.
Yürekleri olmayanların gölgeleri de olamazdı zaten.
Biraz sonra delikanlı kaldırdı kafasını baktı gökyüzüne,
Sırtını dayadığı duvardan.
Gökte pırıl pırıl bir ay.
Gözleri daldı biraz düşünceye.
Daldı, belki de eskilere gitmişti.
Ömrü boyunca, kendini bildi bileli işçiydi hep.
Defne ve zeytin kokan bir kentin
yoksul evinde doğmuştu.
Belki de işten arta kalan zamanda koşmuştu
soluğu kesilene kadar asi nehrinin kıyısında.
İlk sevdalar,
ilk özlemler,
ilk isyan
ve en büyük aşkı
yine bu nehrin kıyısında tattı.
Parti el uzattı.
Öyle bir aşktırki bu,
kavrandıkça derinleşir.
Yürüdükçe alevlenirdi.
Koştu sevdiğine bir gece vakti.
Küçük bir otobüs terminalinden binip
bıraktı ardında
defne ve zeytin kokan küçük bir şehri.
Ama Asi’yi bırakmadı.
Çünkü artık Asi de kendisiydi.
Hem de yeraltı nehirlerinde damar damar.
Yeraltı nehirlerimizin asi damarıydı artık.
Ve aktı gitti sevdalıca,
Sevdiğinin çağırdığı başka bir kavga şehrine.
Mekan değişirdi, zaman değişirdi.
Hatta koşullar, düşmanın rengi, ihanetin biçimi dahi değişirdi.
Ama sevda asla değişmezdi.
Dedim ya,
öyle bir sevdadır ki bu,
kavrandıkça derinleşir, yüründükçe alevlenirdi.
Şimdi delikanlı daha da bilenmişti.
Yeraltında akan asi damar daha coşkun akıyordu.
Çaresi yok,
bu nehir yeraltında aka aka varacaktı elbet
er ya da geç devrim denizine.
Cellatlar ne yapabilirdi ki?
Sadece bentler örebilirdi nehrin önüne.
Ama her defasında nehir taşar
ve yıkar geçer o bentleri.
Varırdı Habipler'in gözü misali masmavi bir denize.
İşte cellatlar bu şehirde de yakalamışlardı
delikanlı Ekimci'yi.
Günlerce işkence yaptılar.
Elektrik, su, falaka, tekme, tokat...
kırıldı diş, kırıldı kol, parmak, tırnak...
ama irade asla...
tek bir "ah" bile alamadılar cellatlar ağzından delikanlının.
Bu yüzden attılar kapkara bir zindanın içine, dip çukurunun.
Sevdalılar burda da vardı,
açlığa yatmıştı sevdalılar.
Cellat sevdayı bitirmek için saldırıyordu zindanlarda.
Sevdalılar, sevdalar büyüsün diye yatmışlardı açlığa.
Sevdaları kadar açtılar.
Açlıkları kadar onurlu, gururluydular.
Alınlarında hepsinin sevda ateşi kızıl bantları vardı.
Delikanlı Hazal misali,
zerre kadar bir kere bile düşünmeden yemeyi, itti önünden yemeği.
Kararı kesindi.
Ve bu defa yeraltı nehirlerinin asi damarı
sonsuz bir kaynak gibi fışkırmıştı
Esenyurt sokaklarında.
Kuşatmalar, yine kuşatmalar ve kurşunlar.
İlk değildi elbet bu kuşatma.
Kaç tane kuşatma yarmıştı delikanlı hayatında.
Daha bir kaç ay önce celladının ellerinden alıp
kurtarmıştı yoldaşlarını.
Hemde eksik bir bedenle.
Lakin silahı tutan bilek değil yürekti.
Bastı tetiğe ardı ardına,
delikanlı biraz da bencilce davranarak!
Düşmanın tüm kurşunlarını kendine alarak.
Şimdi yaralı sırtı duvara dayalı.
Etrafında katil sürüsü,
ne yapacaklarını bilemeden korkarak bakarken...
yüreksizlerden en yüreksizi korkarak bastı
makineli tüfeğin tetiğine.
Bu çaresizliklerini bitirsin diye hemen.
Yumdu gözlerini delikanlı
şehr-i İstanbul’un işçi sokağında.
20 Kasım sabahı
bütün insanlık bir fotoğrafa baktı.
Mahzun bir gülümseyiş bir bıyık altından,
bir mezar taşına eli dayalı kumral delikanlının.
Bütün insanlık tanıyordu,
insanlığın en temizleri hafızalarına leke düşürmemişleri
tanıyordu bu delikanlıyı.
Asi nehri kadar eski
ama Asi nehri kadar inatçı bir savaşçının suretiydi
gülümseyen resimdeki delikanlı.
Resimdeki yiğit,
bir zaman diliminde
Roma dağlarında Spartaküs’ün özgür köleler ordusunda
sadece bir neferdir.
Akmıştı oraya da nehir.
Bir zaman yarin yanağından gayri
herşeyi paylaşmak için
Şeyh Bedrettin’in azap ortağıydı.
Bir zaman Paris’te komünarca dövüşen,
bir zaman Haziran günlerinde
barikatın ön saflarında taş atan,
bir zaman bir tekstil fabrikasında,
Greif’te çatıda direnen 13. işçi,
bir zaman Bursa’da bir metal fabrikasında,
kızgın demire şekil verir gibi,
sınıf kardeşlerini bilinçlendiren mütevazi işçi.
Filistin’de Faris’in gözlerinde
umut elinde taş.
Kürdistan’da sosyalizmi haykıran dimdik bir baş.
Yatıyor şimdi yoldaş.
Defne ve zeytin kokan şehrin
Asi’ye bakan tepesinde.
Yüreğimiz kin dolu,
burjuvaziye en derinden.
Söyleyeceğiz zafere kadar her dilden,
Alaatin Karadağ ölümsüzdür!
Alaatin Karadağ Na Mırın!
Alaatin Karadağ Ma Bi Mud!
Çukurova’dan bir işçi
|