27 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/44

Gerici hedeflerine savaşla ulaşmaya çalışıyorlar
“Masum” gösterilmeye çalışılan, Türkiye’nin Suriye’deki kirli çıkarlarıdır
Dink cinayeti; “katil devlet”, çünkü…
Devlet terörünün bir laboratuvarı: Türkiye
Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!
Yasak ve katliamlara karşı direniş!
İHD Silvan raporunu açıkladı
Anlatılan senin hikayen değil Mösyö Burjuvazi!
Bayteks işçileri: Direnişimizde kararlıyız!
Mersin’de DEV TEKSTİL Temsilciliği açıldı
Birleşik Metal-İş’te “at izi, it izi!”
Önlemler hiçe sayılıyor, işçiler katlediliyor!
Ford Otosan’da temsilcilik seçimleri üzerine
MİB metal işçilerini sempozyuma çağırıyor
Genel durum ve güncel gelişmeler
Taştekin: Son bariyer yıkıldı
Madalyonun iki yüzü
BM Fransa’nın tasarısını onayladı
EKK’dan 25 Kasım eylemleri
Kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı
25 Kasım etkinlikleri
Özgürlüğümüzden ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz!
“Bu davet bizim!”
Kuru bir yaprağa verilmiş söz...
Alaattin Yoldaş'a...
Alaattin'e...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devlet terörünün bir laboratuvarı: Türkiye

 

Paris katliamının ardından Fransa’da ilan edilen olağan üstü hal 3 ay daha uzatıldı. Olağan üstü hal ilan edilmeyen ülkelerde de hiç de olağan bir hal yok. Nerden geldiği bilinmeyen ya da açıklanmayan bir bomba ihbarıyla, neredeyse bomba ihbarı yapılan bölgede yaşamı durduracak boyutta “güvenlik” önlemleri alınıyor. Fransa’daki gibi net bir olağan üstü hal uygulaması yok, ama yalnızca bomba ihbarıyla değil, “bombacı terörist” ihbarlarıyla AB ülkelerinde her an olağan üstü hal uygulamasına geçiliyor. Paris katliamında bir anlamda komutan olanların Belçika vatandaşı olması gerekçe gösterilerek Belçika’da tek kelimeyle cadı avı için “güvenlik” seviyesinin en üst düzeye çıkarılması, yalnızca Fransa’da değil Avrupa’da artan devlet terörünün göstergelerinden biridir.

ABD yurtdışına çıkacak vatandaşlarını artan “terör” tehlikesine karşı uyarıyor. Yalnız yurtdışı değil, ülke içinde de kalabalık yerlere pek gidilmemesi uyarısında bulunuyor. Aynı durum Avrupa’da da geçerli. Maç, festival vb. şeyler iptal ediliyor ya da yine yoğun güvenlik önlemi altında yapılıyor. “Yoğun güvenlik önlemini” devlet terörü olarak okuyun. Normal koşullarda arama yapılmadan girilen etkinlik alanının çevresi polisler tarafından çevrilse ve onur kırıcı boyutlara varan aramalar yapılsa, arama yapılanlar bundan çok hoşlanmasa bile itiraz etmeyi dahi düşünmeyebilirler. Çünkü aramanın onun kendi güvenliği için yapıldığına inandırılmıştır. Korku sarmalı içinde buna inanmak dışında başka bir alternatif de bırakılmaz, ona.

ABD ve AB’deki devlet terörünün bugünkü hedefi IŞİD, El Kaide, Boko Haram’la kimlik bulan çeteler gibi görünüyor. Ama devlet terörü, yani faşizm, bugün değilse de mutlaka kendine muhalif olanı ve bu potansiyeli taşıyanları hedefler.

Özcesi küresel ölçekte artan devlet terörü kendi yarattığı çeteleri değil, özellikle devrimci muhalefeti hedeflemektedir.

Devlet terörü laboratuvarı: Türkiye

Emperyalist ülkelerde de devlet terörünün gerçek hedefi devrimci muhalefettir. Ama Türkiye gibi ülkelerde devrimci muhalefet her zaman devlet terörünün ilk hedefidir. Türkiye’de demokrasi, özgürlük söylemlerinin enflasyonu vardır. Gerçekte ise pastadan daha çok pay kapmak için cemaatçilere bile -devrimci muhalefete kullanılan düzeyinde olmasa da- devlet terörü uygulanır.

Türkiye’de devrimcilere yönelik saldırılar ve kirli savaş, devlet terörü uygulamasında emperyalistlerin laboratuvarı olma işlevindedir. Elbette uygulanan devlet terörünün hamisi emperyalistlerdir, ama en kirli, en iğrenç yöntemlerle kullanıldığı alanlardan biri, belki de ilki Türkiye’dir.

ABD PYD’ye IŞİD’le verdiği mücadelede silah yardımı yaparak, onları da Talabani, Barzani seviyesine indirmeye, kendisine bağlamaya çalışıyor. İran’daki Kürtler için de bu denli açıktan olmasa bile aynı desteği verdiği iddia ediliyor. Kürdistan’da PKK önemli bir güç. Murat Karayılan’ın, ABD’nin yalanladığı açıklamalarına göre, bir ilişki değilse bile, görüşmeler var. Bu koşullarda Türkiye, Ortadoğu’da emperyalizmin ileri karakolu olma rolünü, olası kapitalist bir Kürdistan’a kaptırabilir. Çözüm sürecinin 1 Kasım sonrasında da buzdolabından çıkarılmamasının nedeni, Türkiye için bu risktir. Sermaye devleti dozu giderek artan kirli savaşla, teslim alamasa bile PKK’yi istediği sınırlara çekmeye çalışıyor.

Özellikle Kobanê zaferi Kürt güçlerine önemli bir moral üstünlük sağladı. Bu moral üstünlüğe sahip PKK’yi istediği sınırlara çekmesi daha zor. Bu yüzden Türkiye Suriye’nin bütünlüğünü Esad’dan daha fazla savunur durumda. Dün Salih Müslim’le Ankara’da bizzat görüşen Erdoğan, bugün PYD’ye terörist, diyor.

Türkiye devlet terörünün öylesine deneyimlerle dolu laboratuvarı ki, Türkiye bir yana kendi deyimlerine göre Fırat’ın batısına geçen PYD’ye de saldırıyor. ABD ise ne biricik uşağı Türkiye’ye aykırı bir şey söylüyor, ne de PYD’ye silah yardımını kesiyor. Hem nalına, hem mıhına vuruyor.

Türkiye’nin Kürdistan konusundaki bu açmazları, devlet terörü uygulamalarında, ne sınır, ne ahlak, ne de başka insani bir şeye imkan tanıyor. Böyle olunca da devlet terörü uygulamasının eşsiz bir laboratuvarı haline getiriyor Türkiye’yi. Bugün sokağa çıkma yasağı ne ABD’de ne AB’de uygulanmıyor. Sokağa çıkma yasakları bugün Kürdistan’da ters tepmiş durumda. Şiddeti arttırılan kirli savaş, Kürt hareketinin çerçevesini aşamasa da pratik olarak Kürt halkını daha da devrimcileştirdiği ortada. Sermaye devleti sokağa çıkma yasaklarının ve katliamlarının devamıyla, bir anlamda kumar oynuyor. Baskı ve zor uygulandığı kitleyi sindirebilir de, devrimcileştirebilir de. Bugün Kürt halkı devrimcileşiyor. Katliamlarına şimdi son verse ve yeniden masaya otursa, Kürt hareketine yeni bir moral üstünlük vermiş olur. Kürt halkını sindirmek için kirli savaşı hiç azaltmadan, hatta arttırarak sürdürüyor. Ola ki Kürt halkını yine sindiremezse, süreç buzdolabından anında çıkarılır. Hem de emperyalistlerin çözüm sürecine geri dönülmesi “ricaları” bir tür baskılamaya dönüşür.

Medyada devlet terörü uygulamasında bazen devletin askeri gücünden daha etkili bir rol oynuyor. Türkiye bu açıdan da bir laboratuvar. Sermaye medyası bir yandan Türkçülük pompalarken öte yandan Kürt halkını, devrimcileri, hatta muhalif olan herkesi linçe uğratabilecek kadar toplumun beynini kötürümleştiriyor. Devrimci, muhalif yayınlar ve sosyal medyanın sermaye medyasının beyinleri kötürümleştirme hamlesine karşı bir işlevi olsa da, Türkiye’de sermaye medyası uğursuz rolünü oynamakta hala oldukça başarılı.

Türkiye gibi laboratuvarlarındaki deneyimlerle, emperyalistler devlet terörünü daha da şiddetlendirecek. ABD’de siyahlara karşı devlet terörü alenen uygulanıyor. AB’de göçmenlere karşı çok açıktan olmasa da sinsice uygulanıyor. Küresel kriz derinleştikçe, bugün demokrasinin beşiği gibi görünme yanılsaması yaratan emperyalist ülkelerde de Türkiye’deki gibi açık faşizm çıplak gözle görülür düzeye gelecek.

Bütün bu felaketlerin olmaması için yapılması gerekeni Marks ve Engels Komünist Manifesto’da söylemişler. “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz!” Bugün bu söz bir hedef olarak önümüzde duruyor. Ama gerçekçi düşündüğümüzde, daha öncelikli hedef olan, “Türkiye işçi ve emekçileri birleşiniz!” sloganını yaşama geçirmenin koşullarının var olduğunu söyleriz.Hem nesnel olarak Türkiye devrime gebe diyoruz. Hem de öznel olarak işçi sınıfının devrimci-komünist bir partisi var. Bu durumda sınıf devrimcilerinin görevi, çok daha yoğun bir enerjiyle devrime hazırlanmaktır.

M. Kurşun


 
§