20 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/43

Fransa katliamı emperyalizmin kirli ve kanlı yüzüdür
Dinci iktidarın “Milli birlik ve beraberlik projesi” çökmeye mahkumdur
Kahrolsun sömürgecilik, Kürt halkına özgürlük!
Sıkıyönetimin ilk 5 günü: 2 ölü, 12 yaralı
Sahte gündemlerle gerçekleri karartmaya çalışıyorlar
“İstikrar” AKP ile gelemiyor!
Ekonomik ve sosyal yıkım programına karşı topyekûn mücadeleye!
İşsizlik kapitalizmin doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur
MİB MYK Kasım Ayı Toplantısı
DEV TEKSTİL Kasım Ayı GMYK toplantısı gerçekleşti!
IFF Aroma’da direnişin 67. gününde eylem
Ekim Devrimi’nin öncesi ve sonrasında kadın çalışması deneyimleri
Kapitalizm öldürür; yaşamak için sosyalizm!
İşçi-emekçi kadın sorunu üzerine
Emekçi Kadın Komisyonları faaliyetlerinden...
Paris katliamı üzerine
AB’nin “Göçmen Krizi” ve kapitalizmin karanlık yüzü
Suriye’de “siyasi geçiş süreci”
Gençlik geleceği için kavgaya!
YÖK açıkladı: Gençler boş yere ümitlenmesin!
Kendi davan için dövüşmezsen, ölürsün başkalarının davası için
Yeni Greifler, yeni metal fırtınaları ile sınıfın Haziranları'na hazırlanmak
Zorbalığa karşı tek kurtuluş yolu devrimci sınıf mücadelesini yükseltmektir!
Alaattin'e...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni Greifler, yeni metal fırtınaları ile sınıfın Haziranları'na hazırlanmak

 

Burjuvazinin seçim oyunu geride kaldı. Seçimlerden elde ettiği 2011’deki sonuçlara benzer yüksek bir oy oranı sayesinde koltuğunu bir dönem için sağlamlaştıran AKP’nin önümüzdeki dönemde her açıdan daha da pervasız saldırgan tutum içinde olacağı açıktır. Bu saldırıların bir yanını kirli çamaşırlarını örtbas etme ve yakın zamana kadar ortağı olan cemaat tayfasına darbeler vurmak oluşturuyor. Seçim sonrası İzmir merkezli operasyon ve Ankara’da TUSKON baskını ile bu alandaki icraatlarının işaret fişeğini ateşlemiştir ki seçimlerin öngününde Koza-İpek grubuna kayyum ile el koyma operasyonu da seçim sonrasında neler olacağının işaretiydi. Bu kavgalar burjuvazinin kendi içindeki iktidar ve rant kavgasıdır kuşkusuz. Geçmişte ulusalcıları tasfiye etmeye çalışan ve eden AKP-cemaat ikilisi 17-25 Aralık operasyonları ile kendi içinde kavgaya tutuşmuştu. Tıpkı ulusalcılarla yaşanan kavgada olduğu gibi AKP-Cemaat kavgasında da işçi sınıfı ve emekçilere yer yoktur. Yer yoktur çünkü her iki taraf da sınıf ve emek düşmanı kapitalistlerin siyasal temsilcileridir, yani aynı sınıfın (burjuvazinin) mensubudurlar. Bu kavgada işçi sınıfı ve emekçilerin lehine küçücük bir çıkar dahi yoktur. Bu kavgadan hangi taraf galip gelirse gelsin işçi sınıfı ve emekçilere yine katmerli bir sömürü ve kölelik düşecektir. “Basına dönük baskı var.” Söylemleri ile çatışmada toplumsal destek yaratma girişimleri toplumsal mücadele dinamiklerini zehirleyecek olması açısından tehlikelidir, bu açıdan gündelik siyasal faaliyette bu tehlikeyi (sahte kutuplaşmayı) boşa çıkartacak politikalarla işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdeki kafa karışıklığını gidermek hayati önemdedir. Zira düzen içi kamplaşmalar işçi sınıfı ve emekçi kitleleri düzene yedeklemenin bir imkânıdır burjuvazi açısından. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında ulusalcıların tasfiyesi süreciyle yaratılan laik-şeriatçı kutuplaşması Cumhuriyet Mitingleri ile belli bir toplumsal destek bulmuştur. Salt AKP karşıtlığıyla sınırlandırılan muhaliflik düzen sınırlarında kalmaya mahkûmdur, asıl olan işçi sınıfı ve emekçileri anti-kapitalist bilinç ile kuşatmak ve sınıfa karşı sınıf perspektifi ile düzenle cepheden karşı karşıya gelişi sağlamaktır.

Diğer yandan Haziran Direnişi ve 6-8 Ekim Kobanê serhîldanları gibi toplumsal çalkantılarda sallanan koltuğunu sağlamlaştırmak için toplumsal muhalefeti ezmeye dönük faşizan saldırılar da tırmanacaktır. Kimilerine göre Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş seçimlere kadar sürecekti, yapılan değerlendirmeler de genelde bu yöndeydi. Oysa seçimlerden sonra da aynı barbarlıkla devam ettirilen savaş konsepti meselenin seçimlerle sınırlı konjonktürel bir durum olmadığını, özellikle Rojava realitesi de gözetildiğinde savaş AKP eliyle yürütülüyor olsa da Türk burjuvazisinin savaşı olduğunu gösteriyor. Tüm bunlar burjuvazinin savaş makinesi AKP’nin nasıl bir süreç işleteceğinin göstergesidir.

Seçimlerin ardından TÜSİAD ve MÜSİAD başta olmak üzere sermaye çevrelerinin reformlara acil ihtiyaç olduğu ve adım atılması yönündeki çağrıları da yeni döneme dair fikir vermektedir. Ekonomik reformlar adı altında kölece çalışma koşulları ve sosyal yıkım saldırıları sermayenin öncelikli alanlarıdır. Ve bu alanlarda başarı sağlayabilmek adına faşist baskı ve terörü tırmandırmak, son derece güdükleştirilmiş temel hak ve özgürlükleri tamamen askıya almak da bu alandaki önceliklerdir. Zira ekonomik ve sosyal alandaki yıkımı gerçekleştirebilmek, özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını zorunlu kılıyor sermaye açısından. (YÖK protestolarında İstanbul’da sıradan bir polisin muhabire “Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, bunu size öğreteceğiz!” tehdidi yeni döneme dair fikir vermektedir.)

Bu saldırı dalgası da bir kez daha “Demokrasi ve özgürlük alanları genişletilecek!” yalanları eşliğinde sürdürülecektir. Burjuvazi ve sermaye partileri ne kadar demokrasi ve özgürlüklerden bahsederse bahsetsin en faşizan yasalar böylesi dönemlerde çıkartılır, en kanlı katliamlara imza atılır ve zindanlar da tıka basa doldurulur, var olan zindanlar yetmiyorsa hızla yenileri inşa edilir. Demokrasi ve özgürlük yalanlarıyla birlikte seçim sonrasında yeniden alevlenen yeni anayasa tartışmaları ve başkanlık hesapları da yine aynı saldırı dalgasının parçasıdır.

“Devletin bir sınıfın (burjuvazinin) diğer sınıf (işçi sınıfı) üzerindeki baskı ve tahakküm aracı olduğunu” görmezden gelen sınıf körlüğü anayasa konusunda da bu körlüğünü sürdürmekte, tozpembe hayaller yaymakta, işçi sınıfı-emekçilerde ve ezilen halklarda yanılsama yaratmaktadır. Sanki kurulu düzende sorun yokmuş da tek sorun anayasaymış gibi yansıtmak düzenle ne kadar bütünleşildiğinin vardığı yeri gösterir. Bu açıdan HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın anayasa tartışmaları ekseninde ifade ettiği “Maden işçisinin sorunu başkanlık mı?” vb. vurguları eşliğinde “yeni özgürlükçü demokratik anayasa” ile işçi-emekçilerin sorunlarının çözüleceğini iddia etmek tam da bahsettiğimiz sınıf körlüğünün ifadesidir. Şurası açık ki Türk burjuvazisi yeni bir anayasaya uzun zamandır ihtiyaç duymakta ve bu ihtiyacı belirleyen de onun sınıfsal kimliği ve konumu olmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin geldiği aşamada dünya pazarına ayak uydurabilmek ve rekabet edebilmek açısından 30 yıl öncesinde sermaye birikimi ve sınıf iktidarını sağlamlaştırmanın dayanağı olan '82 Anayasası’ndan kurtulmayı amaçlamakta, dönemsel çıkarlarına uygun bir anayasa hedeflemektedir. Tabii bu yeni anayasaya da ruhunu verecek olan devletin gizli ama gerçek anayasası olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’dir. Hal böyleyken yeni anayasadan işçi sınıfı ve emekçiler için demokrasi ve özgürlük ummak iflah olmaz liberal reformistlerin işi olabilir ancak. Geçmişten günümüze yazılan anayasalarda emekçiler lehine haklar varsa bunlar kan ve can bedeli kazanılmış, bunların hiçbirini burjuvazi bahşetmemiştir!

Öte yandan yeni anayasa tartışmaları ekseninde başkanlık tartışmaları ve HDP’nin nabız yoklamaları da pragmatist karakterinin yansımasıdır. Zira Öcalan’ın başkanlık konusundaki tutumu hafızalardadır. Her ne kadar kirli pazarlıklar içinde olmayacaklarını söyleseler de HDP’nin tavrı duruma göre değişiklik gösterme işaretleri veriyor.

Yeni anayasadan demokrasi ve özgürlük bekleme avanaklığının benzeri, hala da AKP’nin demokrasi ve özgürlükle beraber anılabiliyor olması böyle bir beklentinin sürdürülmesidir. Devletin '90’ların JİTEM’cisi, Cizir’de 21 Kürt’ün katili olan Cemal Temizöz’ü aklama çabaları sonuç vermişken, 2011 Roboski Katliamı’nın faili olan, hala da Kuzey Kürdistan’da devam eden sokağa çıkma yasakları eşliğinde gerçekleştirilen katliamların sorumlusu olan AKP’den barış ve demokrasi beklemek en hafif tabiriyle dilenciliktir.

Seçimlerden burjuva muhalefet partileri açısından ortaya çıkan sonuç perişanlığın resmi olmuştur. Düzen solunun umut vaat etmemesi gelecek açısından olumludur. Zira düzen solu toplumsal mücadelenin dinamiklerini düzene eklemleme misyonu ile burjuvazinin can simididir. Diğer yandan “Biziler iktidara!” sarhoşluğu yaşayan reformizm de baraj tehlikesini kıl payı atlatmıştır.

Seçim sonrası değerlendirmeler komünist basında detaylandırılarak yapıldı-yapılıyor. Kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı kriz devam ediyor. Türkiye’de ise ekonomik kriz siyasal kriz dinamikleri ile at başı gidiyor. Seçimlerden AKP’nin tek parti hükümeti gücünü yeniden yakalaması söz konusu siyasal krizi çözmemiş, aksine daha da derinleştirmiştir ve derinleştirecektir. Hem cemaat ile devam eden rant-iktidar kavgası hem toplumsal kutuplaşma ve git gide ağırlaşan Kürt ulusal sorunu hem de Suriye başta olmak üzere dış politikadaki iflas tablosu bu krizi daha da körükleyecektir.

Önümüzdeki dönem bu kriz dinamiklerinin tetikleyeceği yeni toplumsal kaynaşmalara, kalkışmalara gebedir. Toplumsal kalkışmaların ve yeni isyanların kaynağı sermayenin topyekûn (ekonomik, sosyal ve siyasal) saldırıları ve AKP’nin iktidar koltuğunu sağlamlaştırmak için tahkim edeceği ideolojisini ve dayatacağı yaşam tarzı ile toplumu yeniden dizayn etme çabaları olacaktır.

Bu tablo geleceği kucaklayacak sınıf devrimcilerine karamsarlığı değil yeni fırtınalı dönemler için yapılacak etkin devrimci hazırlığı fısıldıyor. Mademki tablo bu kadar vahim o halde işçi sınıfının tarihsel devrimci misyonunu oynayabilmesi için tüm imkân ve güçlerle bu alana yüklenmeye devam edilmelidir. Kuşkusuz bu misyonunu yerine getirebilmesi, sınıfın devrimci partisi ile et ve tırnak misali kaynaşmasına bağlıdır. Yeni mücadele dönemine hazırlık Greif dersleri ışığında Greif’i aşan yeni kaleler yaratabilmektir. Haziran Direnişi sürecinde bir sınıf olarak yer alamayan işçi sınıfı hazırlıksızdı. Yeni dönemin toplumsal patlamalarına sınıfın damgasını vurabilmesinin belirleyici yönlerinden en önemlisi sınıfı siyasallaştırma hedefiyle yürütülecek faaliyettir. Haziran Direnişi’nin de gösterdiği-bıraktığı en önemli derslerden birisi; devrimcilerin, komünistlerin sınıf ve emekçi kitleler içinde ezelden yer tutmaması hareketi düzen sınırlarına takılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu konuda düzen solu ve reformistler yılların deneyimiyle düzene hizmette ustalaşmışlardır. Yeni dönem hareketine işçi sınıfının ağırlığını koyması sınıfsal ayrışmayı da sağlayacak ve saflar netleşecektir. Hareketliliğin geleceği açısından olası riskler de devrimci sınıf tavrı ile bertaraf edilecektir.

Seçimler öncesinde HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Aynı gemideyiz. HDP olmazsa bu gemi batar!” ifadesi reformizmin misyonunu yeterince açıklamıyor mu? Toplumsal eylemlerde ve isyanlarda itfaiyeciliğe soyunan liberal reformistler hareketi hızla düzen sınırlarına çekmektedir. Burjuva ideolojisi olan reformizmin uğursuz rolü düzene hizmet etmektir. Bu anlamda kitlelerin içindeki bu “düşman”ın eylemli süreçte bertaraf edilebilmesi devrimcilerin, komünistlerin kitlelerle süreç öncesinde günlük faaliyette ne kadar bağ kurduğuna ve örgütlü olduğuna bağlıdır. Kapitalistler de kriz anlarında ve savaş koşullarında aynı gemide olduğumuzu vaaz etmekte ve sınıfsal karşıtlıkları perdelemektedir. Gemi metaforundan hareketle evet aynı gemide olabiliriz fakat farklı dünyalardayız. Çıkarlarımız taban tabana zıttır. Zira geminin küreklerine sırtımızda şaklayan kırbaçların ritmiyle, sıkılı dişlerimizle asılmaktayız. Kan revan içinde yüzdürdüğümüz geminin lüks kamaralarında asalak burjuvalar zevk-ü sefa ile viskilerini yudumlamakla meşguller. Bu gemiyi batırmak ve yeni bir gemi inşa etmekten başka kurtuluşumuz yoktur. Kaybedeceğimiz sırtımızda şaklayan kırbaçtan ve bileklerimize vurulan prangalardan ibarettir. “Kazanacağımız bir dünya var!”

Yeni dönem yeni Greif’ler, yeni metal fırtınaları ve yeni Haziranlar demektir. Komünistlerin Greif’te ve Bursa metal fırtınasında eylemsel süreç başlamadan önce mevzilenmesi eylemli süreçte etkin olmalarını sağlamıştır. Bu uzun soluklu çalışma (ki sınıf çalışmamız metal fabrikalarında uzun yıllardır sürüyor) hareketin başladığı süreçte ilk meyvelerini vermiştir. Velhasıl sınıf çalışmasında hasat zamanı karşılığını alabilmek, öncesinde o verimli toprağı ne kadar işlediğinle doğrudan alakalıdır. Bu bakışla yüklenerek sınıfı siyasallaştırabilmek de o sınıfın bağrında faaliyet yürüten devrimci sınıf partisinin eseri olacaktır. Parti ile sınıfın bu kaynaşması tarihe ve de geleceğe damgasını vuracaktır.

Zaman devrime akıyor!

Yaşasın proletarya devrimi!

TKİP dava tutsağı Özgür Karagöl

Sincan 1 No.lu F Tipi Hapishanesi

 

 

 

 

İHD hasta tutsaklar için
eylem yaptı

 

İnsan Hakları Derneği (İHD), 14 Kasım’da İzmir ve İstanbul’da yaptığı eylemlerle hasta tutsakların durumuna dikkat çekerek serbest bırakılmalarını istedi.

Hasta tutsak Çelebi serbest bırakılsın!”

İHD İzmir Şubesi tarafından eski Sümerbank önünde yapılan eylemde “Hasta mahpuslar sahipsiz değildir” pankartı açıldı. İHD adına basın metnini okuyan Mine Çetinkaya, ''Tecrit öldürüyor, F tipi hapishaneler kapatılsın'' diyerek haftalardır yetkililere seslendiklerini söyledi.

Hasta tutsak Mehmet Ali Çelebi’nin 52 yaşında olduğunu, 1991'de tutuklanıp Bayrampaşa Hapishanesi'ne götürüldüğünü, 1996 yılında açlık grevi ve ölüm orucu eylemine katıldığını, 69 günün sonunda ciddi sağlık sorunları yaşadığını belirten Çetinkaya, Çelebi için Wenicke Korsakoff ve şizofren tanısı konduğunu belirtti.

Çelebi’nin , 2009 yılında Bolu F Tipi Hapishanesi'nden Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Hastanesi’ne sevk edildiğini ve sağlık raporunda cezaevinde kalmasının uygun görülmediğini belirten Çetinkaya, buna rağmen Çelebi’nin tahliye edilmediğini belirterek, hasta tutsakların derhal serbest bırakılmasını istedi.

191. ‘F oturması’ gerçekleşti

İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu'nun hasta tutsaklar için her hafta düzenlediği ‘F oturması’ eyleminin 191.’sinde İHD İstanbul Şubesi'nden Hulusi Zeybel konuştu. Zeybel cezaevlerinin ağzına kadar dolduğunu, devletin tutuklamalara çok kolay başvurduğunu, yeni cezaevleri inşaatıyla baskının arttığını ifade etti.

Hatice Onaran tarafından yapılan basın açıklamasında ise hasta tutsak Veysel Akkurt'un durumu anlatıldı. Akkurt'un Ege Üniversitesi öğrencisiyken okulda düzenlenen bir etkinliğe katıldığı gerekçesiyle gözaltına alındığı, 22 ay tutuklu kaldıktan sonra epilepsi hastası olduğu için denetimli serbestlikle tahliye edildiği belirtildi. Akkurt'un cezasının onaylanmasıyla Kasım 2014'te tekrar tutuklandığı ve cezaevinde günde 15 sefere kadar sara nöbeti geçirmesine rağmen tahliye edilmediği ifade edildi.

Akkurt’un, cezaevinde kalamayacağına dair hastane raporu olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu ve Terörle Mücadele Şubesi'nin engellemesiyle tahliye edilmediği belirtilerek serbest bırakılması istendi.

Kızıl Bayrak / İzmir-İstanbul

 
§