13 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/42

Savaş, saldırganlık ve sosyal yıkım programı kapıda
Yeni anayasa tartışmaları ve soldaki yankıları
Devlet terörüne karşı fiili-meşru mücadele!
“Haritadan sileceğiz”
Hakları kazanmanın yolu, devrimci sınıf mücadelesinden geçiyor
Ankara Katliamı protesto edildi, katledilenler anıldı
Diyarbakır ve Muş’ta tutsaklara saldırı
Şişecam’da kırılma ve ihanet!
Sağlıkta özelleştirme saldırısı
Sağlık emekçileri özelleştirmeye tepkili
Kocaer-Gürmak direnişleri üzerine
TOMİS Ege Yürütmesi kuruldu!
Direnen IFF işçileri açlık grevinde
Ekim Devrimi ve savaş
Sosyalist Ekim Devrimi: Ezilen halkların kurtuluş bayrağı
Şan olsun 17. yılında proletaryanın kurmay öncüsüne!
Asya-pasifik: Hegemonya savaşının bir başka sahası
G20: Her yönüyle kâr odaklı bir platform
Barbarlıktan fışkıran insanlık dramı
Savaş mağduru göçmenler emperyalist politikaların kıskacında
İnkarcı devlet ilkokullarda Arapça dersine hazırlanıyor
DGB 1. yılında!
“Ok fırladı çıktı yaydan!”
25 Kasım’ın mücadele çağrısı; Yaşamak için sosyalizm!
Seçimleri AKP kazandı, asgari ücretli kazanacak mı?
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Şan olsun 17. yılında proletaryanın kurmay öncüsüne!

Şan olsun “Yeni Ekimler’in partisine!”

 

Marksizmin, sosyalizmi ütopyadan kurtarıp bir bilim düzeyine çıkartmasından itibaren toplumsal mücadelenin önündeki esas görev de; sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihsel birliğinin başarıya ulaştırılması sorunu olmuştur. Zira Marks henüz daha 1843 yılında; “Felsefe kendi maddi silahını proletaryada bulduğu gibi proletarya da düşünsel silahını felsefede bulur” (Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi) sözüyle, sosyalizmin bilimsel temellere kavuşması sürecinde onun en canlı ve dinamik özüne işaret etmekteydi. Yani, sosyalizm proletaryasız, proletarya ise sosyalizm olmadan düşünülemezdi!

Nitekim Marksizmin kuramcıları bir yandan proletarya biliminin köşe taşlarını ortaya koyup, onu sağlam teorik temeller üzerinde inşa ederlerken öte yandan da dünyada gelişmekte olan proleter hareketleri sadece izleyip, yorumlamakla kalmıyor, bizzat onun örgütlenmesi ve mücadelelerinin başarıya ulaşması doğrultusunda kendilerini pratiğe hasrediyorlardı. “Feuerbach üzerine tezler”de de saptandığı üzere “aslolan dünyayı yorumlamak değil değiştirmekti.” (Feuerbach üzerine tezler. 11. tez. K: Marks)

Elbette ki Marksizm, sınıf savaşımları tarihinden başka bir şey olmayan toplumlar tarihinin, sanayi devrimiyle varmış olduğu modern kapitalist evrede tam da bu “değiştirme” çabasının ancak bilimsel sosyalizm rehberliğinde mücadelesini sürdürecek olan devrimci proletaryanın artı-değer sömürüsü ve özel mülkiyet ilişkisi üzerinden siyasal egemenliğini bulan ve onun uzlaşmaz karşıtı olan burjuvazinin sınıfsal iktidarına son vermesiyle, yani; “egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” (Komünist Manifesto) haline gelerek proletarya diktatörlüğünü kurarak mümkün olabileceğini, dahası bunun kaçınılmaz tarihsel bir zorunluluk olduğunu ortaya koymasıyla her türden küçük burjuva muhalif akım vb. ile arasındaki ayrımını ortaya koymaktaydı.

Nitekim Silezya dokuma işçilerinin ayaklanmasından 1848 devrimlerine, Çartist hareketten, Amerika’daki sınıf hareketine ve Paris Komünü’ne kadar dünyadaki tüm proleter kitle hareketleri ve deneyimleri, Marksizm şahsında bilimsel sosyalizmin artan prestijinin ve mutlak egemenliğinin maddi temellerini ve koşullarını sağlamaktaydı. Bununla birlikte tarih, farklı iki kanalda gelişimini sürdüren sosyalizm ile sınıf hareketinin birleşme koşullarını her siyasal coğrafyanın kendi özgünlüğü çerçevesinde değişik zaman dilimleri içerisinde gündeme getirmiştir.

Fransa’daki Paris Komünü deneyimini en ileri sonuçlarına kadar vardıran, tarihin şimdiye kadar kaydettiği en ileri proleter devrim örneği olarak hala da aşılamamış olan ve kendisiyle birlikte proleter devrimler çağını başlatan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği siyasal coğrafyada da proletaryanın düşünsel silahına kavuşma süreci elbette ki kolay olmamıştır. Bolşevizmin tarihsel başarısı, nüfusunun yüzde yetmişinin köylülerden oluştuğu, kapitalist gelişmişlik düzeyi nispeten geri olduğu bir siyasal coğrafyada önce, toplumsal mücadelede önemli bir prestije sahip olan Narodnizm’le, sonrasında da yine daha geniş bir toplumsal tabana sahip olan sosyal-devrimcilerle ve elbette ki Marksizmi çarpıtan, tahrif eden ve bu yolla da proletaryanın düşünsel silahını bozan, sakatlayan, teoriyi revize eden “legal marksizmden”, dar pratikçi anlayışın ürünü olan “illegal ekonomizme” kadar bir dizi siyasal akımla yürütülen keskin ideolojik mücadeleler sonucunda gerçekleşmiştir. 1902’de “Ne Yapmalı?” adlı eserinde; “Öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebileceğini belirtmek istiyoruz” diyen Lenin, tarihsel pratikle de kanıtlanmış olan bu düşüncesiyle aslında “Bolşevizm(in) 1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeli üzerinde yüksel(diğini)” (“Sol” Komünizm... Lenin) ortaya koymuş olmaktaydı.

Elbette Bolşevizmin tarihsel başarısını; Rusya proletaryasının düşünsel silahıyla kuşatılmasını tek başına ideolojik mücadeleyle sağlayabildiklerini ileri sürmek felsefi idealizme düşmekten başka bir anlama gelmez. Devrimci teori olmadan devrimci bir hareketin de olamayacağına dikkat çeken Lenin aynı zamanda devrimci teorinin proleter kitlelerin tarihsel pratiği ile diyalektik bir ilişki içerisinde olduğuna ve bolşevizmin esas başarısının da bu diyalektiğin kavranmasında yattığını vurgular. Bu yüzden de; “Bolşevizm, 1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeli üzerinde yükseldi” derken devamında da; “Öte yandan, teorinin bu kaya gibi temeli üzerinde yükselen Bolşevizm, deneyim zenginliği yönünden dünyanın hiçbir yerinde eşi olmayan on beş yıllık (1903-1917) bir tarih pratiği yaşadı” (“Sol” Komünizm...1920) demektedir. Yani Bolşevizm, Rusya proletaryasıyla et ve tırnakçasına kaynaştığı oranda ve onun sunduğu deneyim zenginliği içerisinde ancak bilimsel sosyalizmin maddi bir temele ve silaha ulaşabileceği gerçeğinden hareket etmiş ve bunu da hala aşılamamış tarihsel pratiğiyle ispatlamıştır.

Sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihsel birliği sorunu Rusya ve tüm dünyada olduğu gibi yaşadığımız siyasal coğrafyanın da kendine özgü koşullarına bağlı olarak farklı süreçlerden geçerek belli bir düzeye varmıştır. Neredeyse 95 yıllık bir geçmişi olan sol hareketin, TKP şahsında temsil edilen, Kemalizm’in gölgesinde ve onun ideolojik etkileşimi altında geçen ve 1951’e gelindiğinde ise TKP’nin tasfiyesiyle kapanmış olan sürecini bir yana koyar isek, sol ve sosyalist hareket adına esaslı bir değerlendirmeyi 1960’lı yıllardan itibaren yapabilmek mümkün olabilir ancak. Zira, “Türkiye’de modern sınıflaşmanın sosyal sonuçlarının kendini ortaya koyduğu, işçi sınıfı ve emekçiler içinde toplumsal uyanışın büyük bir güç kazandığı, solun bu zeminde ilk kez olarak kitleselleştiği, güçlü bir toplumsal meşruiyet kazandığı bir dönemdir bu.” (“Reformizm ve Devrim” Şubat 2015 Ekim sayı:295) İşçi ve emekçilerin militan eylemliliklerini de barındıran bir dönemi içerse de ‘60’lı yıllara rengini veren ve esas karakteristik özelliğini belirleyen; ki burjuva ve orta sınıfların hakim olduğu ve onların ideolojik platformlarının damgasını vurduğu “burjuva sosyalizmi” olmuştur. Gerek TKP ile temsil edilen dönemden devralınan ideolojik miras, gerek toplumsal uyanışın zihinlerde uyandırdığı ilk yansımalar, gerekse de dünyadaki “sol” ve “sosyalizm” anlayışlarının ideolojik etkileri küçük burjuva ve orta sınıflara denk düşen “burjuva sosyalizm” anlayışların hakimiyetini getirmiştir. Bu ideolojik platformun siyaset sahnesindeki karşılığı ise TİP parlamentarizmi ve MDD’ci darbeci anlayışlar olmuştur. Düzen dışına çıkmayan ve kurulu yerleşik düzenin, devletin temel organlarının ele geçirilmesi üzerinden değiştirilmesini esas alan bu “sosyalizm” anlayışları, ‘71 devrimci çıkışıyla aşılabilmiştir ancak.

Sosyal çelişkilerin keskinleşmesi, sınıfın militan eylemliliklerinin 15-16 Haziran gibi düzen sınırlarını zorlayan bir karaktere bürünmesi, dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerinin yarattığı politik etkiler, gençliğin anti-emperyalist mücadeleleri vb. etkenlerle birlikte TİP ve MDD şahsında ortaya konulan ideolojik platformların militanlaşan kitle hareketlerinin ihtiyaçlarına yanıt vermemesi üzerine “burjuva sosyalizmden” kopuş ve ileriye çıkış kaçınılmaz bir hal almıştır. ‘71 devrimci çıkışı ile düzen karşıtı konumlanış, düzeni onun temel kurumlarının ele geçirilmesi vb. yollarla değil ama onun devrim yoluyla radikal bir temelde değiştirilmesi anlayışı çerçevesinde “burjuva sosyalizm” aşılmıştır.

Düzen ve devrim karşıtlığı cephesinden önemli bir ayrışmayı temsil eden ‘71 çıkışı, devrimci hareketin doğuşuna yol açmasıyla önemli bir ilerlemeye tekabül etmekle birlikte, “burjuva sosyalizmden” bu kopuş henüz ne yazık ki “proleter sosyalist” bir temele ulaşıldığı anlamına ve sonucuna da gelmiyordu. Reformizmden kopuşun ve devrimci radikalizm doğrultusunda ilerleyişin dayandığı esas zemin hala küçük burjuva sınıfsal kesimler olmakla birlikte bu zeminin ideolojik şekillenişini karakterize eden ise; “MDD’den devralınan programatik mirasın, o günün dünyasında sosyalizm adına dünya devrimci akımına egemen olan devrimci popülizmin etkisi altında, devrimci bir yeniden tanımlanmasıydı. Özü itibariyle sosyalizmin popülist bir deformasyonu ya da aynı anlamda, sosyalizmin küçük-burjuva yorumuydu.” (“Partileşme Süreci-1” Eksen Yayıncılık s.73)

Buna karşılık TİP’in bırakmış olduğu reformist-legalist geleneğin taşıyıcıları ise küçük burjuva aydınlar ve sol sendika bürokrasisi oldu. Ve sınıf hareketiyle bağ kuran, onun politik temsilciliğine soyunanlar, devrimci-demokrat gruplardan çok bu reformist-revizyonist kesimler olmuştur.

Sonuç olarak; ‘71 çıkışıyla “burjuva sosyalizmden”, “küçük burjuva sosyalizmine” doğru bir ileriye çıkış söz konusuyken bu dönemi karakterize eden olgu; devrimci-demokrat hareketin yükselişe geçen küçük burjuva kitlelerle birlikte kendiliğinden bir sürükleniş içerisinde olmaları olmuştur.

‘80 darbesi ise bu dönemin bir daha geri gelmemek üzere kapanmış olduğunun, ‘70’li yıllara damgasını vuran “küçük burjuva sosyalizminin” miadının dolduğunun habercisi oldu. İçeride, askeri faşist darbenin ve onun yaratmış olduğu siyasal gericilik ortamına dışarıda ise dünya genelinde karşı devrimci cephenin çok yönlü saldırıları eşlik etti. Bu çok yönlü karşı-devrimci saldırıların ve tasfiyeci süreçlerin basınçları altında bugüne kadar devrimci-demokrat grupların taşıyıcısı olan ve ona önemli kadro kaynağı sunan küçük burjuva kitleler çok geçmeden bu “yükü” taşıyamayacağını ortaya koyarak bir daha benzer bir hareketliliğe geçmemek üzere geri çekilmiş oldular.

‘80 darbesiyle “küçük burjuva sosyalizmi” döneminin miadını doldurmasıyla birlikte toplumsal tabanını da kaybeden devrimci demokrat akım ve gruplar yeni bir ikilemle yüz yüze kaldılar. Ya küçük burjuva devrimcilik anlayışının çok yönlü muhasebesi ve hesaplaşması ile “proleter sosyalizm” temelinde ileriye çıkılarak sosyalist hareketle, sınıf hareketinin tarihsel birliği yolunda önemli bir dönemeçten geçilecekti ya da bu hesaplaşma cüreti gösterilemediği oranda diyalektiğin temel yasaları işleyecek ve ileri çıkamayanlar, geçmişin olumlu devrimci mirasına da sahip çıkamayan bir gerileyiş ve tükeniş sürecinden geçecektiler.

Sol hareketin tarihsel gelişim sürecinde bu eşik yalnızca “Yeni Ekimler” şiarıyla yola çıkan komünistler tarafından aşılmış oldu. Yenilgi döneminin çok yönlü muhasebesi üzerinden bir dönemin; küçük burjuva devrimciliğin kapanmış olduğunu, yeni dönemin ancak “proleter sosyalizm” temelinde ve geleceğin ancak sınıf devrimciliği şahsında var edilebileceğini ilan ederek, geçmişin tüm olumlu devrimci mirasının da garanti altına alınmasını sağlamış oldular.

Komünistlerin Marksizm ve Leninizmi, “proleter sosyalizm” temelinde nihayet bu topraklarda da var edebilme yönündeki çıkışını ve çabalarını, “inkarcılık”, “uvriyerizm”, “troçkizm” vb. çeşitli yaftalamalarla karalayan, dudak büken bir çok devrimci-demokrat akım, toplumsal tabanını kaybetmiş olmanın ve “‘89-’91 çöküşüyle” birlikte dünya çapında yeni bir gerici saldırganlığa dönüşen ideolojik basıncın yaratmış olduğu tasfiyeci savruluşlara kapılmaktan kendilerini alamadılar. Yaşanan ideolojik krizler, örgütsel tasfiyeci savruluşlar, dünün devrimci grup ve örgütlerinin her yeni süreçte reformizme ve legalizme daha fazla kan taşımalarına ve reformizmin güçlenmesine yol açmışlardır.

Oysa ki sınıf hareketi, daha “'89 Bahar Eylemlilikleri” ile yeni dönemin proleter sınıf temelinde gelişeceğini açık bir şekilde kendi cephesinden ortaya koymaktaydı. Bilimsel sosyalizmin özünü kavrayamayan küçük burjuva demokrat hareket tıpkı küçük burjuva kitlelerin peşinden sürüklenmesi gibi sınıf hareketinin yükselişe geçtiği böylesi dönemlerde de “sınıfı yeniden keşfedip” onun peşinden sürüklenmişlerdir. Pek tabi ki bu “ilgi” ancak hareketin yükselişe geçtiği dönemle sınırlı kalıp, geriye çekilmesiyle birlikte hemen kendi doğal tabanına yani küçük burjuva kitlelere kayıyordu.

Komünistler ise sosyalizmin popülist deformasyonuna karşı onun bilimsel özüne uygun bir şekilde kendilerini; sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihsel birliğini kurma görevine adamışlardı. İşçi sınıfının toplum sahnesinde bağımsız siyasal bir odak haline gelebilmesi için devrimci bir sınıf hareketinin yaratılmasını, öncelikli ve temel görev olarak önlerine koymuşlardı. Zira her türden toplumsal sorunun gerçek, kalıcı ve devrimci çözümünün gelip düğümlendiği nokta burasıydı. Tam da bu can alıcı noktayı çözen Marks proletarya bilimini inşa ederken henüz erken bir tarihte, 1844’te bu durumu şöyle ifade etmiştir; “...2. Yabancılaşmış emeğin özel mülkiyet ile bu ilişkisinden, ayrıca toplumun özel mülkiyetten vb., kölelikten kurtuluşunun, sadece işçilerin kurtuluşu söz konusu olduğu için değil ama bu kurtuluş insanın evrensel kurtuluşunu içerdiği için, kendini işçilerin kurtuluşu siyasal biçimi altında dile getirdiği sonucu da çıkar; insanın tüm köleliği işçinin üretim ile ilişkisinde içerildiği ve bütün kölelik ilişkileri çeşit ve sonuçlarından başka bir şey olmadığı için insanlığın evrensel kurtuluşu, işçilerin kurtuluşu içine konmuştur.” (K. Marks “1844 El Yazmaları- Ekonomi, Politik ve Felsefe” Sol Yayınları sf. 151) (O. Kara’nın notu; Altı çizili cümleler vurgulanması için tarafımca çizildi.)

Bilimsel sosyalizm ve Ekim Devrimi’ni kendisine rehber edinen komünistler işte “Marksist teorinin bu sağlam temeli üzerinden” tüm dikkatlerini ve pratik çabalarını sosyalizm ile sınıf hareketinin birliği sorununa hasretmişlerdir. Marksist teorinin sağlam temeli üzerinden kurulan ideolojik birliğin ise ancak maddi bir örgüt temelinde somutlandığında gerçek bir anlam teşkil edeceğini bilen komünistler; sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihsel birliğini kurma görevinde parti inşasını kavranacak stratejik halka olarak belirlemişlerdir. Zira sosyalizm ile sınıf hareketinin birliğinin somutlanmış hali kendisini ancak partide cisimleştirebilirdi. Ve “iktidar mücadelesinde proletaryanın örgütten başka bir silahı yoktur” (“Bir Adım İleri İki Adım Geri” Lenin) diyen Lenin, Bolşevizmin tarihsel pratiğiyle de bunu kanıtlamıştır.

Devrimci teorinin kılavuzluğunda, devrimci sınıfla birleşme çabasını, devrimci örgüt temelinde diyalektik bir bütünlük içinde ele alan komünistler, partileşme hedefine ‘98 yılında ulaşmış oldular. Sınıfın devrimci partisinin ilanıyla yaşadığımız siyasal coğrafya açısından da sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihsel birliği noktasında önemli bir eşik aşılmış, stratejik bir mevzi kazanılmıştır. Devrim tarihinde bir kilometre taşı olan parti adımıyla; Türkiye proletaryasının ve emekçi kitlelerin altında birleşeceği kızıl bir bayrak olan proleter devrimin programı somutlanırken, sınıfla devrimci temellerde birleşme faaliyetinde edinilen birikimler, illegal-ihtilalci kimlikte sağlanılan kazanımlarla sınıfın öncü kurmayı, devrim tarihimizin geleceğinin olduğu gibi geçmişinin de tüm olumlu mirasının güvencesi ve teminatı olmuştur. Geçmişle hesaplaşma başarısını gösteremeyen devrimci demokrat grup ve partiler ideolojik bunalımlar içerisinde mevcut geçmiş miraslarını da koruyamayarak Kürt hareketinin başını çektiği liberal-parlamentarist cereyanın peşinden sürüklenerek reformizmle her süreçte biraz daha ileriden buluşurken, devrimci sınıf partisinin öncülüğündeki komünistler ise bu tasfiyeci savruluşlara karşı zamanında yürüttükleri ideolojik mücadelelerle devrimci çizgilerini korumuş, kendi tabanıyla; sınıfla bütünleşme çabasında aldığı mesafeyle sol hareketten farkını ortaya koyarak daha fazla sınıfla anılan ve sınıf eksenli bir parti haline gelmiştir. Yaşanan tüm tasfiyeci süreçlerden yönünü kaybetmeden, rotasından sapmadan yürüyebilme başarısını da ideolojik çizgisinin sağlamlığından, programatik üstünlüğünden, bunların cisimleştiği illegal ihtilalci örgütlenmeden ve pek tabi ki bunların maddi zeminini sunan; modern toplumun en ileri ve devrimci sınıfı olan işçi sınıfına dayanma çabasından sağlamıştır.

Sınıfın devrimci partisinin bu başarısının aksine sol harekette yaşanan ideolojik bunalımlar, örgütsel tasfiyeler, bölünmeler vb. krizler ise kapitalist toplumdaki ara sınıfların, küçük burjuva katmanların çözülüşünün politik arenadaki yansımaları olmuştur sadece. Ve bu sınıfların doğası gereği politik planda ürettikleri sonuç da liberal-reformist anlayışlardan başka bir şey olmamıştır. Kimileri bu krizlerin çözümünü, artık inkar edilemeyecek bir gerçeklik olan ülkenin sosyo-ekonomik koşullarına göre yeniden uyarlanan programatik değişikliklerde arasa da meselenin basitçe bir program değişikliğinden ibaret olmayıp Marksizm Leninizm biliminin herkesçe bilindiği sanılan ama onun en basit ve temel özünün hala da kavranamayışında yattığı açıktır: “Felsefe kendi maddi silahını proletaryada bulduğu gibi, proletarya da düşünsel silahını felsefede bulur.”

Bu basit ama olmazsa olmaz olan temel fikri hala da anlamayan sol hareket Marksizm Leninizm adına aslında proletaryanın bilimini değil, küçük burjuva sınıfların özlem ve çıkarlarına uygun sosyalizm anlayışlarını savunmaya devam etmektedirler. Bu yüzden de toplumsal alandaki tüm sorunlara; kadın sorunundan ulusal soruna, haklar ve özgürlükler alanından anti emperyalist mücadeleye kadar tüm alanlarda işçi sınıfının konumundan bakmak yerine (Marks’ın 1844 el yazmalarından yaptığımız alıntı hatırlanabilir) sınıf ayrımlarını silikleştiren “ezilenler”, “halklar” vb. gibi popülist söylemlerle hala da küçük burjuva sınıfsal konum ve pencereden yaklaşılarak, çözümler aranmaktadır. Küçük burjuva sınıfsal konum ve sınıf hareketine olan bu yabancılık doğal olarak sınıf hareketinin her yükselişinde de onu uzaktan yabancı gözlerle izlemek veya “sınıfı yeniden keşfetme” pratiğine dönüşmektedir.

Fakat Greif Direnişi ve ardından yaşanan “Metal Fırtınası” bir kez daha göstermiştir ki Türkiye proletaryası ve emekçi sınıfları artık her türden sendikal bürokrasinin ve reformist ve liberal kesimlerin uğursuz rollerine mahkum değildirler. Sınıfın devrimci partisi öncülüğünde komünistler, işçi sınıfının bağımsız devrimci rolünü oynayabilmesi için, hareketin her aşamasında ona yol göstermekte ve örgütlemektedir. Gözlerini sanayi havzalarına, fabrikalara çevirenlerin gördüğü, hissettiği devrimci, politik odak yalnızca komünistler tarafından temsil edilmektedir. Sosyalizmle sınıf hareketinin tarihsel birliği süreci, komünistler şahsında her geçen dönem daha fazla gelişmekte ve mesafe kaydetmektedir. Sosyalizmin ütopyadan bilim düzeyine kavuşmasıyla birlikte artık bulunduğumuz siyasal coğrafyada da “Yeni Ekimler için ileri” şiarıyla yola çıkan komünistler şahsında proletarya devrimi ve davası güvence altına alınmıştır.

Şanlı Ekim Devrimi’nin 98. “Yeni Ekimlerin partisinin” ise 17. yılını kutladığımız şu günlerde, geçmişin tüm devrimci mirasını da sahiplenen ve onu proleter devrimcilik temelinde yeniden üreten ve bulunduğumuz siyasal coğrafya için büyük bir şans olan kurmay öncümüzü selamlıyoruz!

Yaşasın partimiz TKİP!

Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Parti, sınıf, devrim!

İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!

Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden

TKİP davası tutsağı Onur Kara

 

 

 

 

Kıbrıs’ta Ekim Devrimi etkinliği

 

Üretim Sokağı Kültür Sanat Merkezi’nin “Ekim Devrimi’nin 98. yılında, Sovyetler’in izinde!” sloganı ile KTÖS’te düzenlediği Ekim Devrimi etkinliğinde dernek atölye çalışmalarının sergilendiği kolektif bir etkinlik gerçekleştirildi.

Etkinlikte saygı duruşunun ardından Türkiye’de mücadele yürüten Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun hazırlamış olduğu Ekim Devrimi konulu belgesel gösterimi gerçekleştirildi. Belgesel gösteriminin ardından ise Üretim Merkezi adına Yusuf Alkım, Ekim Devrimi ile ilgili kısa bir sunum yaptı. Belgesel gösterimi ve sunumda Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin gelişim süreci ve sonrasındaki kazanımlar aktarılarak günümüze yansımalarına değinildi.

Etkinlikte daha sonra Üretim Merkezi Müzik Atölyesi’nin hazırladığı müzik ve şiir dinletisi sunuldu.

Dinletinin ardından ise etkinliğe katılanlarla Ekim Devrimi üzerine bir forum gerçekleştirildi.


 
§