2 Ekim 2015
Sayı: KB 2015/37

Seçim sandıkları Kürt emekçilerin dertlerine derman olamaz!
Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!
Sandıktan çıkan değil, sokağa çıkan değiştirir!
“İllegal” seçimler için oy cambazlıkları
Kürt halkı direniyor!
Cenazeye dahi tahammül yok!
Katliam şebekesi güçlendiriliyor
Basına yönelik sansür ve devlet terörü
MİB MYK Eylül Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
Metalde son ‘kaleler’ düşerken...
SeraPool işçileri direnmeye devam ediyor!
Burjuva parlamentosu ve burjuva düzen altında genel oy
Suriye ve Ortadoğu’da yeni bir döneme doğru
Türkiye’nin Suriye politikasında manidar değişiklik
Çin, ABD’nin hegemonya krizini büyütecek - U. Evren
ABD ve AB’nin yeni haydutluk konsepti: TTIP ve CETA
Avrupa’da yükselen ırkçı dalga
Filistin intifadalarından Kürt serhîldanlarına...
ON’lara devrim sözümüz var!
Sermayenin işçi ve emekçi kadınlara yönelik saldırı paketleri
Öğrenci yoksul, eğitim pahalı ve kalitesiz
Katledilen her çocuğun hesabı sorulacak!
Eğitim’de ‘destek’ peşkeşi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD ve AB’nin yeni haydutluk konsepti: TTIP ve CETA

 

Kapitalist dünya sisteminin yaşadığı çok boyutlu istikrarsızlık ve giderek derinleşen krizi, egemen sınıfları yeni arayışlara itmektedir. Çok yönlü bunalımın yarattığı sorunlar karşımıza tek tek ülkelerin mali iflası, emperyalist güçler arasında kızışan rekabet, nüfuz mücadeleleri, bölgesel çatışmalar ve başta emperyalist metropoller olmak üzere her geçen gün büyüyen işçi sınıfı ve halk hareketleri olarak çıkmaktadır.

Küresel düzeyde yankıları giderek büyüyen ve önlenmesi mümkün olmayan iktisadi bunalıma çözüm olarak gösterilen ekonomik reçeteler, var olan sorunları daha da derinleştirmekten öteye bir anlam taşımamaktadır. Son süreçte gündemde olan TTIP (Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) ve CETA (Kanada ve AB Ticaret Yatırım Ortaklığı) gibi anlaşmalarla uluslararası ticaret hacminin arttırılabileceği, krizin yarattığı sonuçların hafifletilebileceği gibi argümanlar kullanılarak; emekçiler nezdinde bir ön kabûl oluşması için mühendislik çalışması yapılmaktadır. Wikileaks Belgeleri üzerinden kamuoyuna yansıyan kısmi bilgiler de gösteriyor ki; başını ABD ve AB’nin çektiği neo-liberal saldırı programının bir üst aşaması örgütlenmekte ve bunun için adım adım parlamentolardan yeni ticari ortaklıkların yasaları çıkarılmaktadır.

TTIP çok daha öncesinden planlanmış olsa da müzakerelerine 2013 yılında başlanmıştır. Ana bileşenlerini ise ABD ve 28 Avrupa Birliği ülkesi oluşturmaktadır. Anlaşmanın hedefleri; iki bölge arasındaki yatırım ve ticaretin geliştirilmesi, ekonomilerin canlandırılması, ihracatların kolaylaştırılması, bürokrasinin azaltılması, dış ticaretle ilgili yeni adil kuralların konulması ve yükselen ekonomilerle uyum sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Anlaşma ABD ve AB arasında yapılıyor olsa da toplamında 53 ülkeyi kapsayan ekonomik bir içeriğe sahiptir.

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki bu devasa büyüklükteki anlaşmanın 2016 yılında ulusal parlamentolarda oylanarak hayata geçirilmesi bekleniyor. Sermaye ve hükümetleri bu anlaşmayla birlikte, “ekonominin ek olarak canlanacağı, yüzbinlerce yeni iş sahası yaratılacağı, tüketiciyi koruma yasalarının geliştirileceği, gümrük vergilerinin kalkacağı ve dolayısıyla Atlantik okyanusunun her iki tarafında refahın artacağı vb.” iddialar öne sürerek halkı yanıltmaya, işçi ve emekçileri bu yeni saldırı dalgası karşısında susturmaya çalışmaktadır.

TTIP’in savunucuları, gümrük duvarlarının kalktığını, serbest uluslararası ticaret ile üye ülkelerin ihracatlarının ve istihdamın artacağını, etkinlik ve uzmanlaşmanın gelişeceğini ileri sürmekteler. Etkinlik ve uzmanlaşmanın artacağı tezi Ricardo’cu ‘Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi”ne, ihracat ve istihdamın artacağı tezi ise kapitalizmin ilk ortaya çıktığı, sanayi kapitalizmi öncesi döneme ait bir teoriyi anlatan ‘Merkantilist Teori’ye karşılık geliyor. Bu iki teori ya da tez ise birbirleriyle çatışan bir karaktere sahiptir. Çünkü karşılaştırmalı üstünlükler ithalattan sağlanır, ihracat ise bu teoriye göre bir fedakarlıktır. Uluslararası ticaret anlaşmalarının istihdam yarattığı görülmemiştir. Yani gelişmiş sanayi ülke ekonomileri gümrük duvarlarının kalkmasıyla birlikte gelişmekte olan ekonomilerin korumacı bütün tedbirlerini ortadan kaldırarak, büyük bir yıkıma sürükleyerek, deyim uygunsa talan ederler.

Anlaşma metni deniz yolu taşımacılığı, kargo dağıtımı, e-ticaret, tele-komünikasyon, muhasebe, mühendislik, danışmanlık, sağlık, özel eğitim ve bankacılık ve sigortacılık başta olmak üzere çeşitli finansal hizmetlerin neredeyse tamamını kapsıyor. Taşıdığı potansiyel 1,6 milyar insandan oluşan büyük bir pazar ve küresel anlamda ekonominin üçte ikisine denk düşmektedir. Sermaye sınıfının yaklaşık 2600 sayfayla “kısa” bir özetini yaptığı bu anlaşma ile işçi sınıfı ve emekçilerin tarihi mücadelelerle elde ettiği bütün kazanımlar ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Daha somutlamak adına anlaşmada var olan ve üzerinde neredeyse tarafların hem fikir olduğu bir kaç maddeye göz atmakta fayda var.

Özelleştirilen herhangi bir kamu malı hiç bir şekilde geriye dönük kamulaştırılamaz. Kamu ortaklığıyla verilen hizmetlerin tamamı, yani eğitim, sağlık, ulaşım vb. özelleştirilmek zorundadır. Kaldırılan gümrük duvarlarına parelel olarak Özel Ticari Mahkemeleri kurulması zorunludur. Yani bildiğimiz klasik burjuva hukuk sisteminin artık yeterli olmadığını düşünerek “Tekellerin Mahkemesi”ni ve özel hukukunu yeniden düzenlemeye ihtiyaç duymuşlar ve bu ihtiyacın ürünü olarak farklı bir adalet tanımı geliştirmişler. Bunu şöyle de anlayabiliriz; bu mahkemeler anlaşmaya taraf ülkelerin mevcut yasalarının üzerinde, hatta onu da kontrol eden tekellerin adalet mekanizması olarak tasavvur edilebilir.

Başından sonuna kadar sermaye sınıfının dönemsel ihtiyaçları üzerinden gündeme gelen TTIP hafife alınacak bir gelişmeler değildir. Bu yönelim emperyalist kapitalist sistemin 21. yüzyıla ait stratejilerini ortaya koyduğu kadar sistemin kendi iç çelişkilerinin ne kadar derinleşmekte olduğunu da göstermektedir. Kuskusuz bu durum başta işçi sınıfı olmak üzere dünya halklarının geleceğini ilgilendirmekte; burjuva siyasal atmosferin nereye doğru evrilmekte olduğunun da ipuçlarını vermektedir. Sermaye sınıfı geride bıraktığımız yüzyılın deneyimlerinden de çok iyi biliyor ki, iktisadi buhran dönemlerini ancak bir siyasal gericilik ve saldırganlıkla atlatabilmektedir. Sınıf hareketinin örgütsüz ve güçsüz olduğu dönemlerde bu koşullara görece daha kolay bir geçiş mümkün olsa da, günümüz dünyasının koşulları göz önüne alındığında, artık bu kolay geçişlerin uygulanabilme şansı kalmamıştır. Çünkü emperyalist-kapitalist sistemin küresel düzlemde yaşadığı bunalım, son yarım asırda yaşadığı ara dönem krizlerinden çok farklı ve küresel düzeyde sonuçları olabilecek bir karektere sahiptir. Tam da bu bilinçle savaş ekonomileri oluşturulmakta, siyasal gericilik en ilkel haliyle örgütlenmeye çalışılarak işçi sınıfı ve dünya halklarına cepheden bir savaş ilan edilmektedir.

Bugün için çok güçlü olmasa da TTIP karşıtı insiyatiflerin oluşması ve sendikaların en sarısının bile bu konuda bir duyarlılık ortaya konulması kuşkusuz önemlidir. Yeni yeni tartışılmaya başlanan ve toplum tarafından anlaşılmaya çalışılan anlaşmanın içeriğini AB’ye üye ülkelerin hemen hepsinde büyük bir çoğunluk reddetmekte ve buna karşı sivil toplum örgütleri milyonlarca imza toplamış bulunmaktadır. Henüz çok mobilize olmasada bunun dinamiklerini taşıyan (tabi doğru örgütlenebilirse) bir toplumsal karektere sahiptir.

Yapılan kamuoyu yoklamaları bütün üye ülkelerde %60’lar oranında anlaşmayı kabul etmeyen bir toplumsal kesim bulunduğunu göstermektedir. Avrupa çapında faaliyet yürüten bir dizi sivil toplum örgütü yakın zamanda (10 Ekim 2015) TTIP ve CETA karşıtı büyük bir gösteriye hazırlanıyorlar.

 
§