28 Ağustos 2015
Sayı: KB 2015/33

Çözüm devrimde, barış sosyalizmde!
“Çözüm süreci”, “özyönetim” ve Kürt hareketinin tutarsızlığı
1 Eylül Dünya Barış Günü üzerine
Yine 1 Eylül günü - H. Eylül
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği şiarını ete kemiğe büründürelim
1 Kasım seçimleri ve bitmeyen hayaller - Ç. İnci
Kapitalizmde seçim, burjuvazinin ihtiyacı oranında “demokrasi”dir
Artvin’de ihmaller katletti: 8 ölü
“Hopa yapay yolla oluşturulmuş bir felakettir”
Sınıf savaşını büyütecek bir hazırlık içine girmeliyiz
Yaşasın işçilerin birliği, hakların kardeşliği!
“Neden TOMİS’i seçtim?”
Devletin Kürt açılımı
Yıkıcı savaşın hedefindeki Suriye halkları emperyalistlere, cihatçı çetelere ve suç ortaklarına karşı direniyor!
Yunanistan’da yeni bir döneme doğru
Ortadoğu’da emekçiler sokakta
Göçmenlere saldırılar artarak sürüyor
Kapitalizm işçileri katlediyor
Hema ve Denfa’da 2 Eylül’de greve gidiliyor
SKE: İhanet sözleşmesini yırtıp atalım!
Karanlıkta uyananların ortak rüyası - T. Kor
Grev dayanışması da Denizler’i anmak da suç(!)
DGB MYK Ağustos ayı toplantısı gerçekleştirildi
Kadın katiline yargı koruması
“Düşmana vereceğimiz en güzel cevap olacaktır festivalimiz”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Çözüm süreci”, “özyönetim” ve Kürt hareketinin tutarsızlığı

 

7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde “çözüm süreci”nden sorumlu AKP kurmayları ile HDP’nin İmralı heyeti, gerçekten de duruma uygun bir mizansenle devlet için sembolik değeri olan Dolmabahçe’de bir toplantı yaptı. Toplantının ardından Kürt hareketinin bizzat A. Öcalan tarafından kaleme alındığını belirttiği 10 maddeden oluşan protokole ilişkin bir açıklama yaptılar. Tıpkı daha önceki gibi, Kürt hareketinde yine yüzler gülüyordu. Ortama büyük bir iyimserlik hakimdi. A. Öcalan için ev hapsi yakın ihtimaldi ve uzak olmayan bir zaman sonra da nihayet özgür olabilecekti. Kürt hareketi karşısındakinin oyunu bol Osmanlı mirasçısı sömürgeci Türk sermaye devleti olduğunu yine unuttu. Bir kez daha gerçeklikten koptu, yine temelsiz hayallere daldı.

Dinci-gerici AKP iktidarının “çözüm süreci”nden sorumlu kurmayı Yalçın Akdoğan’ın daha o anda sarf ettiği kimi sözler, durumun hiç de Kürt tarafının sunmaya çalıştıkları aşamada olmadığını, deyim uygunsa yine kırılgan olduğunu anlatıyordu. Nitekim fazla da sürmedi. AKP gericiliğinin tartışmasız lideri Tayyip Erdoğan, o ana kadar olanı biteni yok hükmünde saydı. “Kürt sorunu yoktur, masa da müzakere de, taraflar da yoktur. Devlet vardır, devlet de pazarlık yapmaz. Gözlemci heyetini gereksiz buluyorum, Dolmabahçe toplantısı da yanlış olmuştur. Önce kayıtsız koşulsuz silahı bıraksınlar” mealinde sözler söyleyerek, uğruna baldıran şerbeti içtiğini söylediği “çözüm süreci”ni bitirip attı. Böylece, T. Erdoğan hem kendileri hem de dümenini sımsıkı tuttukları devleti adına “çözüm süreci” denen manevranın gerçekte ne olduğunu, ondan ne beklediklerini ortaya koymuş oldu.

Devletin klasik inkar ve imha politikası tüm enstrümanlarıyla birlikte yeniden devreye sokuldu. Bir kez daha gerilimli ve çatışmalı bir döneme girildi. Türkiye ve Kürdistan günlerdir kanlı bir savaşa sahne olmaktadır. Bir yandan da şovenizm körüklenmekte, asker cenazelerini bahane eden faşist güruhlar eliyle saldırılar düzenlenmektedir.

Öte yandan T. Erdoğan’ın emrindeki medya, tam bir kirli savaş çetesi gibi iş görüyor. Devletin sergilediği akıl almaz vahşeti, alçakça işlediği katliamları, işkenceleri görmezden geliyor, yaşamını yitiren askerlerin cesetlerini istismar üzerinden savaş çığırtkanlığı yapıyor.

Kürt halkının devlete cevabı:
Direniş ve özyönetim ilanı

Kürt halkı dizginlerinden boşalmış bu devlet terörünü yine militan bir direngenlikle karşıladı. Daha da önemlisi, bu kanlı saldırıya özyönetim çıkışı ile cevap verdi.

Varto, Hakkari, Şemdinli, Yüksekova, Silopi, Silvan, Cizre ve daha başka kentlerde “Devleti de, devletin kurumlarını da, devletin atanmışlarını da tanımıyoruz. Biz kendi yönetimimizi kuracağız ve kendi kendimizi yöneteceğiz” şeklinde açıklamalar yapılarak yeni bir irade beyanında bulunuldu. Özyönetim ilanları, sömürgeci sermaye devletinin saldırıları karşısında militan bir duruşun ifadesi oldu.

Özyönetim ya da demokratik özerklik Kürt halkının kendi geleceğini belirleme hakkının bir biçimi olarak gündeme sokulmuştur. Koşullarının var olup olmamasından bağımsız olarak, bu onun en doğal hakkıdır ve tümüyle meşru bir girişimdir.

Bu gelişme sömürgeci Türk sermaye devletini çılgına çevirdi. Vakit geçirmeden Hitler’inkini aşan vahşetini ortaya koydu. Saldırılarının dozunu arttırdı, katliamlar boyutuna vardırdı. Özellikle özyönetim ilanının yapıldığı kentlere ölüm kusmaya başladı. Tek hedefleri var; imha!

Buna karşın, Kürt hareketi ve halkı güçlü bir direnme kapasitesi olduğunu bir kez daha gösterdi.

Hayaller, gerçekler ve
Kürt hareketinin tutarsızlığı

“Devletin Kürt Açılımı” da “çözüm süreci” de bir ihtiyaçtan doğdu. Emperyalistlerin ve büyük burjuvazinin bölgedeki çıkarları ve tercihleri bu yönlü açılımları koşulladı. Şöyle ki, emperyalizm ve sermaye sınıfı/devleti, Kürt hareketini kırıntılardan ibaret tavizlerle ehlileştirmek, zaman içinde marjinalleştirip kontrol edilebilir hale getirmek ve en önemlisi de başarabilirse eğer, silahlı gücünü tasfiye etmek amacı ile bu açılımlara ihtiyaç duydu. Bu nesnel bir ihtiyaçtı. Özellikle emperyalizm, esasta da ABD emperyalizmi bu konularda fazlasıyla deneyimliydi. Öte yandan da gerçekçiydi ve bunun er ya da geç sonuç alacağını düşünüyordu.

Devletin bu yönlü arayışlar çerçevesinde bunları düşünmesinde bir terslik ya da tutarsızlık bulunmamaktadır. Bunun bir mantığı var. Ne var ki, burada tutarsız olan Kürt hareketidir. Kürt hareketi çoktandır, bizzat A. Öcalan tarafından kaleme alınan ve İmralı süreci ile birlikte hareketin stratejisinin, taktiğinin, yöneliminin, amaç ve hedeflerinin kapsamlı ve iddialı biçimde dile getirildiği “Bir halkı savunmak” adlı çalışmasında da belirtildiği gibi ‘Düşük Yoğunluklu Savaş Stratejisi’ni benimsemiştir. Bu düzen içi bir arayışın ifadesidir. Soruna, kurulu düzenin temelleri esas alınarak, kurulu düzen ve karşılıklı tavizlere dayalı pazarlılar yapılarak anayasal çözüm bulma şeklindeki bir arayıştır. Burada devrim yoktur, devrim kategorik olarak bir yana bırakılmış, devrimci çözümden vazgeçilmiştir. Hareketin devrimci bir kimliğe, çizgiye ve programa sahip olduğu dönem kesin olarak geride kalmıştır. Sözkonusu olan artık köklü bir kimlik, konum ve yön değişimi ile ifade edilen bir durumdur.

Bu böyleyken Kürt hareketi tam bir naiflik örneği sergileyerek, devletin hesaplarına hiç mi hiç uymayan, onun amaç ve hedefleriyle uyumlu olmayan istemlerle, gerçek özgürlük ve tam eşitlik istemi ile devletin karşısına oturuyor ve pazarlık masasında, ancak devrimle elde edilebilir olan bu taleplerinin kabulünü bekliyor. Bunun kendisi gerçeklerden kopmaktır, dayanaksız hayallere dalmaktır. Kendi yeni çizgisi ve stratejisi ile yaman bir çelişkiye düşmektir, tam bir tutarsızlıktır.

Söylenecek söz kısadır; devleti yıkmaktan, demek oluyor ki, devrimden ve devrimci çözümden vazgeçmişseniz eğer, siz artık devrimci olduğunuz dönemdeki hedeflerinizden vazgeçmişsiniz demektir. Siz bugünkü stratejiniz, amaç ve hedeflerinizle tutarlı olmak istiyorsanız, devletle oturduğunuz pazarlık masasında bunları ileri süremezsiniz. Tabi, uzlaşmaya dayalı bir çözüm söz konusu ise ve siz gerçekten de “sorunu çözmek” istiyorsanız... Çünkü devletin kabul edebileceği tavizleri ileri sürerseniz sorunu belli bir çözüme kavuşturma şansınız olur; bu çözüm iğreti, sallantılı ve geçici olsa da...

Fakat hayır, devrim ve devrimci çözüm bir yana bırakılmış, ancak devrimle elde edilebilir olan talepler ve hedefler yerli yerinde duruyor. “Hala gerçek özgürlük ve tam eşitlik isteniyor. Ama ulusal sorunda gerçek özgürlük ve tam eşitlik bir devrim programıdır, devrimin ulusal soruna ilişkin çözüm programıdır. Eğer bunları bu kapsamda elde etmek istiyorsanız, devrim yolunu tutunuz. Değilse, ne edip edip kurulu düzenle pazarlık masasında bir sonuca mı varmak istiyorsunuz, bu durumda ancak pazarlık masasında verilebilecek olanlarla, bu düzen içinde ve anayasal yollarla elde edilebilir olanla yetinmek durumundasınız.” (Kürt sorunu üzerine konferanslar 6 / Stratejik zaaf içinde kısır döngü - H. Fırat)

Karşınızda tepeden tırnağa gerici bir devlet durmaktadır. Gericilik onun genlerine işlemiştir. Kürt halkını inkar ve imha politikası onun en karakteristik özelliklerindendir. Siz onunla pazarlıktasınız ve anayasal bir çözümün peşindesiniz. Öyleyse her şeyden önce onun size vereceği tavizlerin sınırları konusunda gerçekçi olmak zorundasınız. Bunu unutursanız, hele de bir zaferin eşiğinde olduğunuzu düşünürseniz, verili gerçeklikten koparsınız, büyük bir tutarsızlık sergilemiş olursunuz.

Ne yazık ki, Kürt hareketi her defasında bunu yapıyor. Her defasında gerçek özgürlük ve tam eşitlik talebini ileri sürüyor. Devlet yıkıcılığından vazgeçmiş, kendisi de devleti istemiyor, Öcalan “Ben Talabani ya da Barzani değilim, devleti elleri ile verseler almam” mealinde sözler sarfediyor, ancak, gerçek yaşamda bu böyle yaşanmıyor. İster özyönetim ve isterse demokratik özerklik adı ile kodlansın, bunlara yüklenen misyon ve bu çerçevede sıralanan istemlere nereden bakılırsa bakılsın hepsi de devlete çıkıyor.

PKK, çıkışından ‘93 Newrozu’na dek, yani henüz “siyasal çözüm” adına düzeniçi çözüme karar kılmadan önce, devrimciydi. A. Öcalan ve diğer önderlik kadroları devrimciydi, devrimci bir geçmişten geliyorlardı. Marksizm-Leninizm’i savunduklarını dile getiriyorlardı. Devrimi savunuyorlardı. Sosyalizm onların da temel hedefiydi. Bu konuda samimiydiler, içtenlikle sosyalizmden sözediyorlardı. Bunun için devrimci dönemden kalma istemleri terk etmiyorlar, bunun için formüle ettikleri şeyler dosdoğru özgürlük ve eşitliğe çıkıyor. Ve nihayet, en küçük genine dek sömürgeci olan sermaye devletinin ikide bir masaları devirmesinin nedeni de budur. Kürt hareketi gerçek özgürlük ve eşitlik istediği ve dayattığı için Oslo, “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci” masaları devrildi. Bugünkü kanlı savaş da buna verilen bir karşılıktır.

Kürt hareketinin daha önce ve özyönetim ya da demokratik özerklik çıkışı üzerine, “Devlet içinde devlet olmaz. Bu devletin sınırları üzerinde ameliyat yaptırmayız. Tersini yapan olursa karşılığını misliyle görür” diyen bizzat, bu devletin eski başbakanı ve şimdiki cumhurbaşkanıdır. Tayyip Erdoğan “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci”nin günümüzdeki muhatabıdır. Erdoğan’ın dümeninde olduğu bir devlet hak vermez, hak tanımaz, irade beyanı dinlemez. Sadece ve sadece kirli savaş üretir, kan akıtır, katliam yapar.

Son söz yerine

T. Erdoğan o kendine özgü kibri ve küstahlığı ile ne derse desin, en zayıf ve en çaresiz dönemindedir. Sermaye devleti tarihinin en çıkışsız dönemini yaşıyor. Aslında yıkılmayı bekliyor. Açılım ihtiyacı devlet için ortadan kalkmış değil, zamanını bilemeyiz ama, şu ya da bu vesileyle, şu ya da bu ambalaj içinde yeniden gündeme gelecektir. T. Erdoğan’ın “çözüm süreci” için dile getirdiği “buzdolabında” söylemi de bu manada yorumlanmalıdır. Öte yandan ABD ve öncülüğündeki emperyalist koalisyonun “Çözüm sürecine geri dönün” çağrıları boşuna değildir. Bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etme hesaplarının gereği olarak Kürt sorununun bir biçimde çözülmesi gerekiyor. Sorun büyüktür; çözüm, hem de bölge çapında çözülmek üzere kendisini yakıcı olarak dayatmıştır.

Sermaye devleti üniter devlet çerçevesinde iğreti bir çözüme dahi kapalıdır. Bunca deneyimden sonra bunun artık anlaşılması gerekir. Dönem barış ve uzlaşma dönemi olmayıp, çelişki, çatışma ve savaşlar dönemidir.

Bu böyleyse eğer, hem de Kürdistan’ın kan revan içinde olduğu bir sırada, kimi yeni dönem liberallerinin de telkinleri ve baskılarının da etkisi ile, döne döne sermaye devletine barış çağrıları yapmak yersizdir, beyhude bir çabadır. Bir arabulucu olarak ABD’ye müdahale etme daveti ise daha büyük bir gaftır.

Kürt halkının Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları ile devrimci kader birliği çizgisinde emperyalizme ve sermaye devletine karşı, tek bir devrimci dalga halindeki cepheden mücadelesi; yegane caydırıcı güç budur. Toplumsal bir sorun olan Kürt sorunu da dahil tüm temel toplumsal sorunların yegane çözümü ancak ve ancak Türkiye proletaryası ile Kürt halkının tek bir devrimci dalga halinde gelişecek proleter sosyalist devrimidir.

 

 

 

 

Kürdistan belediyelerinde eşbaşkanlar tutuklandı

 

Kürt halkının özyönetim ilanlarını baskı ve terörle karşılayan sermaye devleti, özyönetim ilan edilen il ve ilçelerde belediye eşbaşkanlarına yönelik tutuklama saldırısını devreye soktu.

Diyarbakır

Sömürgeci sermaye devleti, Diyarbakır’ın Sur ve Silvan ilçelerinde özyönetim ilan edilmesinin ardından gözaltına alınan Sur Belediyesi eşbaşkanları Seyid Narin ve Fatma Şık Barut ile Silvan Belediyesi Eşbaşkanı Yüksel Bodakçı’yı 22 Ağustos’ta
tutukladı.

Hakkari

Hakkari’de 20 Ağustos günü ifade vermek üzere adliyeye giden ve burada gözaltına alınan Hakkari Belediyesi eşbaşkanları Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi ile HDP Merkez İlçe Eşbaşkanı İsmail Sihat Kaya, tutuklama talebiyle sevk edildikleri nöbetçi mahkemece tutuklandı.

Çiftçi, Hatipoğlu ve Kaya, Hakkari Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

Van

Van’da 24 Ağustos’ta gözaltına alınan Edremit Belediye Eşbaşkanı Sevil Rojbin Çetin sevk edildiği mahkemede tutuklandı. Çetin’in “Vatan’ın varlığını ve birliğini bozmak” iddiasıyla tutuklandığı belirtildi.

Muş

Muş’un Varto ilçesinde gözaltına alınan Kent Meclisi Eşbaşkanı Mustafa Doğan PKK’ye yardım ve yataklık ettiği iddiasıyla ilçe merkezinde gözaltına alınarak, “örgüt üyesi olmak”, “örgüte yardım ve yataklık etmek” ve “özerklik ilan etmek” gerekçeleriyle 24 Ağustos günü sevk edildiği mahkemede tutuklandı.

Lice’de 4 kişi tutuklandı

Lice’de ise polisin gerçek mermilerle saldırısı sırasında yaralanan ve kaldırıldığı hastaneden taburcu edildikten sonra gözaltına alınan Mehmet Emin Kumral, “Örgüt üyesi olmak” bahanesiyle çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.

Ev baskınlarında gözaltına alınan Bekir Söğüt ve Bayram Özkan da 22 Ağustos’ta tutuklanma istemiyle mahkemeye çıkarıldı. Özkan, adli kontrol şartı ile serbest bırakılırken, Söğüt tutuklandı.

Lice-Hani-Kocaköy üçgeninde başlatılan askeri operasyonlara karşı canlı kalkan olan ve askerin açtığı ateş sonucunda yaralanan Aydın Damak, hastanede tedavi gördüğü sırada gözaltına alındı. Mahkemeye sevk edilen Damak tutuklanarak, Lice Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

 
§