12 Haziran 2015
Sayı: KB 2015/23

Bu düzen sürdükçe kontrgerilla hep olacaktır!
Seçimler bitti, düzenin açmazları sürüyor!
Seçim hileleri ve gösterdikleri!
Emekçi kadınların sorunlarını vekiller çözemez!
Devlet Diyarbakır’da Hizbulkontra’nın iplerini çözdü
HDP’yi daha da ‘ılımlılaştırmak’ için...
15-16 Haziran Direnişi yol gösteriyor...
Madenlerde metal etkisi ve aldatılmışlığa isyan
Çelik-İş: Aman üretim durmasın!
MESS’ten kıyım operasyonu
Yeni sendika için yola çıkıldı
Hedefte metal işçisi ve yeni sendika var
İşçi kurulları: Hareketin avantajı ve handikabı - B. Çağ
7 Haziran seçimleri ve sonrası
Devrimci seçim çalışmamız üzerine
7 Haziran sonrası: Panik, korku, bölünme...
Metal işçisi seçimini yaptı: DİRENİŞ!
G-7 Zirvesi: "Kapitalizm bir yamyamlık düzenidir!"
Sermayenin zirvesine karşı protestolar
İşçi ve emekçiler mücadelede
Satış sözleşmesine izin vermemek için...
Zamanı geçen “hurdaların” tam zamanlı salvoları! - O. Kara*
"'Baskılar ve cezalarınızla' komünist tutsakları yıldıramazsınız!"
Yaz kampında buluşuyoruz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçimler bitti, düzenin açmazları sürüyor!

 

Kapitalist-emperyalist sistemin yapısal sorunlarından biri olan “krizler” çok yönlü olarak kendini gösterebilmektedir. Durum Türkiye kapitalizmi için de fazlasıyla geçerlidir. Sistem, ekonomik ölçekte sıklıkla karşılaştığı krizlerin yanı sıra siyasi olarak da yinelenen krizlerin içinden çıkamamakta, adeta içinde debelenmektedir. Denilebilinir ki 2002 sonrası AKP sayesinde rahat bir nefes alan sermaye sınıfı ve devleti için gelecek pek de parlak görünmüyor. Krizleri yönetmeyi bilen siyasetçileri ve akıl hocaları sayesinde şimdiye dek pek çok badire atlatan sermaye devleti içinden çıkmak için zorlanacağı bir evreye girmiş bulunuyor.

Hatırlanırsa Öcalan'ın büyük bir emperyalist komployla Türk devletine teslim edilmesinin ödülü Bülent Ecevit’e başbakanlık olarak verilmişti. Öncesindeyse hem ekonomik olarak zorluklar yaşayan, hem de kirlenen yüzü iyice açığa çıkan bir Türkiye Cumhuriyeti vardı. Çürüyen sistem “devlet-mafya-siyaset” ilişkileriyle teşhir olmuşken, buna ek olarak düzenin kendi iç dalaşından kaynaklı da ciddi problemler baş göstermişti. Düne kadar Kürt halkına ve devrimcilere karşı kirli bir savaşı ortak bir koalisyonla yürütenler, bu esnada hem kanla hem de bu kirli savaşın yarattığı imkanlarla kasalarını dolduranlar içinde yolun sonu gelmişti. Hükümetlerinin ömrü vadesini doldururken, en büyük fatura Erbakan’a kesilmişti.

Devamındaysa Ecevit için parlak günler başlamıştı. Ta ki '70'li yılların o “Karaoğlan” efsanesinin, ‘Kıbrıs fatihi’nin tek başına yürüyemezken bile zorla siyaset podyumlarına çıkarıldığı ve ömrünü acınacak bir şekilde bu şekilde sonlandırdığı günlere kadar. İşte o günlerde dönemin başbakanının önüne fırlatılan yazarkasalar, esnaf eylemleri yaklaşan sonun belirtileriydi. Ancak burjuva düzenin öyle kirlenmiş ve öyle ahlaksız bir siyaset anlayışı vardı ki en zor durumda olduğu zamanlarda bile işçi ve emekçilere yıkım saldırılarını ara vermeksizin sürdürebiliyor, devletin terörünü kimseden esirgemiyordu. On binlerce insan büyük Marmara depreminin enkazı altından çıkarılmayı beklerken, sermaye devletinin meclisinden mezarda emekililik ve sosyal yıkım yasası geçebiliyordu. Dışarısını teslim almak için önce içerisini teslim almanın, yetmediğinde imha etmenin planları aksamadan sürdürülüyordu.

Ancak düzenin fayansları artık tutmaz olmuş, duvarlardaki çatlaklar iyice belirginleşmişti. Birbirlerine fırlattıkları Anayasa kitapçıkları bu krizin nedeni değil, olsa olsa aralarındaki dalaşmanın, krizi idare edememenin gerilimiydi. Tam da böyle bir dönemde “Yeni Türkiye”nin çıraklık dönemi başladı. Sonrasında ise kalfalıktan ustalığa terfi edildi. Ustalaştıkça da dil sertleşti, daha buyurgan oldu. Kapsayıcı balkon konuşmalarının yerini meydan okuyan, “evdekileri zor tutuyorum” diyen bir üslup aldı. Yaşanan krizlerin sermaye sınıfını teğet geçmesi için ne gerekiyorsa bu dönemde de yapıldı. Ancak ustalık dönemi sultanlıkla taçlanmışken, taht kurulan mekan artık kaç-ak bir saray olmuşken, her düzen siyasetçisinin tatma ihtimali olduğu o duyguyu ve endişeyi Erdoğan ve AKP de tattı. Bir başka düzen partisi için övünç ve zafer nedeni olabilecek yüzde 40'lık bir oy oranıyla yenilgiyi kabullenmek zorunda kaldılar.

Erdoğan gururla kendisini ve partisini sermaye ve emperyalizm için bir istikrar olarak sundu. Bunda haksız da değildi. Yerine getirdiği görevler bunu haketmesi için fazlasıyla yeterliydi. Bu nedenle Büyük Ortadoğu Projesi’nde baş aktörlerden biri olarak tarihe geçti. İçte ve dışta sayısız hizmette bulundu. Dün nasıl kendisi, hocasını yarı yolda bırakmışsa bu kez “yağan yağmurda paralel paralel beraber yürüdükleri” tarafından ihanete uğradığından dem vurdu. Şimdiyse sarayında yalnız bırakılmış bir sultanı oynuyor.

Ancak varlığı ile son zamanlarda düzenin siyasi krizini derinleştiren Erdoğan’ın olmadığı, ya da etkisinin zayıfladığı bir Türkiye ihtimalinin umut vermesi gerekirken, şimdi düzen için bir başka gerilim başlamış bulunuyor. Sermaye devletinin yönetim kademesinde kimlerin görev alacağı bir karmaşa yaratırken, bu durumu, düzen cephesinin aktörleri kendi çıkarları için kullanmaya çalışmakta. Şimdiye dek tek başına hükümet olarak istikrarın güvencesi olmakla övünen AKP, ortaya çıkan belirsizlikten kârlı çıkmaya çalışmakta. ‘Olası bir erken seçimde kaos istemiyorsanız AKP’yi seçin’ demekte. Fakat bugüne kadar dümenine oturtulan AKP sayesinde yüzen düzen gemisi artık bir yenilenme yaşamak zorunda. Bu yenilenmenin ise gemi su almadan, karaya vurmadan başarılması gerekiyor. İlerleyen zamanda hangi düzen siyasetçisinin en iyi dümen çevirdiği ortaya çıkacaktır.

Görünen odur ki düzen siyaseti bir krizin içindeyken, şimdiye kadar susturmak için “aynı gemideyiz” masalıyla kandırdığı işçi sınıfı da harekete geçmiş, sadece ekonomik nedenlerle değil, başındaki düzen bekçisi bir sendikal çeteyi atarak, hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde kendi seçtikleri temsilcilerinin işten atılması karşısında eyleme geçmiş, kendi komitelerini, kurullarını kurmuş ve yine kendi sendikalarını kurmak için harekete geçmiş bir işçi sınıfı var.

Düzen fazla yüklerinden arınmaya çalışıyor

Düzen gemisi sallanırken, kendisini yavaşlatan yükleri üzerinden atmakta kararlı görünüyor. Yaşanılmış önceki deneyimler bu yüklerin gerektiğinde geminin eski kaptanı bile olabildiğini göstermiştir. Sermaye düzeninin “model ülke” patentli bu gemisine mürettebat olmak için yarışanların gayretkeşliği de ortada. Ancak ufukta başka bir liman var. Ve bu gemi o limana vardığında, üzerindeki bütün sömürücüleri ve hizmetçilerini tarihin çöplüğüne atmış olarak iskeleye yanaşacaktır.

 
§